Ayşenil Suadiyeli ATAOĞUL
Ayın Konuğu

 

Halkoyunları uzmanı, usta koreograf Süleyman Özatılan, halkoyunları çalışmalarının yanında Montreal sahnelerinde müziğiyle de geniş kitlelerin gönlünde taht kurdu.

Toplumun Muhteşem Süleyman'ı Montreal Caz Festivali'nde döktürdü

Süleyman Özatılan Montreal Caz Festivali'nde Kaba Horo ile birlikte. Fotoğraflar Ayşenil Ataoğul

Toplumun Muhteşem Süleyman'ı Süleyman Özatılan bu yıl Montreal Caz Festivali'nde sahneye çıktı. Hiçbir zaman müziği ciddi düşünmediğini söyleyen Süleyman'ı festivalde izledik ve onun sahne hakimiyetine, halkı coşturabilme yeteneğine hayran olduk. Uzun lafın kısası Süleyman bir kez daha imkânsızı başardı, Caz Festivali'ne çıktı, bizim Türkülerimizi söylerken hem oynadı hem de izleyicileri oynattı. Çok yaşa sen Süleyman!!!

Bu ayki konuğumuzu Montrealli Türklerin hemen hepsi tanır; halk oyunları öğretmenimiz, başarılı koreograf Süleyman Özatılan. Nam-ı diğer Muhteşem Süleyman. 14 yıldır Ottava ve Montreal'deki üç Türk derneğinin çocuklarına Türk halkoyunlarını öğreten, başta 23 Nisan Çocuk Festivali olmak üzere ekiplerimizin Montreal ve civarında davetli olarak katıldıkları tüm gösterilerde göğsümüzün kabarmasını sağlayan sevgili Süleyman'ın bir başka başarısını sizinle paylaşmak istedim. Kendisi müzik yapıyor; hem de o kadar başarılı ki, geçtiğimiz günlerde Montreal Caz Festivali'nde sahneye çıktı. Hiçbir zaman müziği ciddi düşünmediğini söyleyen Süleyman'ı festivalde izledik ve onun sahne hakimiyetine, halkı coşturabilme yeteneğine hayran olduk. Uzun lafın kısası Süleyman bir kez daha imkânsızı başardı, Caz Festivali'ne çıktı, bizim Türkülerimizi söylerken hem oynadı hem de izleyicileri oynattı. Çok yaşa sen Süleyman!!!

- İzmir'de doğdum, Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuarı Türk Halkoyunları bölümünü bitirdim. Mezun olduktan yaklaşık 8-9 ay sonra da Kanada'ya geldim. 1995 yılıydı, herkes gibi maddi ve manevi açıdan çok zor günler geçirdim, çok sıkıntılı dönemlerim oldu. Çok kez dönmeye kalktım, karar verdim ama hep caydırdılar. Biraz daha dayanayım dedim, derken o günlerden bugünlere geldik. Zaten sen beni ilk günlerden beri tanıyorsun Ayşe Abla.

- Evet ama yeni okuyucularımıza tanıtalım seni. Burada halkoyunları işine nasıl başladın, Turquebec Derneğiyle nasıl tanıştın?
- Aslında şöyle oldu, ilk geldiğimde Jean-Talon'da Yasemin Bar diye bir bar vardı. Orada Mulla, Osman, Kemal Abi diye birileri vardı. Onlar bir müzik grubu kurmuşlardı. İşte ben de arkadaşım Murat'la birlikte onlarla çalışmaya başladım. Kaval, darbuka çalıyordum, bazen şarkı da söylüyordum. Öyle, hani o dönemlerde üç beş kazansak da kârdır misali. Hoşuma da gidiyordu aslında. İşte orada Ramazan diye biriyle tanışmıştım. O bahsetti Turquebec'ten; 'gel seni tanıştırayım' dedi. Derneğin Cumhuriyet Balosu vardı, oraya gittim. Kendileriyle tanıştım, Turizm Fuarı varmış, orada program yaptım ve sonra da derneğin grubunu çalıştırmaya başladım.

- Sonra aynı zamanda başka derneklerin gruplarını da çalıştırmaya başladın.
- Evet; önce Ottava'daki Türk Derneği, ondan sonra da Montreal Türk Kültür Merkezi'nde çalışmaya başladım. Ama o sadece 5 yıllık filan. Bilirsin, benim kıymetlim ve ilk göz ağrım Turquebec'tir; onu kimseye değişmem. Hayallerimi gerçekleştirmeye başlamam Turquebec sayesinde oldu.

- Haklısın ama, Turquebec de senin sayende her zaman bu kadar başarılı bir halkoyunları grubuna sahip oldu, Montreal ve çevresinde tanındı, festival ve gösterilere davet edilmeye başladı. Bence siz, yani sen ve Turquebec birbirinizi meşhur ettiniz Süleyman!!!
- Hah... haha....

- Neyse sonuçta Ottava ve Montreal'deki halkoyunları öğrencisi Türk çocuklarının hepsinin öğretmeni sen oldun.
- Evet, halkoyunları yapanların hepsi benim öğrencim oldu.

- Bu işle geçinmen mümkün olamadı bildiğim kadarıyla. Ek işler yapmak zorunda kaldın.
- Evet, uzun süre kuyumcuda çalıştım. Kuyumun her dalını yaptım diyebilirim. En son Bijuteri Adnan'da çalıştım. Orada CNC denilen bilgisayarlı bir makine var; yüzüklerin dizaynını yapıyorsun. En son o işi yaptım ve bıraktım.

- Şimdi ne yapıyorsun?
- Vallahi hayatımda halkoyunları ve dernekler hâlâ devam ediyor. Onun haricinde müziğe başladım. Ben hiçbir zaman müziği ciddi düşünmedim, hâlâ da düşünmüyorum ama, ciddi şeyler oluyor. Ben istemesem de oluyor. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim; ben konservatuarda hem müzik eğitimi hem de dans dersi aldım. Çünkü konservatuarda müzik eğitimi almak zorundasın. Beş sene Türk Halk Müziği Solfej Nazariyatı aldım. Üç sene Türk Müziği Solfej Nazariyatı aldım. İki sene batı müziği aldım. Ritm sazı aldım, meslek çalgım vardı.

- Meslek çalgın neydi?
- Kaval, ney ve zurnaydı. Ama okuldan mezun olduktan sonra ben meslek çalgılarımı elime almadım diyebilirim. Bir tek yeni geldiğimde kaval çalıyordum.

Yani 13 senedir hiç çalmıyordum. Notaya falan da bakmıyordum. Bu iş çok nankördür. Takip etmezsen, çalışmazsan unutur gidersin. Derken bundan üç sene kadar önce, Lucas diye bir çocuk var, İngiliz, buralı. Klarnet çalıyor. İstanbul'a gitmiş, Selim Sesler'den ders almış. Kendisi ünlü bir klarnetçidir. Neyse, bu çocuk burada küçük bir grup kurmuş. Grupta benim öğrencim olan Alman bir kız da vardı. Bunlar darbukacı arıyorlarmış. Bana sordular, 'müzikle ilgilenmiyorum, gelemem' dedim. Çok ısrar ettiler, üç ay onlarla çalıştım, sonra bıraktım. Bu çocuk sonra Cümbüş adında başka bir grup kurdu, 'ne olursun gel, solistimiz ol' diye üç ay boyunca aradı beni. Sonunda ona 'he' dedim. Cümbüş'te şarkı söylemeye başladım. Bir süre gittik, daha sonra başka bir gruptan birisi gördü beni. O grup da Caz Festivali'nde birlikte sahneye çıktığımız Kaba Horo. Bunlar Bulgar çingene müziği yapıyorlar ve buradaki en iyi grup diyebilirim. Çünkü daha önce çıkardıkları albüm, Kanada'da 'En İyi Etnik Albüm' ödülünü aldı. Çok iyi bir grup. Onlar istediler beni. Şimdi onlarla çalıyorum. Ama orada herkes hem bir şey çalıyor hem de şarkı söylüyor. Mesela gitar çalan çocuk Lubo; o da şarkı söyler. Ben darbuka çalıyorum, arada Türkçe parçaları ben okurum. Bazen Bulgarca parçaları da okuduğum oluyor. Karıştırıyoruz yani, çok güzel bir grup. İşte öyle gidiyor.

- İki grupta da çalıyorsun öyle mi?
- Şu anda hem Cümbüş'te hem de Kaba Horo'da çalıyorum. Bir de kendime bir grup kurdum. Bu da aslında şöyle oldu, Cümbüş'le ve Kaba Horo'da yaptığım müzikler genellikle Balkan müzikleri. Ama ben bir de kendimi tatmin etmek için Türkçe, ama her şeyiyle Halk Müziği, Klasik Türk Müziği, Arabesk ve pop şarkılar yaptığımız bir grup kurdum. Kent merkezinde Cafe Gitana var, biliyorsun; orada program yapıyorum ara ara. O programda bir sürprizim var. Ben Huysuz Virjin'i çok seven bir insanım ve o türde bir şov yapmayı çok istiyorum. Artık sahnede yaptığım espriler, sahne hakimiyetim o kıvama geldi. Sadece görüntü itibariyle Huysuz Virjin gibi değilim ama, zaman zaman onu yapmak istiyorum. Çünkü o da benim hayallerimden bir tanesiydi, onu gerçekleştirme yolunda ilerliyorum. Neyse, geçenlerde yine kendi grubumla Sarayevo'da bir program yaptık. Yani şu anda üç grupla çalışmış oluyorum.

- Başka nerelerde program yapıyorsunuz?
- Cümbüş'le genelde St. Laurent üzerindeki Les Bobards'da program yapıyoruz. Kaba Horo'yla da orada program yapıyoruz, ancak Kaba Horo'nun konsepti farklı. Tanınmış bir grup olduğu için onlarla başka yerlere de gidiyoruz. Mesela Quebec City'ye gittik, Quebec'te başka yerlere festivallere gittik. Yakında Meksika'ya gideceğiz. Ayrıca bu sene çok büyük bir olay, Montreal Caz Festivali var, orada çaldık. Belki kışın Barcelona, Avrupa olabilir. Yani böyle gidiyor.

- Bu grupta kaç kişi var? Nereliler?
- Davulcu, saksofon, akordeon, bas gitar ve ben yani darbuka ve bir de Bulgarların kendilerine has bir gitarı var; yani Bulgar gitarı olmak üzere 6 kişiyiz. Nereli olduklarına gelince; aslında şu an grup biraz değişti. Üç kişi Bulgardı, ikisi gitti. Yalnızca Bulgar gitarı çalan Lubo kaldı Bulgar olarak. Davul çalan Kanadalı zenci, saksofoncu Amerikalı, akordeon çalan Moldovyalı, ben Türk asıllı. Yani karışık, ama çok güzel bir grup.

- Peki Süleyman, şarkı söylüyorum dedin, şan dersi aldın mı?
- Tabii; konservatuarda alıyorsun mecburen. Ben zaten okuldan mezun olduktan sonra Türkiye'de sahneye çıkmak istiyordum, ama hemen buraya geldim. Bir de şöyle söyleyeyim, benim konservatuarda branşım halkoyunlarıydı ancak, hangi branşta olursan ol almaya mecbur olduğun dersler var. Mesela hazırlık sınıfındayken solfejden ya da ritmden kalırsan direkman okuldan atılıyorsun. Yani müziğin de çok önemi var. Ben her zaman şunu söylerim; aman aman sesim yok ama, benim sahnem çok iyi. Yani yıllardır sahnede çok piştim. Mesela Türkiye'de Devlet Tiyatrosu'nda 5 sene her gece sahneye çıktım, müzikallerde oynadım, müziğin ve dansın içerisinde büyüdüm. Sahne artık benim için problem değil, yırtıldım, resmen sahnede yırtıldım. Seyirciyi tanıyorum, hakikaten program esnasında sahneden insanların kudurduğunu görüyorum, çok eğleniyorlar. Geçenlerde başka bir gruptan da teklif geldi bana. Beni sahnede seyretmişler, 'müthişsin, bizimle çalışır mısın' dediler. Dedim 'şu anda dur, üç grupla çalışıyorum, söz veremem'. Mesela 'sen sahnede güneş gibisin', hakikaten öyle diyorlar. Bir de dans yeteneğimle beraber karıştırıyorum, sahnede şarkı da söylüyorum. Yeri geliyor, dans da ediyorum; bunun da çok büyük etkisi var.

- İlerisi için ne gibi projelerin var Süleyman?
- Vallahi müziği ciddi olarak düşünmüyorum diyorum hâlâ, ama bakıyorum oldukça ciddi gidiyor, çok iyi yerlerde çıkmaya başladık. Bu arada Cümbüş'le bir albüm yapıyorum, Eylül'de piyasaya çıkacak ama, bu işler nasıl olur bilemiyorum. Her şey bir şanstır. Yani ben müziği ciddi düşünmezken buralara kadar geldi. Bundan sonra da ne olur bilemiyorum. Ama benim kafamda tabi ki bir takım şeyler var. Eğer kendimi dürtebilirsem, müzikle dansın birleşiminden yapılabilecek çok şeyler var. Şöyle söyleyeyim, Türk kültürü gerek dans, gerekse müzik bakımından çok güzel bir kültür. Buradaki adamlara bakıyorsunuz; adamlar bilmemelerine rağmen bu müziği alıp köşesinden kıyısından bir şeyler yapıp da satmaya bakıyorlar. İşte biz bunların önemine varamıyoruz herhalde. Bunu bir yabancı yapabiliyorsa, bir Türk neden yapmasın? Burada müzik alanında çalışan bir tek İsmail (Fencioğlu) var. O daha ciddi tabi ki, onun asıl branşı bu.

- Kendisiyle birlikte bir şeyler yaptınız mı?
- Yok, kısmet olmadı henüz.

- Hayallerin ve projelerinden söz ediyorduk...
- Bazen çok koşturursun, çok çabalarsın ama bir şey olamazsın, bu bir şanstır bence...

- Doğru zamanda doğru yerde bulunmak gibi....
- Aynen; kafamda çok güzel şeyler var ama dediğim gibi, ben hâlâ müziği çok ciddi düşünmüyorum. Şu anda seviyorum, hoşlanıyorum ve yapıyorum ama, bazen 'nereye gidiyor' diyorum. Benim elimde olmadan gidiyor bazen. Yani insanın hayalleri vardır. Mesela eskiden caz festivaline ya da 'Francofolie'ye (Fransızca Müzik Festivali) giderdim ve hep kendimi sahnede hayal ederdim. Şimdi bu gerçekleşti. Seneler sonra da olsa gerçekleşti, bu muhteşem birşey.

- İnşallah devam eder...
- İnşallah...

- Süleyman, seni bildim bileli Türkiye'ye döneceksin. Ama görüyorum ki hâlâ buradasın ve de çok başarılı, çok mutlusun...
- Ay, orada stop... Türkiye'ye hepimiz dönmek istiyoruz. Kimse bu memlekette ölmek istemiyor, ben de istemeyenlerdenim. Zaman zaman içim kabarıyor Türkiye, Türkiye diye. Ama uzun yıllar yurtdışında yaşadıktan sonra Türkiye'de çok şey yitiriyorsun. Şu an için dönmek zor geliyor bana. Dönmeyi çok istiyorum ama, bir de ciddi olarak düşündüğün zaman şu var: Acaba Türkiye'de belli anlamlarda buradaki rahatlığımı bulacak mıyım? Yani ciddi anlamda düşündüğüm zaman, Türkiye'de sorun olmaz. Yani ben yine iş de bulurum, çalışırım da; ama belli şeyler var beni burada tutan belki de... Ha, bu ülkeyi seviyor muyum? Aslında çatışıyorum. Ama ben bu ülkeyi seviyorum, ben bunu biliyorum. Burada kendim çok huzurlu hissediyorum. O kadar huzurlu hissediyorum ki, ister istemez, ben buraya geleli 14 sene oldu, bu kadar zamanda bir ülkeyi bir paçasından yakalayıp adapte oluyorsun. Burası senin bir ülken oluyor. Kanadalıyım demedim hiçbir zaman, hep çatışıyordum, 'hayır ben Türküm' diyordum her zaman. Belki de ben milli değerlere fazla bağlıyım ya da imigran (göçmen) psikolojisi hep aynıdır; kimliğini kaybetmek istemiyorsun, ama bu ülkeyi de seviyorum, bu da bir gerçek. Eskiyle kıyaslarsam, şimdi gelgitlerim çok daha azaldı. Daha buralıyım mı desem... yani eskisi gibi patlamıyorum; 'hadi ben Türkiye'ye gidecem, yeter burdan bıktım' diye kudurmuyorum. Aksine, 'evet, burayı da seviyorum' diyorum. Ha, Türkiye'ye döner miyim? Bundan dört sene önce Türkiye'ye dönmeye karar verdim. Gittim orada 4 ay kaldım. Bir de Kanada'ya gidip düşüneyim dedim; geldim ve kaldım. Demek ki bu ülke güzel bir ülke, rahat bir ülke, her açıdan. Herhalde beni buraya en çok bağlayan şey de özgürlük. Onu çok seviyorum, kimsenin kimseye hesap sorduğu bir yer değil.

Ağustos 2009

Yazarın Önceki Yazıları:
"Burada bir hikâye var, bunu çekmeliyim dedim.
Ve hiçbir şey iki kez çekilmedi!"

Türkiye'den Kanada'ya sanat köprüsü ve Ressam Atanur-Asuman Doğan çifti
Montreal'de Türk Kültür Şöleni'ni başlatıyoruz
Duo Romantika'dan dört el'li sevgi damlaları…
Petro Canada'ya karşı işçilerin utkusu
Kriz gerçekten korkunç mu?
"Zekât, bu ülkede herkes tarafından gerektiği gibi uygulansa…"
Zayıflamak sorun değil, onu korumayı bilmeli!
Ressam Ali Refik Ataoğul: "Sanatçı avant-garde olmalı"
Profesyonel bir yardım toplayıcı: Eda Levi
Fethullah hareketiyle ilgili Mahçupyan:
"O ağın içinde pekişmesi sayesinde tabii ki bir siyasi güç"

Mahçupyan: "Hrant'ın ölümünü hâlâ kabullenebilmiş değilim."
"Benim planlamacıya ihtiyacım yok demeyin!"
"Çok paranız olması önemli değil, elinizdekini akıllıca değerlendirin!"
Rum Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs yurttaşlarına pasaport veriyor
Melisa, oğlu ve torununa destek için Erivan'dan geldi
İsmail Cem İpekçi: "Kültürünüzü yitirmeyin ama, yaşadığınız topluma da karışın!"