Unutmak, utanmak…
“Yokluk da varlıktır” derlerdi eskiler… Yokluğun yoklukta kayboluşu bizim neslin hastalığı…
Dışarıdan ne kadar vahim gözüküyorsa durum, içeride de o kadar korkunç.
Aklıselim birkaç kişiyiz aslında. Deli olmaya özenen, 3 maymun olmayı beceremeyen.
Burada internet kısıtlı. Yasak değil diğer bir dememle, sadece kısıtlı. Dünyanın en iyi interneti bizde aslında. Asrın projelerini Türkiye bazlı, Türk ama hep yabancı firmalar almış, reklamlarda gördük. Ama nedendir bilinmez, arada kesiliyor. Twitter denilen -babamın haberci kuşunun evrensel sürümü-, Facebook denen -bizlerin eski toplumsal kıymetlerin sanal hali-, aslında çalışıyor, çalışıyor da; ulaşılamıyor. Haberler gibi. Var ama, yok!..
“Yokluk da varlıktır” derlerdi eskiler… Yokluğun yoklukta kayboluşu bizim neslin hastalığı. Yok, yok.
Yok, yok çünkü bu ülkede; aslında olmaması gereken her şey var. Huzursuzluk, eşitsizlik, korku, endişe, umutsuzluk…
Bir insan, insan olabilir mi umut etmeden? Yarının programı değil oysa meselem. Ama bir ışıktan bahsedilir ya hep; ölümle yaşam arasına bile sıkışmayı beceren o ışık, sadece ampullü amblemlerde. Yoksa, etrafta bu tünelin ucu da karanlık. Çok karanlık.
Deli olmak lazımdı bu dönemde. Belki o zaman unuturdum. Unuturduk.
Yargılamayın.
Herkesin unuttuğunu hatırlamak, bilmek, yaşamak ve hissetmek nasıl bir yüktür, bilemezsiniz. 78 milyonun en az yüzde ellisinin unutkanlığını, kalanın yüzde doksanındaki vurdumduymazlığını, biz sözde ayıkların sırtlaması.
Terör olaylarının gerçekleştiği İstiklal’e giden, bu ziyareti “nostaljik” bulan ve “Fakirler karanfil bırakıyor, ben gül bıraktım” diyen ve buna kahkaha atabilecek vicdansız insanlarla yaşamak zorunda olmak nasıl bir zorluktur, utançtır. Bilemezsiniz.
Utanç demişken…
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun “bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” sözlerini tekrar hatırlatmak istedim. 3 yıl boyunca 45 çocuğumuzun yarınlarını karartan kişiyi ve bu yaşananları hiç görmeyen kurumu korumaya çalışan bir Aile Bakanı’na sahip olmak… Çocuklarımızdan özür dilerim. Böylesi UCUBE bir Bakanın onları temsil etmesini engelleyemediğimiz için, özür dilerim. 3 yıllık cehenneminizi size tekrar tekrar yaşattığımız için özür dilerim.
Can Dündar. Henüz “Mustafa” belgeselini bizler unutmadık. Bugün geri geri giden merdivenin adaletimizi simgelediğini de fark ettik ama! Can Dündar ve Erdem Gül’ün mahkemelerine getirilen gizlilik kararıyla pekişen Erdoğan ve MİT müdahilliği biraz da olsa rahattı halkımızı, eminim. En azından unutmak zorunda kalmayacaktık tüm o detayları, zırvalıkları, saçmalıkları. Gizliliği unutmaktı tek işimiz. Bu da işimizdi, adı üstünde.
Reza Zarrab’ı unutmuştuk da, Ebru Gündeş’in “bu olaylardan kızımın etkilenmesini istemiyorum” diyerek döktüğü o acıklı sahneyi unutmamıştık. Oscar’lık performansa Hollywood filmlerini aratmayacak bir gözaltı/tutukluk sürecine tanıklık ettik son günlerde. Mazide kalan 17 Aralık Operasyonunun reenkarnasyonunu Savcı Preet Bharara’ya borçluyuz. Yoksa biz işimiz gereği zaten unutmuştuk.
Unutmaktan bahsedince o söz geldi aklıma 90’ların incilerinden:
“Unutma,
Unutulanlar
Unutanları
Asla unutmazlar”…
Anlayana!
Unutmadan, bir bardak soğuk su lütfen.
Yonca Varlı / Görüşler / Bizim Anadolu / 25 Mart 2016
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…