Press "Enter" to skip to content

Kebekli Recai Bey’in Duyarlılığı

Recai Bey aradı, Recai Rüzgârınoğlu.

Recai Beyi yıllar önce Kebekli dostum Nicole, düzenlemiş olduğumuz bir Montreal Türk Filmleri Şenliği’nde tanıştırmıştı. Nicole Gagnon, içinde Ferhan Şensoy’un da bulunduğu birçok Türk yazarın kitabını Fransızcaya kazandırmış, Türkiye’yi, Türk insanını seven bir dost.

Recai Rüzgârınoğlu, Kebek kentinde bulunan Laval Üniversitesi Mimarlık Fakültesi profesörlerinden Aygen Toruner’in öğrencilerinden. Nicole gibi, Türkiye’yi ve Türk insanını seven Recai beyin gerçek adı Louis Réjean. Kendine bir Türk adı seçmiş. Söyleşimiz sırasında öğreniyorum ki sadece kendine değil, yakınlarına da birer Türk adı vermiş. Örneğin 2006 yılında yitirmiş olduğu çocuklarının annesine Fatma adını vermiş. İki oğlundan birinin adı Turgut, ötekinin Tayfun, gelininin adı Nilgün; şu andaki eşi Hélène ise Lale olmuş. En son 2008’de hep birlikte Türkiye’yi ziyaret etmişler. Mimar Recai bey şimdilerde emekliliğini yaşıyor.

Batılılarda biz Doğulularda olmayan olmazsa olmaz bir gelenek var; kaydetmek, korumak, saklamak, kuşaktan kuşağa tarihleriyle birlikte aktarmak. Kuşkusuz bunun için kurumsallaşma ve süreklilik gerekli; dolayısıyla bu kurumsallaşmayla denemelerin ve birikimlerin gelecek kuşaklara sağlıklı ulaşması olanaklı oluyor.

Türklerin tarihini yazan Fransız Tarihçi Jean-Paul Roux, ‘Türkler her şeyi yazmış, o sayede birçok tarihsel olaya tanık oluyoruz’ der iyimser olarak ancak, ben pek emin değilim. Osmanlı’nın kimliği olduğu gibi, kuruluşu bile hâlâ tartışmalı. Işıklar içinde yatsın, Tarihçi Halil İnalcık’ın iğneyle kuyu kazar gibi araştırmalarla birçok ayrıntıyı ortaya çıkarmasına karşın televizyonlarda tarihsel gerçeklere aykırı diziler yayınlanabiliyor. Bu bağlamda birçok yapıtın tarihini de pek bilemeyiz, çünkü belirtilmemiştir. Halbuki Batılılar en eski kitapları, filmleri bile tarihsiz bırakmazlar. Örneğin en eski Hollywood filmlerinde bile ne zaman çevrildiği filmin sonunda belirtilirken, bizim filmlerde yakın dönemlere kadar tarih koymak gibi bir kaygı olmadı. Örneğin bir başyapıt olan Ahmed Arif’in ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ adlı kitabının yüzlerce baskısı olmasına karşın, birçoğunun yılı ve basımevi belli değildir.

Bizde kurumsallaşma olmadığından saklamaya, korumaya da pek önem verilmiyor. Işıklar içinde yatsın, gazetemiz yazarlarından sevgili Engin Aşkın’ın ardından kitaplığındaki nice değerli yapıtın geri dönüşüm için kullanılmış kâğıt merkezlerine gittiğini duyduğumda içimin nasıl yandığını anlatamam sizlere.

Birçok kişide bulunan nice Varlık dergilerinin, Cumhuriyet gazetelerinin, yazınsal yapıtların yine kâğıt işleme merkezlerine gönderildiklerine üzülerek tanık oldum.

Bu bir ekinsel gelenek olsa gerek. Biraz uğraş verip bu değerleri koruma altına alabilecek kişi ya da kurumları aramak kimsenin aklına gelmeyebiliyor. Kurumlaşma olmadığı için de kendinden önce verilen emekleri dışlayan her yeni kuşak Amerika’yı yeniden keşfe çıkıyor.

O nedenle Recai beyin çabasını çok değerli buldum. Bir duyarlılık örneği gösteren Recai bey çok aramasına karşın Prof. Aygen Toruner’den kendisine kalan kırk yıllık müzik belgeliğini (arşivini) koruyacak bir Türk kuruluşu bulamamış, benden yardım istiyordu. 1970’lerden 2000’lere nice değerli albümler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bir şair de olan Prof. Aygen Toruner, Osmanlı müziği de içinde olmak üzere çağdaş Türk müziği, protest müzik, halk müziği türlerinden oluşan yüzlerce albüm biriktirmişti. İçinde Aysun – Ali Kocatepe’ler de var, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil ya da Hümeyra, Ezginin Günlüğü, Timur Selçuk, Esin Afşar, Arif Sağ, Okay Temiz, Modern Folk Üçlüsü ve elbette Anjelika Akbar ve Fazıl Say da var…

Neyse ki tüm bu albümler duyarlı Mimar Recai bey sayesinde bize ulaştı da, biz de Bizim Anadolu belgeliğine alarak bu değerleri yok olmaktan kurtardık. O albümlerin yeni teknolojiyle kalıcılığını sağlamaya çalışacağız.

Bu arada, Prof. Aygen Toruner’i küçük bir öyküyle anmadan geçemeyeceğim.

Prof. Toruner öğrencilerine yaz ödevi vererek onları Türkiye’ye getirip değişik mimari yapıtlar üzerinde çalışmalarına olanak da sağlamıştı. Bu konuda Türkiye’ye onlarca gezi düzenlemişti.

İlk gezi düzenlemesi için Türk Büyükelçiliği’ne başvuran Prof. Toruner, öğrencilerine vizenin yanında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan konaklama ve gezi için yardım istiyor.

Ottava’daki Türk Büyükelçiliği bu dileği Dışişleri ve Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderiyor. Ancak gezi tarihi yaklaşmasına karşın Türkiye’den herhangi bir yanıt alınamıyor.

Öğrenciler de hazır olduğu için onları hayal kırıklığına uğratmak istemeyen Prof. Toruner hemen kolları sıvıyor, Türkiye’deki eğitim kurumlarıyla kendisi iletişime geçiyor; önceden alma zorunluluğu olmadığı için de vizeleri Türkiye’ye varışta havaalanında sağlıyor ve eğitim gezisini ilk başlarda zorluklar olsa da başarıyla bitiriyor.

Yurttan ayrılırken Dışişleri Bakanlığı’ndaki bir dostunu görmeye giden Prof. Aygen Toruner’e o dostu, ‘yav dostum kusura bakma, senin öğrencilerinin konaklama ve eşgüdümü sağlama konusunda iki bakanlık arasındaki çekişme yüzünden yanıt verilemedi, inşallah başka bir sefere’ deyince Prof. Toruner kahkahayı basıyor: ‘Boşver dostum, ben o işi hallettim. Biz geldik, eğitimimizi başarıyla tamamladık ve dönüyoruz. Sana vedaya gelmiştim.’

Işıklar içinde yatsın!..

 

o.ozen@bizimanadolu.com

Tüm Yazıları»

 

Ömer F. Özen / Gözleyi, gözleyi… / 20 Ağustos 2021

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...