Press "Enter" to skip to content

Zamanın Eli

Zamanın Eli

Uzaktan, büyüdüğüm “benim” dediğim şehrimin kalabalık cadde ve sokaklarında yürürken acı gibi işler içime…

 

 

 

Uzaktan, büyüdüğüm “benim” dediğim şehrimin kalabalık cadde ve sokaklarında yürürken acı gibi işler içime…

Estetiği olmayan zevkin, şeklini bulamamış bir heykelin ifadesi’nin, kendini arayan yaşamlarının fotoğrafları…

Gelir çarpar yüzüme…

Sen her an içindesin gözün alışır, algına yerleşir, normalmiş! gibi durur gözlerinin önünde…

Ben iki üç gün görüyorum ya, çakılıyor, kazınıyor adeta beynime …

Olumsuza odaklanmamaya özen gösterip, soluklanmıştım iki yıl önce, Ankara’nın Yukarı Ayrancı tarafında, Meclise yakınca bir yerde ince belli çayımı alıp…

Sabah saatleriydi, kimi koltuğunun altında gazetesiyle gelmiş, kimi çocuğu ile. Kuşlar bile benimsemişti belli ki… uçuşup duruyordu sevinçle…

Sordum, işte “O, genç çocuk” işletiyormuş, bana cevap verirken, bir başka genç çocuğa, çalması için bir CD ismini kulağına fısıldamıştı.

“Bin bir direkli Haliç’inde akşamlar

Adalarında bahar Süleymaniye’nde güneş

Ey sen ne güzelsin kavgamızın şehri …”

O şarkı eşliğinde çocukluğuma uzanmış, babamın elinden tutarak yürüdüğüm tam o caddedeydim…

Hiç bir mekân bıraktığımız gibi değil, “en azından görüntü aynı” diye, içimi ferahlatarak… hatta söz de vermiş, yine gidecektim.

Fondaki Zihnimde;

Ellerimizi sürmeden, dirseğimizle tozunu alıp taktığımız ÖZTÜRK SERENGİL’in 45’liğinden bir şarkı yaralı duygularıma çarparak akıyordu…

“UNUTTUN BİZİ ZALİM”

Ne var ki;

Geçen yaz, O şirin cafe’nin yerinde, yüksekçe bir apartman boy vermişti ağaçlar yerine.

Ve çarşaflar havalanıyordu yan cephedeki balkonda, kuşlar çatı arası…

Farkındayız işte…

Şehirde, dağda, köyde her şey çok çabuk eskiyor…

Arkadaşlıklar, sevgiler eskir mi ya! aşklar eskiyor…

Kelimeler, sözlerse en çabuk eskiyenler… söz ağızdan kimine göre bir kez çıkarken / bir çoğuna sayısız…

Sabah söylenen sözler, akşamına işkembe çorbası, üzerine limon katılıp kaynarken, yalan paçalardan….

Apartman dedim de…

Anadolu’nun ortasındaysan ve mevsimlerden de yazsa;

Güney’e özlemle yol’a çıkmış bulurum kendimi… Başım cama dayalı, gözlerim dışarıda…

Böyle bir gidişte görmüştüm kendi yolunun olmadığı ön cephe’nin yola baktığı pembe kireç boyalı, balkonlu, kat kat klimalı, tarlanın orta yerinde beş katlı bir apartman İznik civarı…

Koyunu, keçisi, kümesiyle de koşturmalı da bir hayat hani…

Sanki “Babam’ın tarlasıymış” gibi, en az otuz kilometre “neden tarlanın ortasında, o zevksiz bina dikili; neden?”

Şehir özlemi mi? Baba, dayı, amca üzerinden aile arası rant belası mı?

Rant uğruna satılıyor, tahsis ediliyor. Önceleri sessiz sedasız olan talan şimdilerde ahlak, utanma, namus olmayınca ulu orta… ucunda bir hikâye ile duyuruyor çok sayın yetkili!! Diktatörler sever ağzından düşürmez benim milletim, millet istiyor, millet için….

“ŞU ŞEKER HASTALIĞININ SORUMLUSU ŞEKER FABRİKALARIMIZDIR. SATTIK GİTTİ”

Orada duyguları, izanı, vicdanı olan dizine vuruyor / burada ben…

Kirletilen deniz…

Dozerlenen harabe…

Doldurulan gölet…

Dili yok ki kesilirken AH çeksin zeytin ağacı…

Orada sen / Burada ben.

 

 

içTen

 

ictenicten@hotmail.com

 

Tüm Yazıları»

 

 

İçten Külünk / Bizim Anadolu / 28 Mart 2019

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...