Sizi Atatürk de Kurtaramaz
Ağustos ayında şöyle yazmıştım: “Ne var ki, terörizmden gıda sağlığına, finansal işlemlerden vergilemeye, çevre sorunlarından göç sorunlarına, sığınmacılardan yolsuzluklara, sınırötesi suçlardan telif haklarına değin bir dizi alanda hukukun globalleştiğini görüyoruz.
Hukukun globalleşmesinde ‘ABD normu’ Avrupa’ya oranla daha baskın gelmektedir.
Bununla birlikte, örneğin Zarraf ya da Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı olayında olduğu gibi, Dr Recep’in korumaları konusu da, ABD ‘emperyalizm’i değil, ‘globalleşen hukuk’ bağlamında ele alınmalıdır ve öyle a-lı-na-cak-tır.
Yani, buralardan ‘millîlik’ türetmeye kalkışmak, ‘hukuksuz bir millîlik’ türetmek demek olacaktır. Ki isterse ‘norm’unu koyan ABD olsun.
Benim için Dr Recep’in ‘uluslararası’ mı dersiniz, ‘globalleşen’ mi farketmez, ‘hukuksal’ olarak yargılanacağı gün, ‘15 Temmuz’daki gibi sokaklara çıkmak sözkonusu olmaz.
Velev ki sokaklara dökülenlerin elinde ‘Türk Bayrağı’ olsun..
Burada, kimi aklı evveller, onu ‘emperyalizm’e bırakmayız biz yargılayacağız diyebilirler.
İşte böyle söyleyenler ancak ve sadece kendi kendilerini aldatmaktadırlar.
Kaldı ki, adamın yargılanacak ne ‘suç’u var diyenler de çoğunlukta.
Bunlara da ‘Emperyalizm’in sırtına bindikleri denilebilir.
Senin ‘Devlet’in, özünde, ‘Devletin cari açığını kapatıyor’ dediğin ‘herifin Devleti’dir, ama sen ayırdında değilsin.
Buna ‘Halk Bankası’ da dahildir, Ziraat Bankası da…
Benim ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’m ise, Katar Emirliği konumuna düşürülmüştür.
Ve sen benim yazdıklarımı anlamaya çalışmak yerine, bana ‘bilinti’ ve ‘kuruntu’ satmaya kalkmaktasın.
Elinde de Atatürk posteri.
Atatürk kadar başına taş düşsün, ne diyeyim…” (*)
Sonra Kasım ayı geldi.
10 Kasım’da başta Dr Recep olmak üzere, AKP’liler de ‘Atatürkçü’ olmaya başladılar.
27 Kasım’da ise ABD’de ‘Zarraf Davası’ görüşülecek.
Ve yavaş yavaş ‘dava’, Dr Recep’e, eşine, çocuklarına, yakınlarına, iş ortaklarına ve şürekasına uzanacak.
Onun için, şimdiden ‘sözde atatürkçü’leri nasıl yanlarına çekebileceklerinin yollarını arıyorlar.
Bizim oralarda bir bakraç ya da kazana fare düşmüş ise kırk kez kül ya da sabunla yıkanır, öylece kullanılırdı.
Ama yine de, adı ‘sıçan düşmüş kazan’ olarak anılırdı.
O yokluk yıllarında, koca bakır kazan atılacak değildi ya…
Şimdi Dr Recepgiller’in Anıtkabir’e falan ‘iştah’la gittiklerine bakan kimi aklıevvelerimiz ise, ‘aman ürkütmeyin, doğru yola geliyorlar’ diye çepik çalıyorlarmış.
Atmayıp da kullanalım diye düşünüyor olabilirler.
Sanki bulunmaz Hint Kumaşı.
Bu kazan atılacak beyler.
Hem de bakırcılar çarşısında güzel bir çekiçlenmek üzere, ambarın en karanlık dibine atılacak.
Adı ‘sıçan düşmüş kazan’ olarak tescillenmek koşuluyla…
Ve kim onu kalaylayıp kullanacak olursa, o da kirlenecek demektir.
Dr Recepgiller dedim, ki bir tek o ve ailesi değil, tüm ‘kirli AKPli’ler’ anlaşıla.
Tüm bakan ve bürokratları, ona selam duran asker ve polisi dahil.
En başta da onun genelkurmay başkanı…
Bunlardan ne vatan ve ne de millete zerre-i miskal yarar gelmez.
Ve değil Anıtkabir’e koşmak, günde kırk kez ‘tövbe namazı’ kılsalar, onlar Atatürk düşmanlığı, Cumhuriyet düşmanlığı ve Türkiye düşmanlığından arınamazlar.
Fıtratları bozuk çünkü…
Bunların ‘fitne’ ruhlarına işlemiş.
Tam da bu nedenle, ruhlarının da ‘huzur içinde’ kalacağından emin değilim.
Sadece Türk Milletini değil, dünya alemi aldattılar.
Tanrıyı da aldatacak değiller ya…
Efendim, halıhazırda ‘Türkiye’yi temsil ediyorlar’ diyenlere gelince;
Hayır efendim siz kendi kendinizi aldatıyorsunuz diyeceğim.
Bunlar ‘gayrimeşru’!
Ve şu anda Türkiye’nin bir ‘temsil sorunu’ bulunmakta..
Türkiye’nin ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakanı ve ne de Bakanı var.
Ve ne de ‘Meclis’i…
CHP’li vekiller ise hâlâ ‘soru sordum, komisyona girdim’ falan diyorlar.
Peki ama vekiliniz kodeste mi değil mi?
O da çıktığında, ‘şu kadar vatan görevi yaptım çıktım’ demeyecek mi?
Tıpkı Ergenekon-Balyozda yatıp çıkanlar gibi.
Hay sizin yaptığınız ‘vatanî görev’ batsın diyesi geliyor insanın.
‘Hukuk içinde, guguk içinde’ diye kendi kendinizi ve o arada tüm milletimizi uyutmaya devam edin o zaman.
Bilmem ne zaman ‘seçim günü’ gelecekmiş de, oyların oranı şu kadar olacakmış da, sonra ‘hukuk içinde’ ve ‘guguk içinde’, hesap sorulacakmış.
Nasrettin Hoca boşu boşuna o koyun ve çalı öyküsünü anlatmamış.
Siz, bu kafayla, o gün gelse bile hesap-mesap soramazsınız.
‘Koç olacak kuzu ağıl önünde’, hesap soracak yurttaş ise ‘bulunduğu yerde’ belli olur.
Ozan ne diyor:
“Nerede olursan ol
İçeride dışarıda
Derste sırada
Yürü üstüne üstüne
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının
İşbirlikçi hayının
Dayan iş ile
Tırnak ile diş ile”
Sizin ise tırnaklarınız sökülmüş dişleriniz çekilmiş…
Bari bir iş koyun iş…
Kemal Bey Kılıçdaroğlu geçen gün yetmişbin kasap ne yapacak diye soruyordu.
Ne yapacaklarmış?
Seçim günü geldiğinde gidip oy vereceklermiş..
Alın size bir ‘iş’.
Oy atma günü oy atma işi.
“Entelektüel Aydın”larımız da ‘aydınlatma işi’ yapmaktalar.
Sıçan kazana şuradan mı düştü buradan mı deyi.
Gevezeliği bırak da, tut o zaman ‘sıçan düşmüş kazan’ı kulpundan!
Kulpları mı yok?
Yeter ki sen ‘iş’ yapmaya kalk.
Her nerede isen;
“İçeride dışarıda
Derste sırada
Yürü üstüne üstüne
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının
İşbirlikçi hayının”
Tükürüğün de mi yok?
Sende ‘cevher’ kalmamış aslında.
AKP’liden ‘Atatürkçü’ çıkarmakla, kaşarlanmış orospudan eş almak arasında zerre-i miskal fark yoktur.
Gevezeliğin de bir sınırı olmalı.
Dr Recep’i ise değil Atatürk, Hızır aleyhisselam gelse kurtaramaz.
Habip Hamza Erdem
(*) http://dunya48.com/habip-hamza-erdem/30340-habip-hamza-erdem-turk-koylusu
Habip Hamza Erdem / Bizim Anadolu / 15 Kasım 2017
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…