Sevgiye ve sevdaya olan inançla…
“Ah işte!
Beni bilirsin, farklı olmak isterim.
Herkes gibi hareket etmemeye özen gösterip, gerekirse saçmalayabilirim.
Bilirsin! O Kırmızı güllerin yanına iliştirilen süslü çukulataları, ne kadar da tatsız bulurum.
O yüzden bu sevgililer günü, uzun süre yapmadığım bir şeyi yapıyorum.
Oturdum sana mektup yazıyorum.”
Bir Kafka tadını hiç bir zaman yakalayamayacak olsam da, içTence bir tat kalsın isterim hafızalarda…
♡
Mektuptan bahsedeyim,
Hatırlasana!
Bir nesildik postacı yolu gözleyen. Şimdilerde, “oyy oyy!” anlatamayız değerini ve heyecanını o bitmeyen gün saymaları…
Aldığımız bir deste mektup arasında kendi ismimizi zarfın üzerinde okuduğumuz anda, kimden gelmiş merakıyla karşı ismi arama anı,
havadan sudan derken, duygulara dokunuş faslı başlar, sevgiyi anlatıp, sevda’nın gücüyle üstesinden nasıl geldiğini anlatırdın özlemle…
Çok zaman geçti üzerinden ama,
“yaz desem yazar mısın aynı coşkuyla bir daha?”
Cevabını bekliyor, sevgiyle kucaklıyorum..
♡
(İnanmayacaksınız ama…
Ben bu satırları yazarken aldım aynı anda cevabımı.)
Şöyle diyordu satırlar;
Var oluştan bugüne kadar cevabı aranan ama bir türlü tam olarak bulunamayan tek bir soru vardı
Sevgi nedir?
Şefkat, zevk, tercih, etkilenme, eğilim, emek, düşkünlük, meyil, hayranlık, tutkunluk, bağlılık, dostluk, alışkanlık…
Hepsi ya da Hiç biri.
Yok…
Bir cevabı yok işte.
Garibe göre, kendisiyle yürüyen yoldaş.
Şaire göre, yüreğe konulan çok ağır bir taş.
Ozana göre, ahu gözler üzerindeki bir çift keman kaş.
Bazen de, gözlerimizden istemsizce düşen iki damla yaş.
Öyle bir duygu ki bu:
Aç, arsız, hırsız, huysuz ve doyumsuz
Nedendir bilinmez ama oldukça da muzır.
Tüm bunların arkasında saklanan tek gerçek ise,
Varlığınla hissettiğim bir yudum huzur.
Bana huzur veren eşsiz insan,
Sevgiler gününü kutluyorum…
♡
Biz;
Birkaç nesil öncemizden, hafif ve naif adımlarla yürüyen değerli kişilerin, her birine özgü duygu ve hisleriyle kaleme aldığı
benim de şu an yaptığım
“özel ve kişiye ait” mektupların, gün yüzüne çıkmasıyla, edebî esere dönüşmüşlüğüne tanık olup, bildiğimiz o tatlı heyecan verici duygu ile elimize alıp yaşamışcasına okuduk.
Nazım Hikmet’in Vera’sı..
Cemil Meriç’in Lamia Hanım’ı..
Orhan Veli’nin Nahit Hanım’ı..
Sabahattin Ali’nin, Canım Aliye
Ruhum Filiz adına yazdığı mektuplarıyla
yaşamları, aşkları, duyguları, içinde bulundukları sıkıntıları, sevinçleri, kederli yıllarını, yıllar sonra dahi okurken hissedip yaşadık.
Tarihe düşen acıların derinliğini sezdik.
Ne güzel bir devirdi, bitti.
Günümüzde, ışık hızıyla, e mail kalitesiyle, kısaltmalı mesajlarla ilerleyen gençliğin “kendilerine has tarz ile” zamanlarını genişlettiğine tanık olup…
Aynı anda, bizimle ilerlemiş olan edebi ve kültürel zamanın eridiğini, kullandıkları günlük ana dilleri ile konuşma ve yazma yetilerini ne kadar sığlaştırdıklarını, nasıl yıpratıp daralttıklarını görüyoruz.
Ama edebiyat var oldukça, bilmediğimiz ülkelerin, bilmediğimiz sokaklarında hunharca katledilen gençlerin direnişini…
Bir sokak Çingenesinin, İspanya kaldırımlarında başlayan sefil hayatının ilham veren figürlerinin bir balerinin yükselişine ön ayak olma hikâyesini…
Bir şarkıcının…
Bir şairin…
Bir ressamın…
Bir artistin…
Bir sokak köpeğinin…
Ve nicelerinin hikâyelerini …
Satır satır okumaya devam edeceğiz…
Hiç bir şey gizli kalmayacak.
Bir ülkeye ait bir çok şeyi değiştirebilirler ama o ülkelerdeki şehirleri, şehirlerdeki meydanları, meydanlardaki yaşanmışlıkları, gün gelir bir kitap arasındaki sokak lambası
Işıltısıyla, okur bulacağız kendimizi insani duygularla kim bilir.
Belki hiç beklemediğin anda posta kutuna gelen bir mektupla.
Sevgiyle,
Dostça,
Aşkla…
Belki de bir Franz Kafka inancıyla,
“Birlikte yürüdük mü bilmiyorum.
Belki yalnız selamlaştık.
Önemli değil zaten!”
İçTen
İçten Külünk / Bizim Anadolu / 14 Şubat 2020
Şu yazı ve haberlerle de ilgilenebilirsiniz: