CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ‘orta yerden’ bir ‘başörtüsü/türban’ hakkında yasa önerisinde bulundu.
Basın-yayında kapalı kapılar ardında bunun bir strateji olduğu yönünde duyumlar olduğu söyleniyor.
***
Bilindiği gibi son zamanlarda Kılıçdaroğlu bir hamle yaparak iktidar partisi AKP’yi köşeye sıkıştırmış, bir boksör örneği vuruyordu.
Haklı çıkışlarla gündemi belirlemeye başlayan CHP ve Kılıçdaroğlu, AKP’li siyasetçileri bu yöntemiyle dışarı bile çıkartmıyordu.
Arada görünmeye çalışanların canına da, canı yanan yurttaş okuyordu.
***
Gel gör ki, Kılıçdaroğlu yine yanlış bir taş oynattı ve AKP’ye koz verdi.
Söylenen şu ki; AKP/Erdoğan, seçimlere yaklaşırken bir hamle yapacaktı; ve sızan bilgilerle Kılıçdaroğlu bu hamleyi boşa çıkarma stratejisinde bulundu.
Ancak yaptığı hamle laikliğin köküne kibrit suyu dökebilir.
Nitekim pası alan Erdoğan, ‘hadi, samimiysen bunu Anayasa’da çözelim’ dedi.
Siyasal İslam’ın simgesini Anayasa’ya sokmak!?
Zaten 20 yıldan beri bitirmeye uğraşılan Atatürk ve arkadaşlarının kurmuş olduğu laik Cumhuriyet rejimini kökünden bitirmek değil midir bu?
***
Kılıçdaroğlu, HalkTeve yazarı Fikret Bila’nın ‘Teklifinizin yasalaşması halinde kamuda çalışan kadınlar arasından çarşafla gelip üzerine cübbesini giyip yargıç kürsüsüne çıkan veya takke ve şalvarla gelip üzerine cübbe giyecekler olabileceği’ yorumuna, ‘Bunlar çok uç örnekler. Ciddiye alınacak düzeyde bu tür girişimler olacağını sanmıyorum’ diye yanıt vermiş.
Ağzım açık kaldı.
Bir siyasetçi bu kadar saf olabilir mi?
‘Olacağını sanmıyorum’ !
Devlet yönetimi ‘sanma’ ile, ‘tahmin’ ile mi yürütülüyor?
Devlet Anayasa başta olmak üzere, yasalarla yönetilmiyor mu?
Öte yandan, türban (başörtüsü ile karıştırmayalım) orduya, polise, eğitime, yargıya taşınmış durumda zaten. Böyle bir sorun yokken, durduk yerde yasa tasarısı önergesi vermek nasıl bir stratejinin ürünü olabilir?
***
Şu sol’un, sosyal demokratların saflıkları bir türlü bitmiyor.
Siyasal İslamcıların demokratik yasalara uyacaklarını sanıyorlar.
‘Ne var canım, onlar da ifade özgürlüklerini, inanç özgürlüklerini yaşasınlar, istedikleri gibi giyinsinler, demokrasi böyle bir şey’ diyerek Siyasal İslam’ın değirmenine sürekli su taşıyorlar.
Siyasal İslam ne demek? Yurttaşların inançlarını sömürmek, onları bu yolla baskı altında tutmak demek.
İlk ödünler 1946 seçimlerinden sonra verildi; iktidarı yitirmemek için İnönü’yü ikna ederek İmam Hatip Okulları açan CHP’nin o dönemdeki yöneticileri 1950’de bu ödünlerin bir işe yaramadığını yaşayarak öğrendiler.
Milletvekillerine ‘Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz’ diyen on yıllık Bayar-Menderes iktidarına yol açtılar. Bayar-Menderes iktidarı, CHP’yi Tahkikat Komisyonları’yla kapatmaya kadar gitti.
Bir meslek okulu olan, toplumun dinsel gereksinimlerini eğitimli elemanlar aracılığıyla yerine getirmek için kurulan İmam Hatip Okulları mezunlarına ‘eğitimde fırsat eşitliği’ gerekçesiyle yüksek öğrenimde her alandaki okullara girmelerine olanak sağlandı.
İmam Hatip Okullarına yıllık din görevlisi gereksiniminin çok çok üstünde öğrenci alınmaya başlandı. Yetmedi, kız öğrenci alımına başlandı. Buradan çıkan öğrenciler, ilahiyat fakülteleri yerine, özellikle siyasal bilimler fakültelerine girerek devlet yönetiminde görev almaya başladılar.
Bunların meyveleri özellikle 12 Eylül darbesinin ardından, 1980’lerden başlayarak alınmaya başlandı; 2002 seçimlerinde ise aradan sıyrılan AKP iktidarında daha da olgunlaşıp laik düzeni tehdit etmeye başladı.
Bu geriye gidişin bu yıl 20. yılını yaşıyoruz.
Ceza Yasası’ndan 141-142 no’lu maddeler çıkarılırken, 163 gibi, tam olmasa bile, Siyasal İslam’ın yükselmesine biraz engel olmaya çalışan maddeler de çıkarıldı.
AKP iktidara geldiğinde kendilerini ‘kanaat önderleri’ gören bitakım sözde sol kesim yazar-gazetecileri (onlara liboş deniyor), ‘bunlar Batı’nın Hıristiyan Demokratları gibiler, vesayeti kaldıracaklar’ diyerek tam destek verdiler. Ancak bunlar, 2010 12 Eylül’ündeki Anayasa değişikliğinde ‘Yetmez Ama Evetçi’ler olarak zamanı geldiğinde kirli bir mendil gibi buruşturulup atıldılar.
Ve hâlâ laik düzeni savunan bizim bazı siyasetçilerimiz, tam bir safdillilikle, laik düzeni bitirmeye ant içmiş bu Siyasal İslamcıların demokratik düzen içinde davranacaklarını sanıyorlar.
Erdoğan, ‘demokrasi benim için bir tramvay, istediğim yerde inerim’ dememiş miydi?
Siyasal İslam ‘takiyeci’dir. Eş deyişle ‘hileci’dir’. Yerine getirmek zorunda olduğu demokrasinin her türlü eylemleri, onun için hedefine ulaşmak için birer araçtır ve kendini bu hileyi yapmakta haklı görür. Bunun temellerini Emeviler atmıştır. Bunlar onların devamıdır.
Türban da bu araçlardan biridir.
Hele bir de yasayla, Anayasa ile güvenceye alındığında Türk toplumunun İran toplumunun durumuna düşmesi işten bile değildir.
Aklınızı başınıza devşirin!
Bu seçimler yitirilen tüm laik Cumhuriyet değerlerini geri alma savaşımıdır.
Küçücük bir yanlış, ‘ilelebet yaşayacağı’ düşünülen laik Cumhuriyet’in ölümü ve İran / Afganistan rejimlerine dönüşüp Ortaçağ karanlığına geri dönme tehlikesine düşürür.
Strateji kuruyorum derken bir kumpas oyununa gelinmesin!
(Yazının devamı reklamdan sonra)
***
İki söz de önceki yazıma ilişkin edeyim.
Yazmayı düşünmüyordum ama, bitakım olgulara değinmem gerektiğine inanıyorum.
Öncelikle şunu belirteyim ki Turquebec Kültür ve Dostluk Derneği konusunda taraf değilim.
Ben gazeteciyim; ve genelde herkesçe bilinen, belki ilgili herkesçe bilinen demeliyim, bir konuyu yüksek sesle dile getirmektir yaptığım.
Ben herhangi bir kuruluşun, derneğin üyesi olmadım; üç kuruluşta üyeliğim vardır, onlar da mesleksel kuruluşlardır.
Duyduğuma göre bazı tepki gösterenler bana yazmak yerine, toplumsal paylaşım ortamlarında tepkilerini göstermişler.
Uzaktan, yakından destekleyici yazıları için teşekkürlerimi sunuyorum tüm dostlara.
Diğer tepkileri zaten ben öngörmüş ve yazımda da belirtmiştim. Elbette ki beni şaşırtmadılar.
Bu arada kendilerinden söz etmediğim için bazı dostlar da sitemlerini belirtmişler.
Kendilerince haklı olabilirler elbette ancak, ben Turquebec Kültür ve Dostluk Derneği’nin tarihini yazmıyorum; konuyu ortaya getirmek için o anda aklıma gelen bazı eylem ve etkinlikleri dile getirdim. Yazımda da belirttiğim gibi tüm emek verenlerin toplum için ne denli özverili çalıştıklarını ve bunların değerli olduğunu gözler önüne serdim. Benim gözümde hepsi değerlidir, bunun içinde elbette Türk Sanat Müziği Korosu da vardır.
Bu arada ilgilenenler için bir de kitap önerisinde bulunayım, Ürün Yayınları’nda çıkan ‘Kanada’nın İçinden misiniz?’ başlıklı kitabım bir tarih kitabı değilse de, bazı yaşanmışlıkları belgeliyor. Belki görülmek istenen bazı yaşanmışlıkları orada görebilirler bu dostlar.
Bana özel yazan dostların iletilerine elbette buradan yanıt vermiyorum; adı üzerinde ‘özel’.
Ancak yine bana iletilenlere göre (benim zamanım olmadığı için bu ortamlarda bulunamıyorum) toplumsal paylaşım ortamlarında ‘kaynak’ sormuşlar.
Yazım akademik bir yazı değil, kaynak göstermek zorunluluğu yoktur. Bir köşe, eşdeyişle düşünce yazısıdır (bizden önceki kuşaklar buna ‘fıkra’ derlerdi), yukarıda da sözünü ettiğim gibi zaten yıllardan beri bilinen ve konuşulan konulardır bunlar.
Sözümü yine geçen yazımda belirttiğim gibi bitireyim;
Muradımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemektir.
Sevgiyle…
Ömer F. Özen / Gözleyi, gözleyi… / Bizim Anadolu / 09 Ekim 2022