Press "Enter" to skip to content

Onlardan çok Atatürk’ü Karalama Duruşu

Onlardan çok Atatürk’ü Karalama Duruşu

Atatürk’ün Anadolu insanıyla verdiği Kurtuluş Savaşını onlardan daha etkin karalama duruşuna özdeş İlber Ortaylı ve Ertuğrul Özkök karalama duruşu…

 

 

 

 

 

 

Evet; Atatürk’ü ve Anadolu insanıyla oluşturduğu evrensel felsefesiyle bütün ve mazlum devletlerce örnek alınmış “Kurtuluş Savaş Destanı”nı ve de Lozan anlaşmasını; Kadir Mısıroğlu, Mustafa Armağan vb yazdırmak kadar etkin İlber Ortaylı ve Ertuğrul Özkök karalama duruşu…

Öğrendik ki; TBMM kütüphanesinde Atatürk düşmanı sözde yazarların 351 kitabına yer verilmiş:

“Mustafa Armağan’a ait 197 adet – Kadir Mısıroğlu’na ait 63 adet – Süleyman Yeşilyurt’a ait 12 adet – Yavuz Bahadıroğlu’na ait 79 adet olmak üzere toplam 351 kitabın Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi’nde bulunması sizce düşündürücü değil de nedir?!”

Özellikle; AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan;

Dün; “Aziz milletimizin her türlü yokluğa, yoksulluğa ve imkânsızlıklara rağmen yazdığı istiklal destanı, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanında tescil edilmiştir. Türk Milleti, Lozan Anlaşması ile bu topraklardaki bin yıllık varlığını hedef alan Sevr’i yırtıp atmış, bağımsızlığından asla taviz vermeyeceğini tüm dünyaya kabul ettirmiştir” ifadeleri kullanacaksın.

Ardından “Adaları verdiniz” diyen Kılıçdaroğlu’na kızıp; “Sizin ağababalarınızın, neler verdiğini hazırlatacağım Lozan dosyasında ve yeniden yazdıracağım kitaplarda göreceksiniz!!” diyeceksin. Bu, öfkeyle yoğrulmuş bir yetersizlik ve yarattığı kirletmedir…

Eğer bu dosya ve kitapları Atatürk düşmanlıkları bilinen; “Mustafa Armağan’a, Kadir Mısıroğlu’na, Süleyman Yeşilyurt’a ve Yavuz Bahadıroğlu’na yazdıracaksan, yarattığın kirlilikte salt onları değil, kendine de yazık edersin…

Aslında bu kirliliği birileri sizden daha etkin bir karalama ile yaşama geçiriyor; Atatürk’e sahip geçinirken:

“Böylesi kirliliği gidermenin en etkili yöntemi kirliliğin kaynağına inmektir”

 

 

İnelim;

Atatürk ve Anadolu insanıyla oluşturduğu evrensel cumhuriyet felsefesini (Elbet adam gibi Cumhuriyet’ten söz ediyorum) karalamakta etkin yol, asla kitaplar dolusu hakaret ve sövgüler değildir. En etkin yol bence; aydın olduğu söylenenlerin satır aralarındaki küçük karalamaları ve Atatürk karşıtı olanlarına övgülerdir. Elbet Atatürk ve çevresindekiler yanlışı olmayan doğru değillerdi. İçlerinde küçük-küçük yanlışları barındırmaktaydılar. Siz doğru ve yanlışların envanterini çıkarmadan onun yanlışlarına vurgu yaparsanız, bu onu vurmaya çalışanlar için büyük vurgun olur… Yanlışlarla donanımlı birini Atatürk ile örtüştürmek, onun yarattığı kirliliği Atatürk’e bulaştırmak ve onu aklamaktır. FETÖ derken, eğer salt FETÖ kirliliğinden söz edersen, FETÖ’yü yaratan kirliliği öteleyip FETÖ kirliliği üzerinden FETÖ kirlilik karanlığın aklamış olursun…

Siz eğer evrensel doğru ve yanlışı yakalamak istiyorsanız; yerelin muhafazakâr düzleminde istasyon yapmamanız gerekir. Çünkü, o istasyonda aydınlık treninize karanlığın çökmesi an meselesidir. Her doğrunun bir yanlışı, her yanlışın bir doğrusu gerçeğini analiz ederek yanlış ve doğrunun evrensel sentezini yakalamak için böylesi bir dikkat zorunluluktur…

17 Nisan 2015 tarihinde yazdığım; “Köy Enstitüleri İle Az Daha Komünist Oluyormuşuz” başlıklı yazımı şu ifadelerle bağlamışım: http://teknopoltkalar.blogspot.com.tr/2015/04/koy-enstituleri-ile-az-daha-komunist.html “Tıpkı Marksist devrimci olduğunu söyleyen -ki ilk defa duydum böyle bir tanımı. Marksizm zaten devrim olduğunun algısında değil- bir kişinin; gezi eylemlerini ve 17 aralık yolsuzluk operasyonunu sermaye ile CHP’nin kurguladığını söylemesi -ki böyleleri o tokadı yiyen bağnazdan çok daha tehlikeliler- işte benim ülkemi bu hale getirenlerin, böylesi bağnazlar ve o bağnazları besleyen Marksist devrimcilerin (sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları::)) olduğunu hiç çekinmezden söyleyebilirim…”

İşte bu söylediklerimi akil insan İlber Ortaylı sizce doğruluyor mu; 13 Ocak 2018 günkü onunla yapılan söyleşide? Dahası; Atatürk’ü kirletenlerin kirlilik kaynaklarını işaret ediyor mu, yoksa…? Söyleşiyi okuyun ve karar verin:

[[Atatürk, Cumhuriyet’i beş yılda kurdu… Yenal BİLGİCİ 13.01.2018

* Klasik soruyla başlayalım: Neden Atatürk hakkında, üstelik böyle hacimli bir kitap yazdınız?

* Peki bu kitabı bugüne kadarki çalışmalardan ayıran nedir? En çok neyin üzerinde duruyorsunuz?

– En çok dikkatimi çeken Atatürk’ün Balkan kökenleri. Kültürel kökenleri… O dünyanın politikacısı ve o dünyanın askeri Atatürk. Makedonya, büyük devlet adamlarının ve askerlerin ülkesidir. Büyük İskender, Jüstinyen, hep Makedonyalıdır. Ve tabii Atatürk de… Selanik de Makedonya’nın limanı. Bunların politikalarında ve zaferlerinde herhalde o diyarın yarattığı bir ortak kültürel doku olması lazım ama Atatürk’te fazladan bir şey var. Onda bir Türklük, bir göçebelik de var. İkincisi, imparatorluk mirasının kaybedildiği bir zamanda Anadolu’ya çekilmiş bir cumhuriyet, kendini nasıl diriltti, nasıl yoluna devam etti, anlaşılması çok önemli.

 

* Atatürk’ün Türkiye’sini ‘bozkırın ortasındaki pırıltı’ diye tanımlamışsınız…

– Evet ama nasıl ve neden oluyor işte? Hangi geleneğe yaslanıyor? Bu adamlar nereden çıkıyor?

 

* Nereden çıkıyorlar gerçekten?

– Şu imparatorluğun kurmaylarına bir bakın. Bunların hiçbiri sözgelimi isminde ‘von’ geçen, Prusyalı asilzade askerler gibi değildir. Saint-Cyr’de okumuş burjuva Fransızlar gibi değildir. Rusya ordusunun aristokrat ailelerinden çıkmış adamları gibi değildir.

 

Atatürk, Cumhuriyet’i beş yılda kurdu

 

İlber Hoca’yla Atatürk’ün hayatının son dönemini geçirdiği Dolmabahçe Sarayı’nda buluştuk.

 

En önemli yıllar 1920-28 arası

 

* Hepsi halk çocuğu mu?

– Evet, hepsi halk çocuğudur. Fakir, mütevazı ailelerden gelmişlerdir. Sadece birkaçı general çocuğudur. Ama bakıyorsun, kültürel donanımları fevkalade. Bu figürler işte bu yüzden bana çok önemli geliyor. Atatürk ve arkadaşları nasıl çıktı ortaya, nerelerden geçip geldiler, anlamak çok önemli. Atatürk’ün hayat hikâyesi çokça yazıldı; tekrarlamanın manası yok. Ama bu cemiyet kimdir, evrimi nasıl yaşamıştır, işte bu tartışılacak bir şey.

 

* En mühim bulduğunuz dönemi nedir Atatürk’ün hayatının?

– 1920-28 arası.

 

* Neden?

– Müthiş yüklü bir sekiz yıldan bahsediyoruz. İnanılmaz bir dönem. Hem siyasi hem kültürel bakımdan… Bir memleketin altını üstüne getirmek bakımından dolu dolu bir sekiz yıl. Atatürk’ün bu yıllardan sonra ne yapacağı zaten belliydi. Maalesef hayatının son üç dört yılında da ağır hastaydı. Hatta bazı olayları kontrol edemedi.

 

* Hangi olaylardan bahsediyorsunuz?

– Mesela Trakya olaylarını kontrol edemiyor.

 

* Dönem konusuna dönersek… Niye 1919’dan değil de 1920’den başlatıyorsunuz bu dönemi? Atatürk, ‘Nutuk’a bile “1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım” diye başlıyor…

– 1919-1920 arası da çok önemli bir dönem elbette. Ama 1920’de Meclis kuruluyor. Mustafa Kemal devlet reisi artık. Şakası yok işin. Bir cuma günü kurbanlar kesiliyor, dualar ediliyor ve işe başlıyor. Devlet reisi oluyor ve bir daha hiçbir zaman iktidardan inmiyor.

 

* Peki neden 1928’de bitiriyorsunuz?

– Çünkü Türkiye’nin çatısı o tarih itibariyle çatılmıştı. Hukuk devrimi yapıldı, laisizmin adı kondu, temel teşkilat ve müesseseler oluşturuldu, üniversitelerin nasıl işleyeceğine, ne yapılacağına karar verildi.

 

* Yani cumhuriyetin ilanından alırsak Atatürk ‘Türkiye’yi beş yılda mı kurdu?

– Evet, beş yılda kurdu. Beş yılda bütün temel kurumlar çatıldı. Cumhuriyet’in ne olduğu 1928’de artık belliydi. Ama sonrakiler aynı eforda devam ettiremedi. Harbin de elbette zararları oldu ama efor düştü.

 

* Atatürk 1938’de değil 1928’de vefat etseydi bile Türkiye kurulmuş olacak mıydı?

– Evet, kurmuştu Atatürk. Bu ülke oradan da devam ederdi…

 

* Kitaptaki bir tartışmadan girerek sorayım: Atatürk olmasaydı Türkiye kurtulur muydu?

– Kurtulabilirdi ama İzmir veya Bursa gibi şehirler bizde kalmazdı. İkinci Cihan Harbi’nde de Rusya girerdi belki. Yani muhtemelen bu manzara olmazdı. Bazı devletler, Türkiye’nin her zaman bazı parçalarını isterler; bunu da bilmek lazım.

 

* Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem birçok AKP’li yakın zamanda Atatürk’ün öneminin bugüne dek alışmadığımız biçimde altını çizen görüşler öne sürdü. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Erdoğan, partisinin saflarında hiç tasvip etmediği insanlar olduğunu gördü. Sadece AKP’de değil, bütün partilerde var bu tipler. Türk siyasi hayatının oturmamışlığıdır bu. Bunlar besbelli parti dışındaki birtakım akımları besliyorlar veya onların sözcülüğünü yapmaya kalkıyorlar. Hiç muğlak konuşmayayım; en başta da FETÖ hareketi. Bu durum, Tayyip Bey’i bu çıkışı yapmaya zorladı; Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı esasları ve prensipleri olduğunu ifade etmeye zorladı. Çok açık.

 

* Selamet, temel prensiplere dönüşte bulundu o halde.

– Evet çünkü gayet korkunç insan ve gruplar var ve bunlar maalesef yurtdışındaki bazı çevrelerle işbirliği içinde. Örneğin New York’taki bir toplantıda içeride bir protesto gösterisi yapılıyor; kapılar da kilitlenmiş kimse çıkamasın diye. Besbelli bir FBI organizasyonu bu. Bazı insanların, devletlerin, bölgelerin Türkiye’ye karşı kriminal bir tavır alışları var. Bakın, ‘muarız’ demiyorum. Çünkü orada bir asalet vardır her şeyden önce. ‘Kriminal’ bir tavır var bugün. İşte bu tür olaylar insanları bir yere götürür. Bir politikacının tavırlarının oturması ve olgunlaşması o iktidara gelmeden evvel tamamlanmış değildir, devam eder. Ben burada bir gelişme görüyorum.

 

* 15 senelik bir iktidar bu noktaya gelmek için biraz uzun sayılmaz mı?

– Olabilir, uzun sayılabilir.

 

 

 

 

 

Atatürk, Cumhuriyet’i beş yılda kurdu

Tarımda yapmak istediği devrimler için Atatürk Orman Çiftliği’ni üs olarak kullanıyordu.

 

Türkiye’de kasaba zihniyetini bitiremezsin

 

* Atatürk üzerine kalem oynatan bazı isimler hakkında şöyle söylemişsiniz: “Biri oturuyor, bunları idare ediyor. Birileri de bunları yayımlıyor.”

– Birileri de yazıyor. Çünkü müşterisi var. Alkış topluyor. Her şeyi finansla, kazançla ölçmeyin; alkış toplamak da yazar için önemlidir. Bu arada ziyan ettiği, berbat ettiği şey tarihi gerçeklikler ve bilimsel düşünce yöntemleri ama bu onun için mühim değildir.

 

* “Kahramanlarını itibarsızlaştıran toplumlara, Avrupa’da da dünyada da tahammül etmezler” diyorsunuz. Bugünkü siyasi iktidarın, kurucu unsurların bunca hırpalanmasına müsamaha göstermemesi gerekmez miydi?

– Olabilir; doğrudur bu düşünce. “Tarihi kişiliklerin, cumhuriyeti kuranların” diyebilirsiniz… Yahut “İstiklal Harbi komutanlarının” diyebilirsiniz ki ben de bu tabiri kullanıyorum; istismar edilmemesi gerekir. Bu komutanlar arasındaki gerilim ve çatışmayı dünyadan bihaber kalemlerin ve kişilerin istismar etme hakkı olmaması gerekir. Bilmiyorlar, cahil cepelek konuşuyorlar; mahalle dedikodusu yapıyorlar. Dikkatli davranılmasını isteyebiliriz. Sonsuz hürriyet dünyada hiçbir yerde yok.

 

* Ama yazılıyor hocam: De Gaulle hakkında da Washington hakkında da… Kimseye bir şey olduğu yok.

– Hayır, Fransa’da General de Gaulle hakkında bu kadar kötü şeyler yazamazsınız. Bonaparte hakkında da ölçülü gitmeniz gerekir. Ya da Yunanistan’da Metaksas hakkında istediğiniz gibi atıp tutamazsınız. İlla senin dergini kapatıp hapse tıkmazlar. Ama daha beterini yaparlar. Dışlarlar; toplum dışına iterler.

 

* Bir de Atatürk’ün aslında o kadar önemli işler başarmadığını iddia edenler var. Bunun en belirgin ve neredeyse sistematik bir şekilde öne sürülen örneği; Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolünün bilinenden daha önemsiz olduğu…

– Bunları yazanların Gelibolu’nun coğrafyasını, savaş taktiklerini bilmedikleri açık; bahse bile değmez. Atatürk zaten sadece Çanakkale değildir; Bitlis-Bingöl-Muş var; çöller var… Ama bu, Türkiye’nin kasaba kültürüyle alakalı.

 

* Ne demek o?

“Hikâye yaaa, o bir şey yapmadı” deyiverirler. Kasabalı, son derece dar zihniyetle dedikodu yapan, kendince başka kuyruk acılarıyla olayları saptıran bir zihniyetin sahibidir. Bu kasabalılık hem şehir hem de ilim hayatında maalesef devam ediyor.

 

* Atatürk bunu bitirememiş sanırım.

– Bitiremezsin. O öldüğü zaman Türkiye’nin yüzde 85’i köylüydü.

 

* Geriye gidiş oldu mu peki? Çok tartışılan Ankara mesela, Atatürk’ün bıraktığı gibi mi? Kasaba mı oldu yoksa?

– Ankara kasaba olmadı; çok kötü bir şehir oldu. Kültürel kurumlarını geliştiremeyen, dünyayla alakasız, kaba bir tüketim şehri oldu. Kasabadan da kötü.

 

* Atatürk’ün yöntemleri de tartışılıyor. Özellikle de Batı’da diktatör olduğunu yazanlar var; ‘otoriter’ diye tanımlayanlar var. Diktatör müydü Atatürk?

– Otoriter bir rejimin başındaydı. İki cihan harbi arası, diktatoryaların kabul gördüğü bir dönemdi. Kıta Avrupa’sında, Hollanda, Belçika ve bir ölçüde İskandinavya dışında bu görüşler hâkimdi. Atatürk böyle bir ortamda, zaten şartlar dolayısıyla otoriter bir rejim kurmuştur.

 

* Bir yandan çok partili hayata geçme denemeleri de yaptı. Sahici denemeler miydi bunlar?

– Evet, Atatürk’ün çok partili hayata geçme özlemi hep vardı ama tatbik edemedi; etmesi de mümkün değildi zaten. İşe giriştiği zaman hiç ummadığı bir şekilde muhalefet kuvvetlendi ve üzerine yürüdü. Komünizm falan değil, sağ muhalefetten bahsediyorum. Mesela Serbest Fırka kapatıldı. Ortada büyük bir hayal kırıklığı var; “Acaba doğru mu yaptık” demeye kalmadan, Menemen yaşandı. Orada bir adam çığırından çıkar. Bir mareşal, bir genç subayın kafasının kesilişini seyredemez; bu mümkün değil.

 

* Kitapta tartıştığınız bir konu da ‘Atatürk olmasaydı; demokrasi gelir miydi’ sorusu. Olumlu bir cevap vermemişsiniz.

– Hayır, gelemezdi. Kendilerine göre yonttukları bir şey gelirdi ama bu demokrasi olmazdı.

 

* “Cumhuriyet tarihinde başkanlığın gerçek modeli İnönü’nün cumhurbaşkanlığıdır” yazmışsınız. Otoriter bir dönem miydi o da?

– Otoriterden biraz daha fazlaydı.Tamam, harp dönemiydi ama bir Selim Sarper vardı mesela, enteresan bir örnekti. 27 Mayısçıların Hariciye Bakanı yaptığı kişidir. O adamın gazetelere davranışını bulamazsın Atatürk devrinde. Sonra Menderes geldi; o da otoriter değil ama şımarıktı. Neye kızar neye gücenir bilinemezdi; etrafında binlerce şakşakçı vardı.

 

* Bugünkü yönetimde bahsi geçen dönemlere benzer bir yan var mı?

– Fikir hürriyetinde ve sandık demokrasisinde o kadar yol aldık ki, Türklerin kafası artık otoriter yönetimlere uymuyor. O dönemi geçmişiz çoktan.

 

* Atatürk’ün eğitim ve sağlıktaki hamlelerine de özel önem verdiğinizi biliyorum.

– Evet, eğitim ve sağlıkta Atatürk, Türkiye’nin kara talihini bitirdi. Hele sağlıkta, bizden çok daha gelişmiş ülkelerin bile bir şey yapamadığı bir ortamda, bir dönemde çok ileriye gitti Türkiye.

 

* Peki Atatürk’ün yakınındaki insanlardan en önemsediğiniz kişi hangisi?

– Şöyle cevap vereyim: Tanzimat’ın büyükleri Atatürk’ün yanında olsaydı, 50 sene daha fırlardık. Anla ne kadar yalnız yaşadığını. Harp yaptı bunu sanırım; insan erozyonu olmuş.

 

İnsanlar işi şimdi sahibinden dinliyor

 

* Dünya tarihinde nereye koyarsınız Atatürk’ü?

– Tarih içinde Kemalist dönem, orijinal bir dönem. Bu giderek dünyada da daha iyi anlaşılıyor. Bu sene ölümünün 80’inci yılını idrak edeceğiz; anısı hâlâ böyle baş tacı edilen bir başkası yoktur.

 

* Peki bugün geldiğimiz noktada ‘Nutuk’ neden kitap satışlarında zirveye fırladı?

– Basit değil mi cevabı? İnsanlar birtakım palavralardan usandılar. “Bu işi bir de sahibinden dinleyelim” dediler. ‘Audi alteram partem’ yani ‘Diğer tarafı dinle’ ilkesi Türkiye’de ihmal edilir. Ama yavaş yavaş bu düşünceye geliyor insanlar işte. Üstelik bir taraf o kadar edepsiz ki diğer tarafı dinlemek ister istemez beşeri vicdanın icabı sayılıyor.]]

 

Kafamı karıştıran 21 Ocak 2018 günkü Ertuğrul Özkök’ün İlbey Ortaylı köşesi. Burada, bize öğretilen ve de hala inandığımız Osmanlı yetkililerin ve dahi bizi arkadan hançerleyen Arapların ince ince aklanması ve de Osmanlı İmparaorluğu’nun antiemperyalist olduğu, dünyada emperyallere karşı ilk zaferi Atatürk ve Anadolu insanının değil, I. Dünya Savaşı’nın Irak Cephesi’nde, İtilaf Devletleri ile İttifak Devletleri arasında “7 Ara 1915 – 29 Nis 1916”’da gerçekleşmiş Kût’ül-Amâre Kuşatması (Birinci Kut Muharebesi) ile Osmanlı’nın kazandığı imajının verilmesi… İşte o aklanma durumu:[[ İlber Ortaylı’nın yeni çıkan kitabı “Gazi Mustafa Kemal Atatürk”* kitabını bir solukta okudum.

Benim gibi laiklere İlber Hoca dersleri Cumhuriyet okullarında okumuş benim gibi laiklere önemli bazı “tarih dersleri” vardı (İyi de bu ders bugünlerde neden verilmeye Başlandı..!?)

Vahideddin: Benim gibi laikler için “vatana ihanet etmiş”, sonra da “kaçıp gitmiş” son padişahtı…

İlber Hoca diyor ki:

“Vahideddin çok fazla günah keçisi ilan edilen, haddinden fazla hücuma maruz kalan, hataları abartılmak bir yana bazen yapmadığı işler bile ona atfedilen bir padişahtır.”

– Kût’ül Amare: Benim gibi laikler “Nereden çıktı bu Kût’ül Amare” diye soruyordu…

 

İlber Hoca diyor ki:

“Kût’ül Amare Çanakkale Savaşı’ndan sonra Britanya İmparatorluğu’nu zora sokan, politikalarını altüst eden ve imparatorluğun yenilmezliği inancını sarsan, dünya hâkimiyetine inanmış Britanya kamuoyunu şüpheye, hatta kaosa sürükleyen büyük bir zaferdir…”

– Araplar: Benim gibi laikler için Birinci Dünya Savaşı’nda “bütün Araplar” bize ihanet etmiştir…

İlber Hoca diyor ki:

“Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bütün Araplar Lawrence’a katılan Şerif Hüseyin’in aşireti gibi değildi.”

– Damat Ferid: Benim gibi laikler için, Damat Ferid, “yolsuzluklara bulaşmış hırsızın teki”ydi.

 

İlber Hoca diyor ki:

“Damat Ferid hırsız veya mali yoldan yolsuzluklar yapan bir adam değildi, fakat düpedüz yeteneksiz, megaloman ve daha beteri hayaller kuran birisiydi.” ]]

Yazının şu bölümü dahi kafamdaki ??????’lerini tam olarak silemedi:

 

İlber Hoca diyor ki:

“Yaşım itibariyle bu savaşın gazilerini tanıma imkânına sahip oldum, onlardan bütün fikir dünyamı ve tarih bilgimi sarsan feci hatıralar dinlemişimdir. Mustafa Kemal Paşa’ya ve yakın arkadaşlarına hayranlığım arttı. Çünkü 1914’te savaşı yönetenlerin yarattığı facia ve halk arasında sebep oldukları bezginlik onların direnişe geçmesini önlememiştir.”

 

Benim gibi laiklere İlber Hoca dersleri. Bu kitabı okuyun…

Son yıllarda Atatürk ve mücadele arkadaşlarını tarihimizden silmek isteyen o trol kafalara, “asla silemeyeceklerini” anlatan harika bir kitap.

Kitabı okudum okumasına da, var olan Atatürk için güzel değinmeleri götüren satır aralarındaki iletiler bana bu yazıyı yazmama neden olduğunu öncelikle vurgulamak isterim…

 

 

 

 

evesbere@gmail.com

 

Tüm Yazıları»

 

 

Şevket Çorbacıoğlu / Bizim Anadolu / 04 Şubat 2018

 

Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…

 

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...