Sosyal Demokrasi
(Nedir, Ne Değildir?) / 2000’li yıllara girerken Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin üçte ikisinde, İngiltere’den Yunanistan’a, Portekiz’den İsveç’e değin ‘Sosyal Demokrat’ partilerin hükûmet olduklarını görüyoruz.
Her ne kadar ‘Sosyal Demokrat’ diyorsak da, bunlar ‘İşçi Partileri’nden ‘sosyalist’lere uzanan bir ‘yelpaze’ oluşturmaktadırlar.
Ancak, Avrupa Birliği ülkelerinde, belki ağız alışkanlığıyla ve/ya da gerçek bir ‘kavram kargaşası’ dolayısıyla, ‘Pazar Ekonomisi’ni savunmak koşuluyla ‘Sosyal Devlet’i savunan partilere ‘sosyal demokrat’ etiketi vurulmaktadır.
Demek ki ‘Avrupaî Sosyal Demokrasi’nin iki ayağı var; ‘Sosyal Devlet’ ve ‘Pazar Ekonomisi’.
Oysa ‘Sosyal Demokrasi’nin tarihsel kökeninde bir başına Marksizm yoksa bile ‘Sosyalizm’ haydi haydi vardır.
Ve sosyalizmde Lenin’in NEP dönemi hariç ‘Pazar Ekonomisi’nin yeri ya yoktur ya da göreli olarak belirleyici değildir.
Öte yandan ‘Sosyal Devlet’ kavramına, örneğin Alman Ulusu’nun kurucusu denilebilecek Bismark’ın en önemli katkılarının olduğu bilinmektedir.
Tam da bu nedenle, örneğin Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin, gerçekte ‘Sosyal Demokrat’ bir parti olup olmadığı da tartışılmalıdır.
‘Biz sosyal demokrat bir partiyiz’ demekle sosyal demokrat olunamadığı gibi, ‘sosyal devlet’i savunuyor olmakla da ‘sosyal demokrat’ olunamamaktadır.
Çünkü, ileride değineceğimiz üzere, günümüzde ‘sosyal devlet’ anlayışı olmasa da, bu doğrultudaki ‘politika’lar ‘merkez’ ya da ‘sağcı’ partilerin de göreli bir başarıyla uyguladıkları ‘politika’lar olmuşlardır.
O halde, özellikle sosyal demokratlığıyla övünen CHP’lilerin olduğu gibi, CHP’yi ‘sosyal demokrat’ olduğu savıyla eleştiren kesimlerin de ‘sosyal demokrasi’yi gereğince ‘bilmedikleri’ üzerinde durulması gerekmektedir.
Bu yazı dizimizde, kusura kalınsa da olur, ‘bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır’ diyen uzsözümüz anımsatılarak, bu konuda ‘bilinti’ (information) değil ama olabildiğince ‘bilgi’ (savoir) verilmeye çalışılacaktır.
Çevrim Yöntemi
2000’li yıllardan itibaren ‘Sosyal Demokrasi’yi savunan siyasal partilerin seçimlerde giderek başarısız olmaları ‘Sosyal demokrasinin sonu’ olarak değerlendirilmelere yol açtı.
Gerçekten Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla nasıl ‘komünizmin sonu’ ilan edildi ise, Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin başarısızlıkları da ‘sosyal demokrasinin sonu’ olarak ilan edilir oldu.
Burada sorun, ‘moda’ olduğu üzere, ‘olgu’lara ya da ‘oy yüzde’lerine bakarak değil, ama bir ‘ideoloji’ olarak ‘sosyal demokrasi’nin sonunun gelip gelmediği açıklanacaksa eğer, bir ‘yöntem sorunu’ ile karşı karşıya olduğumuzun bilinmesidir.
Örnek olarak, bir zamanlar revaçta olan ‘İskanidav modeli’ ya da somut olarak ‘İsveç Modeli’ üzerinde durulacaktır.
Baştan söylenecek olursa, ‘İsveç Modeli’, ekonomik çevrimlerin dayattığı olumsuz etkiler sonucu belli bir gerileme yaşamış olmasına karşın yeniden ‘canlanma’ya başlamıştır.
Ne var ki, bu İsveç’teki ‘sosyal demokrat’ partilerin ‘başarım’ (performans)ından çok, ‘sosyal devlet’in belli bir ‘yapı’ya kavuşturulmuş olmasındandır.
Demek ki, ‘sosyal demokrasi’ salt bir ‘parti politikası’, ‘program’ı olmaktan öte, bir ‘sosyal yapı’ konusudur.
Her ne kadar, bir ara ‘Gönenç Devleti’nin sonu gibi savlar ileri sürülse de, bu belli düşünce üretim merkezlerinin üniversite çevrelerine sunduğu bir ‘düşünce’ olmasının ötesine geçemedi.
Çünkü, bu tür ‘moda düşünce’ler, ekonomi ve politika düzeylerinde kalıp ‘toplumsal yapı’, ‘örgütlenme’ ve çok daha önemlisi ‘Devlet’ ve ‘Ulus’ gibi temel kavramların ‘derinlik’lerine inememişlerdir, inememektedirler. Örnek olsun, bugün Türkiye’de ağızlara sakız yapılan bir ‘üretim’, ‘üretim ekonomisi’ gibi boş laflar revaçtadır. ‘Kamuculuk’, ‘kamu önderliği’ ve hatta ‘plan’dan sözedenler de yok değildir.
Oysa ‘üretim’in bir ‘toplumsal iş bölümü ve işbirliği’ ve dolayısıyla bir ‘Devlet’ ve konumuz olan ‘sosyal devlet’ sorunu olduğundan ‘haberdar’ olan yok gibidir.
İşte bu yazı dizimizde, ister istemez bu konulara da değinilecektir.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem / Bizim Anadolu / 11 Ekim 2017
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…