Korona morona, Kovid movid… Bi de şöyle baksak konuya!..
Dünyada ve bu arada Kebek’te de aşamalı olarak normal yaşama dönme çalışmaları düzenlenirken Trudeau, Ottava’da barışçıl protestolarda bulunan kamyoncuların eylemlerini bir onur sorunu yaparak, adı 1988 yılında ‘İvedi Durum Önlemleri’ olarak değiştirilen eski ‘Savaş Hali Önlemleri’ yasasını yürürlüğe soktu. Mecliste ne yazık ki Yeni Demokratlar ve Kebek Bloku Trudeau’yu desteklerken, bir tek Tutucu Parti ‘Kanadalıların özgürlüğünü kısıtlayan bu yasanın işletilmesine gerek yok’ dedi.
Ekonomi çökmüş, sosyal sorunlar patlama noktasında, çocuklar üzerinde yapacak olumsuz etkiyi bugünden tahmin etmek zor…
Ama hep yinelerim; kişioğlu ve kızları inanmak istediklerine inanırlar.
Bazan -gerçekte bazan değil, genelde- kişioğlu ve kızları ana akım basın-yayının verdiklerine koşulsuz inanırlar. Bu tür basın-yayın sahipleri gazeteciliği bir yandan etkileme aracı olarak kullanırlar, bir yandan da işleri dolayısıyla hükümetlere yaranarak ya da en azından onları kızdırmayacak biçimde yaparlar ki, araları bozulmasın. Çünkü hükümetlerle çıkar temelinde işbirliğine girerler, kamu ihaleleri neyim alırlar. Ayrıca o kuruluşların inandırma propagandaları çok güçlüdür. Bunlar ya devlet kanalıdır, farklı açıdan bakamazlar ya da gücü ellerinde tutmak isteyen uluslararası egemenler türlü yollardan destek verirler.
Bu egemenler bazan bilimi bile kendi çıkarları için kullanır; ya bilgileri saklarlar ya çarpıtırlar ya da namuslu bilim insanlarını türlü yollarla sustururlar.
Şu iki yıldan beri yaşadıklarımızla ilgili konuyu sürdürmek istiyorum. Bir önceki yazımı şuradan okuyabilirsiniz: Şeytanın Avukatlığı
Anlattıklarım komplo teorisi değil. Anımsamak amacıyla olanı anlatmaya çalışacağım. Olabildiğince sırasıyla gidelim.
2020’nin başında tüm dünyada büyük bir propaganda makinesi işletilmeye başlandı. 2019’un Aralık ayında ortaya çıkarılan bir ‘virüs’ tüm dünyayı tehdit edecekmiş. Korona Virüsü. Savlara göre, Çin’in Vuhan kentindeki bir lokantada ‘yarasa yiyen’ bir kişiden yayılmış…
Sonra başka bir sav ortaya atıldı; ABD’deki bir laboratuvardan aşırılan örnekler Çin’e ulaştırılmış, inceleme amacıyla çalınan örnekler dışarıya bulaştırılmış… (O nedenle tüm dünyada çekik gözlüler bir anda suçlu duruma düştüler…)
Sonra, ardından gelen sokakta düşüp ölen insan görüntüleri, İtalya, İran gibi ülkelerde yayılma patlamaları vb… Ana akım basın-yayın da, bunlara önayak değilse de koşulsuz ortak oldu.
Bir Allahın kulu da demedi, ‘n’oluyor yahu, durun bakalım, bunun ardını sağlıklı bir biçimde inceleyelim.’ Ne verildiyse sorgusuz sualsiz kamuya aktarıp bir korku ortamı yarattılar. Biz de tüm bunlara inandık.
Başta kimse bu denli uzun olacağını pek tahmin etmiyordu. Ama olay çok ciddiydi. Daha önce hep, örneğin zatürreden ölen insanlar ‘Kovid’den ölmeye başladı. Daha doğrusu ölüm raporlarına Kovid yazılmaya başlandı. Grip, nezle olan, bronşit olanlar, ‘Kovid’e yakalanmış’ sayılmaya başlandı.
Bazı ülkeler, Türkiye gibi, kendilerinde Kovid bulaşmış kimse bulunmadığını savlarken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Kovid salgınına uğrayan ülkelere verdikleri veri oranında para yardımı yapacağını duyurunca, bir gecede Türkiye’de de Kovid’e yakalanmış insanlar ortaya çıktı. Şaka değil, gerçekten böyle oldu.
Ardından maskeler gündeme geldi. Burada, Montreal’de bunu duyan yurttaşlar birer beşer hastanelerden maske aşırmaya başladılar. Başka yerlerde de olmuştur ancak, Türkiye’de merdiven altı işliklerde maskeye benzer şeyler üretilip, sözüm ona İngiltere’ye, ABD’ye hibe ettiler. İngiltere standartlara uymuyor diye geri gönderdi. Dahası, biliyorsunuz eski bir başbakanın oğlu Venezuela’ya ‘hibe olarak bavulunda maske kiti götürmüştü’. Daha doğrusu Türkiye’ye sevk edilirken yakalanan 5 ton uyuşturucu limandaki bir gemide yakalanınca, böyle bir açıklama yapıldı. Çünkü geminin eski başbakanın oğlunun olduğu savlandı. Ama işadamı olan oğulun açıklama yapması gerekirken, nedense velisi, eski başbakan açıklama yaptı. 5 yaşında çocuk ya, elbette ki velisi konuşacak…
Kebek Ulusal Kamu Sağlığı Yöneticisi Dr. Horacio Arruda şunları söylüyordu yurttaşları maskeden uzak tutmak için: ‘Maske aslında sizleri virüs kapmaktan korumaz. Belki çok kısıtlı bir süre içinde eğer sizde varsa, sizlerle karşılaşan insanlara geçmesini önlemek içindir ve en fazla dört saat için kullanılabilir. O nedenle lütfen hastanelerden maske almayın çünkü onlar oradaki sağlık çalışanları içindir.’
Sonra iki insan arasında iki metrelik mesafe zorunluluğu, maske ve eve kapanmalar gündeme geldi. İşyerleri kapatıldı. Bazı iş kollarında evden çalışma koşulları getirildi.
Kanada’da açık havada maske takma zorunluluğu getirilmedi ama, insanlar özellikle belirli bir yaşın üzerindeki insanları gördüklerinde kaldırımdan inip yolun karşı yanına geçmeye başladılar. Sanki 65 yaş üstü insanlar virüsü yayıyormuş gibi bir hava yaratıldı. Türkiye’de 60 yaş üstü insanları ve çocukları eve kapadılar. İnsanlar çevrelerinde kimse olmadığı halde açık havada yürürken maske takmaya başladılar. İşbilirler durur mu, hemen modaya uygun maskeler üretmeye başladılar; lüks gelinlik, damatlık maskeler vitrinleri süsledi, internette reklamları döndü…
Türkiye’de ise jandarmalar dağ başındaki çobana maske takmadığı için ceza yazdılar, çocuklarla yaşlıları ayrı saatte sokağa çıkarttılar, motosiklette giden karı kocayı indirip ayırdılar. Biri motosikletiyle yoluna devam etmek zorunda kalırken, birini hınca hınç dolu toplu taşıma aracına bindirdiler.
Kebek’te dedeler, nineler torunlarını cam arkasından izleyip sevdiler, evlatlar yaşlı bakım evlerinde kalan büyüklerini pencereden el sallayarak özlem gidermeye çalıştılar…
Televizyonlarda ‘bilimsel deney örnekleri’ gösterildi. Örneğin ‘bir kişinin hapşırması sonucu havada ne kadar süre o hapşırmanın etkisi devam eder’ yollu etkileşimli deneyler kamuya gösterildi.
Bir korku ortamı yarattılar ki, artık kimse bu ortamda sağlıklı düşünememeye başladı. İnsanlar bir araya gelmesinler diye yasaklar çıkarıldı; kimse dostunu, arkadaşını görmemeye başladı. Hücresel yaşamlar daha da hücrelere bölündü. Etkinlikler yasaklandı, insan ilişkileri kopma noktasına geldi, aile içi şiddet çığ gibi büyüdü, boşanmalar artmaya başladı…
Yetkililer her gün televizyonlarda arz-ı endam etmeye başladılar; kamuya rapor veriyorlardı.
‘Şu kadar kişi virüse yakalandı, şu kadar kişi virüsten yaşamını yitirdi, şu kadar kişi yoğun bakıma alındı’ vb… Türkiye’de bir de ‘entübe’ var. ‘Entübe’ aşağı, ‘entübe’ yukarı… Solunum gereci, solunum aygıtı deyince bilimsel olmuyor (!). Bir yandan sınırlar kapatıldı, uçuşlar yasaklandı. Örneğin lokantalarda otururken bir şey olmuyordu da, ayağa kalkarken virüs de geziyor, tehlikeli oluyordu. Dolayısıyla ayağa kalktığında maske takmak zorundaydın. Uçaklarda 10-12 saat kapalı giderken bir şey olmuyordu da, otobüslerde maskesi olmayanı indiriyorlardı…
Söylenene göre, bu virüse karşı aşı çalışmalarına hemen başlansa bile en az iki yıl sonra sonuç alınabilecekti ve insanlara aşı vurulma aşaması bile yıllarca sonra olabilecekti.
I-ıhh, 9 ay sonra aşılar ortaya çıkarıldı. Daha fazları (deney aşamaları), eş deyişle etkinliği kanıtlanmamış aşılar (doğrusu aşı adayları) insanlara vurulmaya başlandı. Aşılanan insanlar artık korkmasınlardı, virüs onlara bir şey yapamayacaktı. Hayır, öyle olmadı, bir aşı yetmeyecekti, birkaç ay sonra ikinci bir aşı olunması gerekecekti çünkü önce yüzde 90 etkili söylemleri doğru değildi. İkinci ‘doz’ aşı da yetmedi, üçüncü kez aşı olunması gerekecekti. Şimdi duyuyorum, Türkiye’de dördüncü aşı için gün veriyorlarmış.
Türkiye’de HES (Hayat Eve Sığar) sav sözüyle bir kodlama getirildi; HES kodu olmayanlar toplu taşıma araçlarını kullanamayacaktı, alışveriş merkezlerine giremeyecekti. Avrupa’da örnekleri görüldüğü gibi Kanada’da da özellikle cep telefonlarına ücretsiz uygulama kurulması istendi. Bu uygulama sayesinde arkadaşınızdan biri bu virüse yakalanırsa siz uyarılacak ve o arkadaşınızla ilişkiyi kesecektiniz. Uygulamayı yükleyip kurmayan cep telefonları uzun süre taciz edildiler.
Sonra aşı pasaportu uygulaması gündeme getirildi. İki aşılı olanlar lokantalara, spor salonlarına, yüzme havuzlarına, sinema, tiyatro gibi insanların bir araya geldiği yerlere rahatlıkla girebilecekti. Şimdilerde iki aşı yetmiyor, pasaportunuzun üç aşılı olduğunuzu kanıtlaması gerekiyor.
İnsanları ikiye böldüler: Aşılılar, aşısızlar. Aşısızlar tu-kakaydı, aşı karşıtıydı. Trudeau’nun son belirlemesine göre bu kişiler ‘bilim karşıtı, ırkçı, cinsiyetçi, kadın düşmanı, aşırı uç azınlık’lardı…
Tüm aşı olmayanları aynı torbaya koydular. Onlar neredeyse vatan hainiydi. Astımı olanlar, kalp hastası olanlar, alerjisi olup da olamayanlar, hepsi vatan haini ve aşı karşıtıydı. Ya da tüm bu kişiler sağcıydı, dinciydi vb…
Dostlar aşılı olmayanları aralarına almıyorlardı; ‘aman şekerim, sen aşısızsın, seninle buluşamam kusura bakma!’
Ortada gezen bilgiler kafa karıştırıcı olmaya başladı. Bir yanda ilaç kuruluşu temsilcisi gibi davranıp ille de aşı, aşı diyen doktorlar, öte yanda ise ‘aşı olanlarda çeşitli arazlar ortaya çıkıyor, birkaç gün sonra kalpten ölenler, solunum yetersizliğinden ölenler var, tanımı doğru yapmadığınız için tedaviyi de yanlış yapıyorsunuz’ diyen bulaşıcı hastalık uzmanları seslerini duyurmaya çalıştılar. Ama ana akım basın-yayın bu sesleri hep duymazlıktan geldi, onları kronik aşı karşıtı ilan ettiler, ekranlara çıkarmadılar, gazetelerinde yayınlamadılar.
Onlar da kısıtlı olanaklarla toplumsal paylaşım ortamlarında seslerini duyurmaya çalıştılar. Oralarda da çoğu kez paylaşımları silindi, hesapları kapatıldı.
Kanada’da öyle ileri gidildi ki, işsizlik sigortasından aylık almakta olan kişiler aşı olmamışlarsa aylıklarının kesilebileceği tehdidini aldılar. Federal Sağlık Bakanı Jean-Yves Duclos daha da ileri gitti ve ‘herkese aşılama zorunluğunun getirilmesini’ önerdi.
Kebek Başbakanı başka bir biçimde ileri gitti ve ‘aşılanmak istemeyenlere bazı sağlık hizmetlerinde vergi’ getirilmesini istedi. Bunun üzerine iki yıldan beri Kebek Ulusal Kamu Sağlığı Kurumu’nun başında bulunan Dr. Arruda istifa etti.
Dünyada en çok aşılmayı gerçekleştiren ülkelerin başında gelen Kanada’da Başbakan Trudeau ABD ve Kanada arasında taşıma yapan kamyonculara aşı zorunluğu getirince iş çığırından çıktı. Ve batıda İngiliz Kolombiyası’ndan, doğuda Atlantik illerinden 50 bine yaklaşan (Trudeau’ya göre alt tarafı 200) kamyoncu Kanada genelinde ‘Özgürlük Konvoyu’ adı altında örgütlenerek Ottava’ya geldiler ve bu yazının yazıldığı sıralarda iki haftadan fazla bir süredir kentte demokratik bir biçimde gösteri yapıp hükümetin aşı zorunluğunu ve diğer kısıtlamaları geri almasını istiyorlar. Çoğu aşılı olan kamyoncular, ‘sorun bizim aşı olup olmamamız değil, aşı zorunluluğu kaldırılsın, yasaklar kalksın, kişilerin seçimine bırakılsın’ diyorlar.
Ottava’dan haber veren muhabire kentte durumun nasıl olduğunu soran haber sunucusunun, muhabirin ‘ortamın çok barışçıl olduğunu, çoluk çocuk eğlenerek protesto yaptığını, herkesin birbirine sevgiyle yaklaştığını’ aktarması üzerine, ‘dur bakalım, dur bakalım, belki daha sonra olay çıkar’ diyerek yönlendirdiğine tanık oldu bu gözler. Bu zılgıt üzerine muhabir zorunlu olarak, ‘şimdilik bir şey yok ama, dediğiniz gibi belki gecenin ilerleyen saatlerinde bir rahatsızlık ortaya çıkar’ söyleminde bulundu.
Bir doktor arkadaşla konuşuyorum, görüşlerini almak istiyorum konu hakkında.
‘Aslında bitti’ diyor. ‘Bu bahar sonu her şey son bulacaktır bence. Ancak birilerinin, bazı manituların çıkıp bunun bittiğini söylemesi gerekiyor’ diyor.
Sayılarla ilgili soruma; ‘Korona sadece uğramış olduğumuz virüslerden biri. Birçok virüs var. Onlar hakkında herhangi bir ölçüm, araştırma yapılmadığı için bilmiyoruz. Sadece bu virüs hakkında test yapılıyor ve elbette sadece bununla ilgili veri var’ yanıtını veriyor.
Başbakan ve hükümet yetkilileri bilimden söz ediyorlar ya sürekli; gazetecinin biri Kebek’te zorunlu kılınan aşı pasaportu, sokağa çıkma yasağı gibi birkaç soru soruyor Kebek Ulusal Kamu Sağlığı Enstitüsü (INSPQ)’ne.
Sorular ve yanıtlar şöyle:
‘1 Ekim 2021
Soru: Aşılı kişinin aşısız kişiyle aynı viral yüke sahip olabileceğini bilerek, aşı pasaportunun Kovid vakasını azaltabileceğine ilişkin bilimsel kanıt var mı?
Yanıt: Enstitü, başvurunuzun bu unsuru için herhangi bir belgeye sahip değildir. Aşı pasaportu Sağlık ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (MSSS) tarafından belirlenen ve bize danışılmayan bir önlemdir.
Soru: Tüm yaş gruplarında aşı bağışıklığının doğal bağışıklığa göre daha üstün olduğunu gösteren bir çalışma var mı?
Yanıt: Enstitü, başvurunuzun bu unsuru için herhangi bir belgeye sahip değildir.
11 Ocak 2022
Soru: Sokağa çıkma yasağının etkililiğini kanıtlayan bir çalışmanız bulunuyor mu?
Yanıt: Bu soru için belgemiz yok.
Soru: QR kodunun aşılamaya zorlama dışında bir etkisi olduğunu kanıtlayan çalışmanız bulunuyor mu?
Yanıt: Bu soru için belgemiz yok.’
Dolayısıyla yaklaşım bilimsel değil, tamamen siyasi. Peki amaç ne?
Yok, komplo teorilerine girmek istemiyorum. Bu benim işim değil. Ben olanı yazacağımı belirttim başta.
Hiçbir bilimsel veri ve araştırmaya dayanmadan insanları ikiye ayırdılar; aşılılar, aşısızlar… Bir yanda kuzu gibi aşılanmaya gidenler, bir yanda ise aşıların etkisini sorgulayan insanlar…
Öte yandan sürekli haberler geliyor; aşılı olanlar aşısızlara göre daha çok bu virüsü kapıyor ve birçoğu ağır geçiriyor, solunum aygıtına bağlanıyor, dahası dünyasını değiştiriyor.
Kan pıhtılaşması, unutkanlık, kadınlarda kanamalar, adet düzensizlikleri oluşuyor; astımı, kalp rahatsızlıkları olanlar aşıdan sonra büyük sorunlar yaşıyorlar.
***
Biraz ansiklopedik bilgi vereyim. Tıp terimlerine boğulmadan belirteyim ki, 1930’larda kanatlı hayvanlarda keşfedilen Koronavirüs, insanlarda 1960’lı yıllarda bulaşıcı bronşit biçiminde keşfedilmiş.
Türkçe Ağır Akut Solunum Sendromu olarak da bilinen SARS çeşitlerinden Koronavirüs, mikroskop altında Güneş Tacına benzediği için Latince olarak bu adı almış.
SARS’ın çeşitlerini 2002, 2003, 2004 yıllarında gördük.
Anlaşılan 21. yüzyıl bize bu sürprizi yapmış durumda. Elbette 21. yüzyılın bir suçu yok. Onu siz anladınız…
Koronavirüsün çok çeşitleri bulunuyor, bi sürü harfler ve rakamlarla tanımlandığı için bunları vermeyi gereksiz buluyorum.
Ancak 2020’den bu yana tüm dünyaya yaşatılan, garip bir yönetememe biçimi.
Ağır akut solunum yolu sendromu Koronavirüsü 2 ya da KoVID-19 ya da diğer adıyla Vuhan Koronavirüsü, yukarıda da dediğim gibi ilk olarak 2019’da bildirilmiş ve söylenene göre Çin’in Vuhan kenti kökenli bir virüs. İnsandan insana bulaşabilen virüsün bulaşması 2020 yılının Ocak ayı ortalarında hızlanmış. Virüsün kuluçka dönemi 4-14 gün. Virüsün bulaştığı bireylerde görülen ölüm oranının ise % 3’ün altında olduğu tahmin ediliyor.
Eş deyişle, elbette önlem alınmalı ama, bu denli tantanalı dünyayı eve kapatacak, ekonomileri çökertecek denli olmamalı. Sorgulayanlar ister istemez altında bir şey arıyor ve bu da komplo teorilerine yol açıyor. Hele hele, Dünya Sağlık Örgütü ve ilaç şirketlerinden icazet almadan görüş belirten uzmanların dinlenmemesi, onların şeytanlaştırılması, yanlış üzerine yanlış yapılması, söz konusu aşı adayları için kurum ve kuruluşların herhangi bir sorumluluk almaması, bu şirketlerin denemeye, araştırmaya izin vermeden devletlerle satış anlaşmaları yapıp insanları kuzu gibi aşıya zorlaması büyük bir soruna işaret ediyor. Bütün dünya biliyor ki herkes toptan denek olmuş durumda.
Maskelerin herhangi bir önleyici etkisi olmadığı iyice ayyuka çıktı. Ama hükümetler polis zoruyla insanları karbondioksit ile öldürecekler. Bu insanlar hemen ölmese de önemli sağlık sorunları yaşayacaklar.
Ekonominin yanında sosyal yaşam çökmüş durumda.
Artık yürümüyor, insanlar uyanıyor
Ama işte, bir yandan da dünyanın hemen her yerinde insanlar uyanmaya başladı ve haklarını, yaşamlarını geri istiyorlar.
Birçok ülke bir aldatmacanın içinde olduğunun ayrımına varıp kısıtlamaları kaldırmaya başladı; Avrupa’da Danimarka, Hollanda, Avusturya, İngiltere, İsveç, Norveç, İtalya, İspanya gibi ülkeler başı çekiyor. Kanada’da kamyoncuların başlattığı direniş dünyaya sıçradı; Avustralya’da, Yeni Zelanda’da, Fransa’da insanlar sokağa çıktı.
İnsanlar sorguluyor artık. Devlet destekli ve hükümetlerle işbirliği içindeki tüccar basın-yayın kuruluşlarından benim umudum yok ama, bağımsız kitle iletişim araçlarının artık sadece bu yasakları, aşı adaylarını, birinci, ikinci, üçüncüsü yetmedi, dördüncü iğneyi savunan tek sesli, çok ağızlı insanların dışında sorgulayan uzmanları ekranlara çıkarıp konuşturmalı.
Güney Afrika’da uzman doktorun ta başından beri söylediği, çabuk yayılan ancak nezle biçiminde geçirilen şu Omikron denilen Koronavirüs çeşidini DSÖ ille de çok tehlikeli olduğunu yayıp tüm dünyayı korkulara sokarak sürdürmek istiyor. Dahası, Güney Afrikalı uzman doktor Avrupalı doktorların kendisini tehdit ettiğini, Omikron’un hafif geçirildiğini söylememesini istediklerini belirtiyor.
Bu gerçekleri evinizdeki beyaz camda göremiyorsunuz, ancak seçenekli yayınlardan iğneyle kazarak ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.
Biliyorum, sözü uzattım ama, bunların bilinmesi gerekiyor. Bilir bilmez yalanlara kendimizi kaptırmayıp sorgulamaya başlamamızın zamanı geldi de geçiyor.
Koronasız günler diliyorum!
Ve yine Aziz Nesin’in sözünü yineleyeceğim:
‘Benim gibi düşünün demiyorum, ama düşünün!’
İlgili haber:
Ömer F. Özen / Gözleyi, gözleyi… / Bizim Anadolu / 19 Şubat 2022
Şu haber ve yazılarla da ilgilenebilirsiniz: