|
G-8'i Besleyecek 11'ler ve Pasif Laiklik ve de
Taksim'deki İMF Meydan Savaşı
G-8'i besleyecek
G-20 içindeki 11 ülke, İMF-Dünya Bankası ve Pasif Laiklik
Altbaşlıktan
amaç; G8 ve 11 gelişmekte olan ülkenin katılımıyla yaşam bulan Pitsburg'daki
G-20, New York'taki BM zirve toplantıları ile bu süreçte ortaya
çıkarılan 'pasif laiklik' söylemi ve İstanbul'daki İMF-Dünya Bankası
toplantısıdır.
Birilerine göre;
moda, 'ulus devlet' ve 'üniter devlet'in korunması imiş. Daha doğrusu,
'statüko'nun Kürt açılımına gösterdiği reaksiyonun 'kod adı' bu
iki kavrammış.
Bu nedenle,
ulus devlet ve üniter yapının korunması söylemlerini; "Pasif
laiklik" süreci ile tanımlıyorlar onlar.
Söylemin sahibi
de, yani Pasif laiklik kavramını geliştiren, Colombia Üniversitesi
öğretim üyesi Dr. Ahmet Kuru. Secularism and State Policies Toward
Religion isimli kitabında ABD, Fransa ve Türkiye'yi karşılaştıran
Dr. Kuru, Fransa modelinden etkilenen Türk laikliğinin uygulamada
daha 'militan' bir hâl aldığını vurguluyor ve militan laikliğe karşı
'pasif laiklik'in Batı'da egemen laiklik anlayışı olduğunun altını
çiziyor. Gündeme taşıyan da Prof. Ergun Özbudun hoca. Fakat o da
benim gibi laikliği evrensel tanımlamış; "Devletin dinler karşısında
tarafsızlığı; bütün din, mezhep ve hatta dinsizlere eşit mesafede
olması, din ve mezhep temelinde ayrım yapmaması, din ve devlet kurumlarının
birbirinden ayrı olması" şeklinde..
Kuru'nun, bana
çok kuru gelen Amerikan Laisizminden yana olduğu bir gerçek. Bunlardan
çok var; genellikle Amerikan "Think-Tank, düşünce kuruluşları"
etrafında kümeleşmişler..
Blog'daki yazıları
okumanızı isterim:
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=117141
http://evm.blogcu.com/alman-marchal-fonu-ve-ab-lule-ne-oldu-bule-cabuk-sule_43618341.html
http://www.bizimanadolu.com/okur/okur36.htm
"Pasif
Laiklik"in üzerinde fazla durmayacağım; beni şu an daha çok
G-20 ilgilendiriyor..
Önce bunun 8'ine
bir bakalım:
Rusya'nın sonradan
katıldığı ve ABD, Japonya, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya
ve Kanada'nın oluşturduğu; zengin olmuş ülkelerin oluşturduğu grup.
Küresel dil haline getirilmeye çalışılan İngilizce tanımlaması;
"Group of Eight". Siz buna sanayi zengini ülkeler dediğinizde,
kesin bu söyleminizi kapitalist ve onun son aşaması emperyalist
sömürgen ülkeler ile beslemeyi unutmayın.
Ne diyor...
son filminde?
Önce 6 idiler
ve G6 olarak anılıyorlardı, fakat bir yıl sonra 1976'da Kanada'yı
da katarak G7, ardından 1994'te Rusya'yı da alarak G8 oldular. Tıpkı,
G8'lerin Uluslararası Telekomünikasyon Birliği aracılığıyla; mobil
telefon standartlarını gelişimin hızlandırma bahanesiyle; tüketim
toplumunu tetiklemek için ürettikleri 2G ve 3G diye adlandırdıkları
ikinci üçüncü nesil telefonlar gibi..
34 yıldır, yani
1975'ten beri yıllık ekonomi zirveleri düzenlemektedirler. G8 toplantılarına
"Uluslararası hükümetler yapısı" denmektedir. Bana göre,
"Küresel efendiler yapısı" olarak adlandırılırsa daha
doğru olur. Bu yapı, dünya ekonomisinin yaklaşık % 65'ini temsil
eder. Grubun eylemleri yıl bazında konferanslar ve politik araştırmaları
içerir. Üye ülkelerin hükümet başkanlarının yıllık zirve toplantısına
katılmasıyla doruğuna ulaşır. Her yıl G8'in üye devletleri grubun
başkanlık görevini üzerine alır. Başkanlığı elinde bulunduran grubun
gündemini belirler ve o yılki toplantı için ev sahipliği yapar.
Yani, her biri başlı başına bir küresel efendi.
G20 ise Türkiye'nin
de dahil edildiği ve G8'in işlevine, ABD, Hindistan, Japonya, Brezilya,
Rusya, Almanya, Arjantin, Fransa, Suudi Arabistan, Meksika, Güney
Afrika, Birleşik Krallık, Güney Kore, İtalya, Çin, Kanada, Avustralya,
Endonezya gibi 20 Ekonomi Bakanı ve Merkez Bankası Müdürü Grubu
ile Avrupa Birliği Dönem Başkanı ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı'nın
ve AB'yi kapsayan, ekonomiden sorumlu devlet bakanlarının katılımıyla
yaşam bulan ve G20 (İng. Group of 20) adıyla anılan yeni bir zirve.
Evet; Bretton
Woods* kurumsal anlayışı bağlamında, G-7 Maliye Bakanlarının 25
Eylül 1999'daki Washington Toplantısı'nda, küresel sistem için önemli
ülkelerden oluşan G20 resmen ilan edilmiştir.
"Yeni zirve;
dünya ekonomik gücünün yaklaşık % 70'ini ellerinde bulunduran G8'lerin,
bu ekonomik güçlerini küresel bağlamda gezegenimizde yaygınlaştırmak
ve bölüştürmek adına mı oluşturuldu, 12 gelişmekte olan ülkeyi bunun
için mi sürece kattılar?" sorusu akla geliyor. Her ne kadar;
"Doğu Asya, Rusya ve Brezilya'da beliren ekonomik ve mali bunalımlardan
sonra, kendilerini yakından ilgilendiren sorunlara çözüm yollarının,
yükselmekte olan Pazar ekonomisi ülkeleriyle işbirliğinden geçtiğini,
G7 / 8'ler anlamakta gecikmemişlerdir." dense de danışma amaçlı
ve daha geniş kapsamlı olmak üzere G-22, G-26 ve G-33 oluşturulmasına
karşın, sayı arttığı için, etkinliğin azaltılması bu konudaki samimi
söylemi örseliyor, çünkü, sonradan bu zirveye başka özgörev (Misyon
diyorlar) yüklenmiştir. Nedeni; başlangıçta; makroekonomik yönetimi,
uluslararası ticaret ve gelişmekte olan ülkelerle işbirliği amaçlı
bu zirve; sonrasında Doğu-Batı ekonomik ilişkileri, enerji ve terör
konuları gündemde yerini almış, ardından da; İstihdam, çevre, suç
ve uyuşturucu, insan hakları, bölgesel güvenlik ve silahsızlanma
vb siyasal ve güvenlik içerikli alanlar devreye sokulmuştur; ve
Kara Para Aklama, Nükleer Güvenlik, Uluslararası Organize Suçlar
gibi konularda Çalışma Grupları oluşturulmuştur. Ayrıca bu süreç;
1993'te Rusya'ya Yardım, 1994'te Ukrayna, 1995'te Küresel Bilgi
Toplumu, 1997'de Suç ve 1998'de Enerji konulu toplantılar, bazı
bakanlardan oluşan Destek Forumları'yla beslenmiştir.
Tüm bunlar benim
için tek bir anlam ifade ediyor:
G20 zirvesi
bahane, G8'in sömürüsü şahane..
Bu demek değildir
ki; dünya ulusları ekonomik işbirliği sürecini yaşamasın. Yaşasın;
fakat, salt G8 adındaki Küresel efendileri değil, dünyadaki tüm
ulusları ekonomik bağlamda özgürleştirecek ve onları yaşatacak işbirliği
bütününde bir süreç işletilsin, projeler yaşama geçirilsin.
Birileri bu
toplantıya Başbakan teslim olmak için gitti gibi kavram kargaşası
yaratan komplo teorileri bütününde değerlendirdi. Yanlış. Çünkü
komplo senaryoları bilinmezler nedeniyle yazılır; yaşanan ve bilinen
süreç için senaryo yazmaya gerek yok.. Ülkemin tüm ulusal değerlerini
öteleyerek kurumlarını özelleştiren (Siyasi egemenleri tok tutmakla
görevli TOKİ hariç..) bir teslimiyetçilik gerçeği bunu çok iyi anlatıyor..
Deniyor ki;
1- Türkiye'yi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın temsil edeceği G-20
zirvesinde önemli kararların alınması bekleniyor.
Bence; önemli
karar, gizemli İran ve Kuzey Irak kararı olacaktır. Ekonomik bağlamda
kararlar ise 11 ülke için değil, G8 için getirisi olacaktır. Özdeki
kurgu budur.
2- Toplantıda,
G-20'nin, yani 11 yeni ülkenin daha etkin olarak görev alması istenirken,
küresel ekonomik sorunların çözümlerinde ortak karar mekanizmaları
ve bu kararları alacak yeni küresel finanssal merkezler oluşturulması
konusu görüşülecek.
Görüşülecek,
fakat 11 için değil, G8 için.
3- Türkiye'nin
de üyesi olduğu G20, halen, dünya gayri safi hasılasının yüzde 80'inden
fazlasını temsil ediyor. Dünya nüfusunun yüzde 70'inin temsil edildiği
G20, küresel ticaretin de yüzde 75'ine de sahip bulunuyormuş.
Hayır, hiç de
öyle değil!
Dünya nüfusunun
% 14'üne sahip G8 küresel ticaretin yaklaşık % 70'ini elinde bulunduruyor;
G20'yi oluşturan 11 ülkenin (Hindistan, Brezilya, Arjantin, Suudi
Arabistan, Meksika, Güney Afrika, Güney Kore, Çin, Avustralya, Endonezya)
buradaki payı % 5'in altında. 11'ler adeta G8 kazanımlarının kolaylaştırıcısı
(katalizör diyorlar). Bir tek Çin kazanımlarını zorlaştırıyor; o'nu
da yanlarına alıp G9'u oluşturdukları an, olay biter.
BM Milenyum
Projesi'nin yöneticisi olan ve yoksulluğun azaltılması, borçların
silinmesi, hastalıkların kontrol altına alınması gibi konularda
uluslararası çalışmalarıyla tanınan Pof. Jeffrer D. Sachs'in söyledikleri
G8 gerçeğini özetliyor:
"Zengin
ülkelerin fakirlere ders vermeyi bırakmalarının ve bunun yerine
kendi sözlerini yerine getirmelerinin zamanıdır. Ve G-8 vatandaşları
kendi hükümetlerinden verdikleri, fakat yerine getirmedikleri sözler
için hesap sormalıdır. Milenyum Kalkınma Hedefleri yoksulluğu açlığı
ve hastalıkları durdurmak için dünyanın üzerinde anlaştığı hedeflerdir.
2000'de ortaya konulan bu hedeflere 2015'te ulaşılacaktı. Şimdi
yolun ortasındayız. Şimdiye kadar fakir ülkelere yardım artırmak
üzerine söylenen sonu gelmez sözlere rağmen, zengin G-8 ülkeleri
pazarlığın kendi paylarına düşen kısmından sözlerinden döndüler."
Başbakan bu
süreçte ekonomik olgudan çok; ideolojik amaçlarını hızlandıracak
Ortadoğu ve özellikle Kuzey Irak ilişkileri üzerinde duracaktır.
Özellikle, sürecin önemli parçalarından olan "Kürt açılımı"
ile ilgili ABD'deki dostlara vereceği bilgiler damgasını vuracaktır
(o damgayı görmemiz olanaklı değildir).
Her karşılaştıklarında
kavga eden ve anlaşamayan korumalar tarafından korunan obama ve
Tayip'in kendilerinin iyi anlaştıkları söyleniyor (inana inanmıyorum).
Tayip'in Türkiye'deki
duruşu ve konumu belli.
Bakmayın siz
bana, "Türkiye'yi dönüştürdük." dediğime. Türkiye dönüşmedi,
dönüştürmeye çalıyorum (Nereye mi? Kör olma da gör beni; pardon
karanlıktayım, görmemekte haklısın) ve buna asla gücümün yeteceğine
ben de inanmıyorum.. Korkum; dinci taban değil, DTP ile bir diğer
milliyetçi taban ve asker.
12 Eylül Anayasa'sını
değiştiremediğim gibi; "Kürtçe açılım"ın adını bile koyamadım,
"Demokrasi açılımı" derken; askerle ortak dil oluşturmaya
çalıştım, askerin gerisine düştüm, yetmedi, "anadil Kürtçe
öğrenim" için üniversitede kürsü oluşturdum, oluşturduğum kürsüden
de düştüm. Güroymak'a Norşin dememize karşın yer adlarını bile değiştirmedik.
Kamu Yönetimi Reformu ile yerel yönetimleri bile merkezileştiremedik
(desantralize diyorlar).
Gelelim şu bayrak
olayına: Yere düşmüş bayrağı kaldırmak her vatanseverin, yani yurtseverin
yüce görevidir. Fakat uluslararası protokoldaki yerinizi belli eden
Bayrağı, yere amaçlı bir şekilde düşürmüşler gibi yerden kaldırıp
Bayrak üzerinden siyaset yapmasını pek doğru bulmuyorum, Başbakanın.
Eğer partin ve siz bu konuda çok hassas iseniz; ırktan geçinen ayrımcılarla
demokratik açılımı yapacağınıza, kongrelerinde ve alanlarda Bayrağımızı
yere düşürdüklerinde tepki gösteriniz. Yeşil bayrak açanlara tepki
gösteriniz, Bayrağımızın rengini yadsıyan turunculu bayrakları dalgalandıranlara
ve de en önemlisi eski bir akademisyen milletvekilinizin (saldırgan
duruşu nedeniyle bir daha aday göstermediniz) -ki bu şahsı Diyarbakır
Bölge Müdürlüğüm esnasında tanıdım. Dicle Üniversitesi'nde çalışmalar
yapıyorum diye konuk evindeki çocukları ikna ederek iki kişilik
odada kalan, fakat sonradan seçim çalışmaları yaptığı anlaşılmasına
karşın, bir akademisyen olması nedeniyle kendisine vip odasını açtığım,
ama yine rahat durmayınca çıkarmak zorunda kaldığım kişidir- İşte
bu şahsın hazırladığı Yeşil Renkli yeni bir bayrak formatı hazırladığında
tepkinizi gösterebilirdiniz.
"Dönüştürmek
için geldim" demesine bakmayın, Obama'nınki de farksız. Neyi
dönüştürdü ki; bizimle Kuzey Irak'taki durumunu dönüştürmek adına
AKP'yi ve Askeri yanına alma savaşı içinde?. Amacı Irak'ı Türkiye'nin
kontrolüne bırakmak. Fakat asker pek inanmıyor buna, muhalefet ile
birlikte; çünkü PKK konusunda net değil. Buradaki kampların vurulmasını
istemediği gibi, "Siyasi süreci işletin" diyerek adeta
PKK'nin hukuka uygun olduğunu işaret ederek, Türk toplumuna benimsetilmesini
(Sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları buna Arapça meşruiyet diyorlar)
istiyor.
Rastlantının
bu kadarına da pes doğrusu... Tayip ABD'de ve Kürt Açılım dosyası
koltuğunun altında ve Newsweek 'Atatürk dönemi sona eriyor' haberi
geçiyor (24.9.2009):
ABD'li düşünce
kuruluşu Washington Enstitüsü'nün Türkiye Araştırmaları Programı
Yöneticisi Soner Çağaptay (bana göre Think-Tankçi), Amerikan Newsweek
dergisinde yayımlanan makalesinde, Ak Parti yönetiminde, Avrupa'yı
model olarak alan ve Türkiye'yi laik bir devlet haline getiren Atatürk'ün
döneminin sona ermekte olduğunun işaretlerinin görüldüğünü yazdı:
"Ak Parti'nin iktidara gelmesinden bu yana Türkiye'yi dönüştürdüğünü
belirten Çağaptay, artık Ankara'daki bürokratların terfi edememe
korkusuyla kendilerini namaz kılmaya mecbur hissettiklerini, hükümette
görev almak ya da devletten ihale almak isteyenler için ibadet etmenin
gereklilik haline geldiğini, Ak Parti'nin kendisine sempatiyle yaklaşan
yargıçları, üniversite rektörlerini atayarak iktidar alanını genişlettiğini
yazdı... Ak Parti yandaşı işadamlarının sahip olduğu medya kuruluşlarının
oranı yüzde 20'den yüzde 50 civarına yükseldi. Atatürk'ün takipçileri
kilit önemdeki kurumları ihmal etti. Darüşşafaka 1994'te varoşlardaki
yeni bir kampüse taşındığında, elit sınıf, Boğaz manzaralı bu güzel
19. yüzyıl binalarının boş kalmasına müsaade etti. Atatürk'ün reformlarının
altını oymaya çalışıyor olabilirler, ancak, hiç kimse İslamcıları
bir vizyona sahip olmamakla suçlayamaz (dedim ya, o saldırgan Think-Tank
teorisyenlerden)."
Siyasetle ve
uluslararası ciddiyetle pek örtüşmeyen şeylerle uğraşıyoruz.
Örneğin;
Devlet Bakanı
ve Baş müzakereci Egemen Bağış'ın girişimiyle Dünyaca ünlü rock
grubu "U2"nin 6 Eylül 2010'da Atatürk Olimpiyat Stadı'nda
konser vermesi sağlanıyor. Ayrıca AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe
Sözen, ünlü Hollywood yıldızı Kevin Costner'ın "demokratik
açılım" çalışmalarına tam destek verdiğini açıklayabiliyor...
İbrahim Tatlıses
de bu sürece destek veriyormuş. İnansam ben de destek vereceğim,
fakat olguyu net ortaya koymadıkları için çözemiyorum; demek ki
Tatlıses benden iyi çözümleyici.
En dikkat çekeni
ise; özgür düşünce bütününde 'demokratik toplum yaratma' savında
olduğumuz bugünlerde; "Kürt açılımı"na ilişkin değerlendirmeleri
sonrası, "Halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik ettiği"
gerekçesiyle Hülya Avşar'a soruşturma açılması ve soruşturmayı açan
Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Ali Çakır'ın emekliliğini isteyip noter
olmak için dilekçe vermesi.
Bireylere, aylarca
katılmak için internet ve telefon başında zaman harcatarak, bireyi
ve toplumu edilgenliğe ittiğini, üretkenliğini ve verimliliğini
yok ettiğini düşündüğüm; köşe dönücü-işbitirici kolay kazanım mantığının
ürünü "Var mısın yok musun" programında geçen bir konuşmaya
yer vermek istiyorum.
Yarışmacı: "Biliyorum,
kutumda 500 bin TL var. Ama çocuklarımın geleceğini düşünmek zorundayım.
Bu nedenle bu riski göze alamam"
Yarışmacı almadı
ve Hamdi Bey'in 112 bin TL'lik teklifini kabul etti...
Bu konuşmayı
demokrasi adına uyarlar isek; ne kutumda demokrasi var, ne de bana
sunulan bir demokrasi.
Demokrasi konusunda;
"Bugün açız yine evlatlarım."
Küresel egemenlerin
ve onun dışarıdan dayamalı destekleri, toplumun demokrasi açlığını
giderecek "Demokratik açılımı" falan düşündükleri yok;
onların düşündüğü siyasi ve ekonomik rant açılım.
İşte halkın
"İMF"ye Taksim'deki tepkisi.
G-8'in, G-2O'yi
oluşturan 11 ülkeyi basamak olarak kullanarak, asıl G'yi, yani Gezegenimizi
sömüren İMF ve Dünya Bankasına karşı halkın gösterdiği tepkiyi,
birilerinin dolarlarını önüne koyup düşünmesi gerekir.
Doğu oturup,
doğru konuşarak; Başbakan'ın söylediklerinin doğru olduğunu kabul
edelim; "...Onun için tüm dünyanın daha fazla çalışması ve
bu meseleye daha fazla kafa yorması gerekli. Dünyadan yükselen çığlığa,
taleplere ve şu salonun dışında devam eden protestolara da kulak
vermemiz gerekir..."
Doğru oturup,
doğru konuşmaya devam edelim; "Kulak verin diyorsunuz, biber
gazı veriyorlar ve öldürüyorlar; bu ne perhiz bu ne biber turşusu..."
İstanbul'da
toplantı yaptığınız İMF ve Dünya Bankası yetkililerin hangisi doğruyu
söylüyor?
Türkiye'nin
2010'a dair büyümesiyle ilgili IMF Başkanı Dominique StraussKahn;
Türkiye'nin 2010'da yüzde 5 civarında büyüyerek Avrupa'nın en hızlı
büyüyen ülkesi haline gelebileceğini söylerken Dünya Bankası raporunda,
"Türkiye'de toparlanma yavaş olacak, büyüme 2010'un ikinci
çeyreğinden önce gerçekleşmez" öngörüsünde bulunuyor. Bu demektir
ki onlar kendilerini (G-8) düşünüyor.
Bunun içindir
ki, Taksim'deki insanlara biber gazı değil, kulak verelim...
*: Bretton Woods.
Küçük bir ABD eyaleti olan New Hampshire'deki bir Carroll kasabasının
bir bölgesi. 1944 yılında burada yapılan Birleşmiş Milletler Para
ve Finans Konferansı ardından imzalanan Bretton Woods Anlaşması
ve adı bu anlaşma ile ortaya çıkan Bretton Woods sistemi ile ünlenmiştir.
Anlaşma buradaki, 1905 yılında kurulmuştur... Uluslararası ticaretin
yeniden başlaması ve dünya savaşları döneminin paramparça ettiği
uluslararası para sisteminin (UPS) hızlı bir şekilde yeniden oluşturulması
düşüncesi taşıyan konferanstır... Keynes'e göre UPS'yi gerçek bir
uluslararası para üzerine kurmak gerekiyordu. "Bankor (Banka
parası, kaydi para)" adlı bu para, uluslar üstü bir banka tarafından
uluslararası mübadelenin büyümesine bağlı olarak basılacak ve değişken
bir orana bağlı olarak altına göre tanımlanacaktı.
Ekim 2009
Teknopolitikalar
Platformu
evesbere@mynet.com
Yazarın önceki
yazıları:
Çatalca, Trakya, Marmara Afetinin
Uyarısı
Ben Dinlencede Balbay İçeride - 2
Ben Dinlencede Balbay İçeride - 1
Çin İ-Çin Cin Diyebilir miyiz?
Cumhuriyet(imizin) Faşistleri
(1 Mayıs'ta Taksim Edenler) ve Cumhuriyet
Meydanı
Obama Bor'a mı Geldi, Ankara'ya mı?
Nöbetçi Anketçi Tahran Erdem
Balbay'a Saldırmak
Eee-Recebim Nedir Bu Ekonomik Paritesizlikler?
Yeni Yıl, Yeni Umutlar
Postemperyalistlerin ve Benim Ermeni
Özürüm
29 E-KİM?
Kendimizle Savaşmak
|