|
Obama Bor'a
mı Geldi, Ankara'ya mı?
Aşağıdaki haber
doğru ise Bor'a geldi.
Evet, epostaya
yüklenip bana gönderilen haber doğru ise bor'a geldi:
"Etibank
satılıyor...
Obama'nın
Türkiye'ye gelme sebebi belli oldu sonunda etibank satılıyor!...
Asıl değeri
9 (dokuz) trilyon dolar dikkat 9 milyar veya 9 milyon değil 9 trilyon
dolar... konulan fiyat 40 milyon $.
ABD sadece
40 kırk milyon dolara kapatacak yazıklar olsun.... kaptırana, verene
ve susup seyredene...
Borla
çalışan araba üretildi, maliyeti 200 TL olan 1 kg bor ile 19 000
km yol yapabiliyor (1100kg. oto sabit 100 km süratle giderse) Bu
demek oluyor ki Petrole son. Tam tersine Batılı ülkeler bor işletmeciliğinin
kansere yol açtığını iddia ederek BOR madeninden soğutma çabası
içindeler. Oysa bu mucize maden kanser tedavisinde de kullanılmaktadır.
Türkiye
kıskaçta!
Arabayı
bor madeniyle çalıştıracak patentli 600 proje olduğu ortaya çıktı.
Türkiye,
dünyada bor rezervinin yüzde 73`üne sahip. Ve Türkiye geleceğin
Dubai'sidir.
Uluslararası
Teröristler Türkiye uyanmadan bu kaynağı ele geçirmeyi planlıyor.
TMMOB
"Çevre Mühendisleri Odası" İstanbul Şubesi...
Şimdiden
ülkeme hayırlı olsun diyorum, bakalım ne zaman bizi satacaklar onu
çok merak ediyorum..."
Dışişleri Bakanı
bayan Clinton ziyareti sonrası yetkililer, Obama'nın
ziyaretinde ilk durağının Ankara olabileceğini, İstanbul'da 6-7
Nisan'da Türkiye ve İspanya'nın eşbaşkanlığında yapılacak "Medeniyetler
arası İttifak Toplantısı"na katılması için de çalışılacağını
belirtmişlerdi.
Bugün (05/04/2009)
Ankara Esenboğa'ya indi..
"Ankara
bahane, Bor şahane.." diyenler ne kadar haklı?
Bu nedenle,
bu günlere nasıl gelindiğine değinmek gerekir.
Öncellikle;
konuya "Medeniyetler İttifakı" ile başlayalım:
"Medeniyetler
İttifakı"nı; şu 13 Kasım 2006'da İstanbul'da yapılan
"Medeniyetlerarası İttifakı (MAT)" üst Düzey
Grubu toplantısında öne çıkan "Abant Platformu"
bütünselliği içinde işleyerek konuyu açmak istiyorum.
Bilindiği gibi
MAT, 11 Mart 2004'te El-Kaide'nin İspanya'nın başkenti Madrid'de
gerçekleştirdiği terör saldırısı ve bu saldırıda 191 kişinin ölmesi,
saldırıdan üç gün sonra yapılan seçimleri Luis Rodriguez Zapatero'nun
kazanmasına ve Zapatero'nun terörle savaşta şiddet yerine
diyaloğu bir politika olarak benimsemesine giden süreçle başladı.
Zapatero
önce Irak'taki İspanyol askerlerini çekeceğini açıkladı ve ardından
21 Ekim 2004'te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada
Batı ile Müslüman dünya arasında bir Medeniyetler İttifakı kurulmasını
önerdi.
Ve süreç;
'Medeniyetler İttifakı, ilk toplantısını 27-29 Kasım 2005 tarihlerinde
İspanya'nın Palma de Mallorca kentinde gerçekleşmeyle' işlemeye
başladı.
13 Kasım 2006'da
İstanbul'da yapılan ve Türk dış politikası açısından yeni bir perspektif
olarak, ülkemin tarihinde ilk kez global bir oluşumun öncülüğünü
üstlendiği "Medeniyetler İttifakı Üst Düzey Grubu"
toplantısında, Türkiye'nin eşbaşkanlığını yaptığı 'Medeniyetler
İttifakı' girişiminin nihai taslağı kamuoyuna açıklandı.
Temel konu terörizm
ve bu sorunun nasıl önüne gerilebileceğidir.. Ülke olarak üzerinde
durduğumuz nokta terörizm ve İslam'ın özdeşleştirilmesi tehlikesini
taşıyan "İslami terörizm" nitelemesinin
yanlışlığıydı ve yapılan konuşmada terörizmin dini olmadığını temel
sorunun diyalog eksikliğinden kaynaklandığını vurgulandı.
Cumhuriyet'in
kuruluşundan itibaren Batı'ya dönük bir politika izleyen ve İslam
ülkelerine mesafeli duran Ankara, bir anda bu süreçle İslam dünyasının
sözcülüğünü üstleniverdi. Bu duruş, batının geleneksel "Batılı
ülke" algılamasında soru işaretleri yaratan; Türkiye'nin
Batılı olmaktan çok İslami bir ülke olduğunu vurgulayan bir duruştur.
Medeniyetler
İttifakı İkinci Forumu, 6-7 Nisan 2009 tarihlerinde İstanbul Çırağan
Sarayında gerçekleştirilecektir.
Sürecin işleyişinde
bazı açmazların yaşanacağı bir gerçek.Çünkü; basından izlediğimiz
kadarıyla; girişimin ortak başkanları olan Türkiye ve İspanya'nın
Medeniyetler İttifakı'ndan farklı beklentileri var. İspanya'nın
amacı; global terörizmin engellenmesi, Türkiye'nin demeyelim de
(özdeki amaç Türkiye bağlamında prestijin artması ve uluslar arası
stratejik bir kazanç olmalı) birilerinin amacı; AB üyeliği örneğinde
olduğu gibi uluslararası arenada, ulusötesi takiye ile ideolojilerinin
prestijini artırarak stratejik kazanç sağlamak. Bir diğer açmaz
ise; MAT'ın, Ortadoğu politikalarıyla örtüşmesini isteyen küresel
güçlerin, özelikle ABD'nin yönlendirmesi..
MAT'a daha önce
belirlenen şekliyle; İspanya Başbakanı José Luis Rodríguez Zapatero,
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Yüksek Temsilci Jorge
Sampaio'nun yanı sıra siyaset, iş dünyası ve medya alanlarından
çok sayıda liderin katılacağı deklare edildiğini biliyoruz... Yani,
ABD yoktu.. Dahası, üst düzey ülke ve siyasi liderler yoktu..
MAT'a
Obama'nın Katılacak Olması, MAT'ı ABD politikaları
doğrultusunda yönlendirilmesi bağlamında Obama'nın Ankara'ya gelişindeki
ikinci neden olarak gösterilebilir.
'MAT'
bana göre "Uygarlıklar Anlaşması"'ndan çok
askeri anlaşma gibi geliyor. Çünkü girişim Budizm ve Konfüçyizm
gibi uygarlıkları öteleyerek Hıristiyan ve İslam uygarlıklarını
öne çıkarmaktadır.
Böylesi yaklaşım;
Samuel Huntington'un; 1990'lı yıllardan itibaren uluslararası
ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da
ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını ve 21.
yüzyılda da bu eğilimin devam edeceğini ifade eden "medeniyetler
çatışması" tezini sanki haklı çıkartacak bir yaklaşım..
MAT
olgusuna ülkemdeki birilerinin bakışını netleştirmek adına, konunun
yukarıda değindiğim gibi; Fethullah Gülen'e yakınlığıyla
bilinen, dahası onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı'nın önayak olduğu Abant Platformu bütünde
ele alalım:
Nuray Mert'in
29/04/2004 günkü Radikal'de yazdığı "Abant Toplantıları"
başlıklı yazısından aldığım alıntılar zannediyorum konuyu
en iyi şekilde ele alıp anlatacaktır:
"Adamlar,
gelmiş bir Ortadoğu ülkesini işgal etmişler, sivilleri katlediyorlar,
camilerde adam öldürüyorlar. Bizimkiler, hiç utanıp sıkılmadan,
bu adamların Müslümanlara çekidüzen verme projelerinin peşinde koşuyor...
Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, yıllardır Abant'ta, farklı
çevrelerden entelektüel, gazeteci ve yazarların katıldığı, din,
laiklik ve demokrasi ilişkilerinin tartışıldığı toplantılar düzenliyor...
bu sene bu toplantı, ABD'nin güzide eğitim kurumu John Hopkins Üniversitesi
ile birlikte, Washington'da düzenlendi (19-20 Nisan 2004) …. bakanlardan
nevi şahsına münhasır CHP milletvekili Kemal Derviş'e,
ondan Fener Rum Patriği'ne kadar herkes oradaymış. Eminim çok 'faydalı'
bir toplantı olmuştur.
Bakıyorum,
bazı Müslüman çevreler Soğuk Savaş döneminde yüklendikleri misyonu
devam ettirmekte azimliler.
Dün, 'komünizmle
mücadele' adı
altında, ABD politikalarına ucuz hizmet verenler, şimdi de, ABD'nin
çıkarları ve hedefleri doğrultusunda, İslam dünyasına çekidüzen
verme işine gönüllü yazılmış durumdalar. Neyi tartışmışlar biliyor
musunuz; 'Türkiye'deki
laiklik, İslam dünyasına model olabilir mi?'
ve 'Fransız
modeli mi, Anglosakson modeli mi'
sorularını. ... Anglosakson modeli, dinin büyük ölçüde bireysel
ve toplumsal hayattan çekilmesi, sekülerleşmesiyle oluşan ortamda
mümkün olabilir.
Hürriyet
Pazar ekinde Washington toplantısından özetlenen görüşlere göre,
Başbakan 'Anglosakson
modeline sıcak'mış….."
Obama
geliş fırtınasına bir de Rasmussen fırtınası eklendi. Bu
nedenle Başbakanımız NATO'ya nota verdi adeta..
Nedeni; NATO
Genel Sekreterliğine Danimarka Başbakanı Rasmussen'in aday
olması..
Başbakınımız
buna şiddetle karşı çıktı. Bana göre haklıydı. Haklılığının birinci
nedeni; Rasmussen'in adaylığı Türkiye'nin bilgisi dışında
gelişmişti. İkincisi; Danimarka'dan yayın yapan PKK televizyonu
Roj TV'nin, Türkiye'nin ısrarlı girişimlerine rağmen yayını kesilmemişti..
Üçüncüsü; Karikatür krizinde Danimarka İslam alemini karşısına almıştı.
Özellikle son
iki neden için, tavır geliştirmeyen bir lider gösteremezsiniz bana.
Bu konuda keskin duruş göstermeyen bana göre ülkesini zerre kadar
sevmeyen kişidir. Uluslararası prestijin diploması boyutundaki ihanetin
başmimarıdır da....
Eğer tepkilerimiz
samimi ise, acaba şu sorulara yanıt verebilir miyiz?
1- Batı ve Atlantik
ötesi, kendi, ekonomik, kültürel ve sosyal yapılarını güçlendirecek,
hangi yapılanmaları konusunda bugüne dek bilgimize başvurdu?
2- Bir anda
etnik yapıları harekete geçiren, dahası kanalaltında bırakan Kanal-6
TV'nin yarın ROJ TV işlevini üstlenmeye kalması karşısındaki duruşumuz
ne olacak?
3- Karikatür
nedeniyle; İslamiyet konusundaki gerekli bu hassas duruşumuzu neden
Irak'ta ve Afganistan'daki katliamlarda ve İslamiyet'in örselenmesinde
göstermiyoruz?
Gerçekten Obama niçin geldi?
8 Mart 2009
günkü yazılı medyada yer alan "Tüm dünyayı saran ekonomik
kriz Amerikan Rüyası'na, düzeltilmesi hiç de kolay görünmeyen bir
darbe vurdu... Ülkede iyi bir yaşam standardı kalmadı. Yoksulluk
Amerikan orta sınıfında hızla kanser gibi yaylmaya başladı.."
Gerçekten Bor'a
gelmesin?!
Obama'dan
önce gelen vardı. Adı; haber.
Her şeyi anlatan
işte o haber:
"En
prestijli düşünce kuruluşu bir Türkiye raporu yayınladı. Raporda
yer alan "AKP Nereye gidiyor?" bölümünde bazı kehanetlerde
bulunuldu… CSIS'in Türkiye raporunda Ak Parti'yi endişelendirecek
kehanetler bulunuyor… Rapora göre; "gelecek 10 yıl Türkiye
için epey zor geçecek. Küresel krizin şiddetiyle birlikte ekonomik
iyileşmenin son bulması ve AB'yle müzakerelerin durma noktasına
gelmesi ihtimali, bu meseleleri öteleyen AKP'nin altını oyabilir.
AKP'nin silinmesinin yaratacağı boşluğu daha milliyetçi bir hükümetin
dolduracağıysa kesin gibi... Prestijli Amerikan düşünce kuruluşu
Stratejik ve Uluslararası Etütler Merkezi (Center for Strategic
and International Studies - CSIS) önceki gün yayımladığı 100 sayfalık
Türkiye raporunda, Türkiye'nin iç siyasetini, AB, ABD ve Ortadoğu'yla
ilişkilerini ve bir 'enerji köprüsü' olarak rolünü masaya yatırarak
ABD Başkanı Barack Obama'ya ikili ilişkiler için çeşitli tavsiyelerde
bulundu…"
Bu son haber,
Obama'nın Bor'a mı, yoksa Ankara'ya mı geldiği konusunda fikir
verdiğini söyleyebilirim..
evesbere@mynet.com
Nisan 2009
Yazarın önceki
yazıları:
Nöbetçi Anketçi Tahran Erdem
Balbay'a Saldırmak
Eee-Recebim Nedir Bu Ekonomik Paritesizlikler?
Yeni Yıl, Yeni Umutlar
Postemperyalistlerin ve Benim Ermeni
Özürüm
29 E-KİM?
Kendimizle Savaşmak
|