Press "Enter" to skip to content

Nevşehir’de Cumhuriyet Kutlaması

Nevşehir’de Cumhuriyet Kutlaması

Nevşehir’in kuzeyi, Gülşehir yolu dolayı. Evler bitiyor. Arada Taskobirlik yapıları var. Sonra Nar başlıyor.

 

 

 

 

Debboy…

 

Nevşehir’in kuzeyi, Gülşehir yolu dolayı. Evler bitiyor. Arada Taskobirlik yapıları var. Sonra Nar başlıyor.

 

Debboy geniş bir boşluk. Kumluk. Seyirci yerleri olmayan ayaktopu oyun alanı. Halk toplanıp, ayakta izliyor maçları. Taşlara oturanlar da oluyor. Her oyun bitişinde döğüş… “Hakem taraf duttu.” Taşların altına saklanmış sopalar çıkarılıyor; önceden hazırlık yapılmış… Taş bol; büyüklü küçüklü… Kafalar yarılıyor, akacak kan gövdede, damarda durmazmış.

 

Sonraları, Kadim Muşkara, Nevşehir kazası DP sayesinde Niğde’den ayrılarak il yapılıp, 67’den biri olunca, TBMM’nin İl Yasası’nı onayladığı tarih unutulmasın diye, o günün adı verilen 20 Temmuz İlkokulu yapıldı, Debboy biraz küçüldü. Okulun avlusu genişti (1962’de Kız Öğretmen Okulu da burada açıldı ).

 

Giderek Debboy’un Gülşehir yolu yanına oturma yerleri yapılıyor, üzeri de örtülüyor da, protokol, konuklar yağışlı günlerde ıslanmadan törenleri izleme olanağına kavuşuyor.

 

…………………..

 

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreni…

 

Ömer Ağa’nın ikide bir bozulan 1940 model itfaiye aracı (arazöz) yolları sulamış. Güz güneşi olsa da ısıtıyor. Islak kumlu yollarda yürümek hoşuna geliyor insanların. Deposundan su sızdıran al boyaklı kamyon Debboy’dan içeri girdi. Oyun alanının çevresini fırdolayı suladı. Halk oturma yerlerini doldurmuş; alkışladılar Ömer Ağa’yı. O da pos bıyıklarını sıvazlayarak, bir eliyle direksiyonu kıvırırken, kolunu camdan çıkarıp selama karşılık verdi.

 

Polisler, bekçiler, zabıtalar selam durdu…

 

Vali Dr Nafi Tamer, Vali Muavini İbrahim Çopuroğlu, İl Jandarma Kumandanı Albay Asaf Koç, Askerlik Şubesi Başkanı Albay Osman Şahin, müdürler, Belediye Reisi Kemal Dedeoğlu yerlerini almıştılar.

 

Başlarında öğretmenleri ilkokul, ortaokul, lise öğrencileri girdiler. Kafalarında şapka. Binlerce öğrenci.

 

Her okulun bando takımı var. Müzik öğretmeni sayısı pek az, yetersiz yeni ilde. Belli ki, okullarda dersler başlar başlamaz prova yaparak hazırlanmış öğrenciler. İzci kursu görmüş öğretmenler de yardım etmişler.

 

Her okulun adı sesbüyütücüden duyuruluyor:

“Cumhuriyet İlkokulu!”

“Zafer İlkokulu!”

“Muhtelif Gayeli Ortaokul!”

“Nevşehirimizin medarı iftiharı şanlı Lisemiz!”

“Sanayileşen memleketimizin iftiharı Erkek Sanat Enstitüsü!”

“Marifetli çocuklarımızın, müstakbel anaların okulu Kız Meslek Lisesi!”

 

Her okulun çocukları, gençleri geçerken alkışlayanlar, “Yaşa, vaar ool!” diye bağıranlar oluyor.

Türkçe, edebiyat öğretmenleri okullardan gür sesli çocukları seçmişler; şiirleri onlar okuyor. Bir genç de Cumhuriyet nasıl ilan edildi, ne zorluklarla Seferberlik’te yedi cephede nasıl çarpıştık, Çanakkale-Gelibolu Yarımadası Savaşları üzerinde daha uzun durdu, İstiklal Harbi utkularını nasıl kazandık, bağıra bağıra anlattı.

 

Son olarak Lise Edebiyat Öğretmeni Aziz Yalçın kürsüde konuştu, bayramın anlamını, önemini vurguladı.

 

Ne denli çok öğrenci böyle!

 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında nüfus artışının ne denli yüksek olduğunu anlamak için bayram kutlamasına katılan öğrencilere bakmak gerekiyor.

 

Lisenin gençleri, başlarında Beden Eğitimi Öğretmeni Nihat Bilgen, insan kulesi yaptılar. Kaç kat… Aman, düşebilirler. Küçük bir dikkatsizlik her şeyi bozabilir. Güçlü kuvvetli, sağlıklı gençler seçilmiş olsalar da. Tam Vali’nin, Reis’in önünde bir kule ortaya çıktı. Genç olsalar da bacakları titriyor. Zaman zaman kızlar, kadınlar çığlık çığlığa sesleniyorlar. En üste çıkan genç, göğsünden çıkardığı Türk Bayrağı’nı öpüyor, sonra Protokole doğru gösteriyor. Alkış, alkış… En çok bu gösteri beğeniliyor, gözler yaşarıyor. Sonra gençler en üstten başlayarak iniyorlar, kuleyi bozup, arkadaşlarının yanına yürüyorlar.

 

Okulların yürüyüşü, gösterisi bitti. Stadyumun bir köşesine çekildiler. Beklemeğe başladılar.

Sonra, esnaf sökün etti.

 

Debboy kapısından tek tek girerken kamyonlar, bir alkış yağmuru, bir şamata, bir ıslık, bir tantana…

 

 

Fırıncı esnafını temsilen … Bir ocak yapmışlar kamyon kasasına. Hamurkar unu suyla yoğuruyor. Hacı emmi kürekle fırına veriyor hamuru. Bir çırak, önceden hazırlanmış küçük ekmekleri seyircilere doğru saçıyor. Arada ince uzun simitler de atılıyor. Halk, kapma telaşında onları.

 

Nohutların kavrulduğu kazanlarda çevire çevire leblebi yapanlar… Kamyonun üstünde zenaatlarını icra ederekten. Ustanın da çırakların da yüzlerine kara boya çalınmış. Bir çırak, önceden gazete kâğıtlarına sarılarak hazırlanmış küçük leblebi külahlarını halka doğru savurmağa başladı.

 

Bir coşku, bir sevinç… 10 kuruşluk leblebi külahını kapan kendini Milli Piyangodan büyük ikramiye çıkmış gibi talihli görüyor. Bir şamata, bir tantana… Külahları yakalayamayanlar üzgün…

 

Beldede iki fotoğrafçı var yalnızca: Foto Aile Mehmet Sivri. O yok. Muhalif olduğu yaygın kanı. Öbürü kim? Saçıyla, sakalıyla halkın, ders kitaplarından bildiği Namık Kemal’e benzettiği Foto Menekşe Necati Usta bir kamyonun üstüne karta basma aygıtını yerleştirmiş. Önce fotoğrafını çekiyor Vali’nin, Reis’in. Sonra hemen orada yapmışcasına aygıttan geçirdiği filmi büyük karta basıyor. Önceden hazırladığı büyük boy resimleri leğendeki kimyasal sıvıdan çıkarıyor ıslak ıslak. Kartlardan sular damlıyor. Halk alkışlıyor, ıslıkla beğendiğini ortaya koyuyor.

 

Büyük Sinema karşısındaki pabuç boyayıcılar bu kez kamyon üstünde zenaatlarını icra ediyorlar. İştahlı iştahlı fırça sallıyorlar. Üç genç boyacı sandığına ayaklarını dayamış, sırada bekleyen iki kişi de görülüyor. Seyirciler gülüşüyor. Laf atanlar var: “Ayna gibi olmazsa para virmem haa!”

Bir tüfek sesi miydi, ne! Evet bir kamyonun önüne Cemiyet’in koca levhasını söküp takmışlar: Nevşehir Vilayeti Avcılar ve Atıcılar Cemiyeti… Debboy’un kapısından girerken ilk tüfek patlıyor. Herkes irkiliyor. Avcıların gösterisi pek ilgi çekiyor. Tekli, çifte kırma tüfekliler. Tam Vali’nin, Reis’in, müdürlerin önüne geldikleri zaman kamyon duraklıyor. Avcılar başlarında kulaklıklı meşin şapkalarına ellerini götürerek selama duruyorlar. Bir anda kafeslerin kapakları açılıyor. Çat koyaklarından, Uçhisar derelerinden yakalanmış güvercinler güya özgür bırakılıyor. Savaş başlıyor. Hangi avcı iyi nişancı! Tetik düşürüyorlar. Havada uçuşan kanat telekleri, saçma yiyip düşen kanlı güvercin gövdeleri. Alkış, ıslık, “yaşa, varol” sesleri. Vali’nin hanımı ürkmüş, titreyerek kocasına sığınmış bu kanlı gösteriden, elleriyle gözlerini kapatıyor… Seyircilerin arasına düşen kanlı küçük gövdeler kapışılıyor; akşam kebap olacaklar. Salınan güvercinlerin çoğu, kısa süre özgür kalabildiler, ömürleri sona erdi. Az sayıda güvercin belki birkaç saçma yaralamış olsa da kanatlarını, bulutsuz gökyüzünde uçup Nar’a doğru kanat açıp özgürleştiler, havada uçuşan birkaç tüy bırakarak, yuvalarına ulaştılar.

 

Marangozlar girdi arkadan… Bir traktör vagonetine yüklenmiş tezgâh… Özden getirilmiş bir selvi gövdesini biçiyor kasnağın çalıştırdığı hızar. Testere ile kesiyor bir parçayı çırak. Usta pek ciddi. Kulağının arkasına sıkıştırdığı kalemle biçilmiş tahtayı çiziyor; şimdilik bu kadar, kapı ve pencere yapımı dükkânda sürecek…

 

Lokantacı esnafı tencerelerde yemek pişiriyor. Yan kapakları açılmış kamyonda aşçı, çırak çalışıyor. İki masa; örtüleri apak bez… İki kişi oturmuş yemek bekliyorlar. Önceden hazırlanmış yemekler gaz ocağında ısıtılıyor. Çırak pompalıyor ocağı… Kamyon yavaş yavaş geçerken müşteriler güya yemek yiyorlar.

 

Şekerci esnafı… Külahlara koydukları akide şekerlerini, cıncık şekerlerini, dörde bölünmüş lokumları halka doğru savuruyorlar. Seyirciler birbirini çiğneyerek şekerleri kapma yarışında.

Terzi esnafı… Usta, çırak, bir müşteri. Singer dikiş makinesi de hazır. Usta, gözlüğünü burnuna indirmiş, göynek dikiyor. Kalfa bir müşterinin üzerinde ceketi deniyor. Bir çırak kömürlü ütüyle pantolon ütülüyor. Bir başkası yama yapıyor.

 

Seyirciler arasında onları tanıyanlar var. Laf atıyorlar. Usta, kalfa, çıraklar ciddi ciddi iş yapıyorlar.

 

İşte berber… Tuvalet masası önündeki sandalyede oturmuş müşteriyi berber Nevzat traş edecek. Sabunu köpürtüyor, usturasını kaydırıyor. Gerçekten de traş. Laf atıyorlar: “Aman dikkat, kesip de ganatma bi yerini!”

 

Gazete satıcısı Ahmet Ağa, oğlunun kullandığı sepetli motosikletine oturmuş, satamayıp dükkanda kalan, yer kaplayan eski gazeteleri, ucuz dergileri dürüp büküp tribündekilere fırlatıyor. Islıkla, bağırarak karşılık veriyor seyirciler…

 

Bir traktör vagonetinin üstünde kasap,yanında çırağı… Çengele asılmış bir koyun gövdesinden parçalar kesiyor. Yavaş çekilmiş film gibi. Ustanın hareketleri yavaş. Çırak kıyma makinasının kolunu çeviriyor, eliyle aldığı kıymayı yağlı kâğıda koyuyor.

 

Kalın kaşları gözlerinin üstüne inmiş Ömer Ağa ciddi ciddi pabuç yapıyor. Onu tanımayan, sevmeyen yok beldede. Sanki karikatür dergisinden çıkmış, canlanmış gibi. Ağzında cigara, duman girmesin diye çizgileştirdiği gözleriyle tribündeki seyircilere de bakmadan edemiyor. Alkışlayanlara gülümseyerek karşılık veriyor. Bir çırak solüsyonu yırtık cizlavit lastiğe sürerek onarıyor. Çarık yok artık, unutuluyor.

 

Demircileri taşıyan kamyon giriyor. Örs ile çekiç. Demirciler demir döğer; tunç olur… Çapa, keser, orak, tırpan, bel yapıyorlar. Kamyon yavaş ilerliyor ki, seyirciler iyice görsün. Sürücü göz ucuyla protokoldeki zevata bakıyor. Alkışlayan da oluyor. O zaman usta, kalfa, çırak pek memnun kalıyor, mutlulukla ışıldıyor yüzleri.

 

İşte radyo, gramofon onarımcıları… Ellerinde tornavida, gelin sandığı büyüklüğünde iki radyoyu çalışır duruma getirme telaşında. Tam valinin önünden geçerken onarım bitiyor (!); radyo çalışıyor. Sesbüyülten aygıta bağlanmış radyo yeri göğü inletiyor. Ankara’daki gösteriler anlatılıyor. Seyirciler alkışlıyor; çırak da o sırada bir gramofonun kolunu çevirerek şarj ediyor. Bir plak çalınıyor, sesi giderek zayıflıyor:

 

Garşı dağda sıra sıra bademler

Otursun ağlasın yari gidenler…

 

Üzüm satıcıları bir kamyonun üstünde çevreye bakıyorlar. Taze üzüm olsa olsa Çat Köyünde kaldı. Bir gün önce dükkânlarında kuru üzümü küçük küçük külahlara doldurmuş esnaf, çırakların yardımıyla onları yurttaşların üzerine savuruyor. Küfe, sepet, zembil, sele… Üzüm dolu. İyi bir hasat mevsimi geçirildi… Esnaf cömert…

 

Kamyon kasası yapan ustalar tak tuk, küçük model bir kasa, traktör vagoneti üstüne konulmuş, yavaş yavaş geçmekte. Tahtaları çakılmış; sıra boyamada. Göreli İsmail Kaynak elinde boya kovası, fırça; ciddi ciddi boyuyor. Tam Vali’nin önünden geçerken adını yazıyor, göz ucuyla Protokol sıralarına bakıyor.

 

Nalbantları taşıyan kamyon Debboy’dan içeri giriyor. At, eşek, katır, sıpa olması gerekir; yok. Hemen bir söz yayılıyor seyirciler arasında. “Gamyona bindirmişler eşşeği; amma velakin, ürkmüş de gaçıp gitmiş ahırına.”

 

Nal çakar gibi yapıyorlar bir garibanın ayağına. Beldenin en yoksul, biraz da akıl yoksunu delikanlısı bu. Anlaşıldı; cebine ücretini koymuşlar; birkaç lira. Halk gülüşüyor, acıyanlar da çıkıyor.

 

Nevşehir’in tavası ünlü… Tavacı esnaf kamyonun üstüne ocak kurmuş, tava yapıyor. Daha öğlene iki saat olsa da, halk yutkunarak seyrediyor. Sarmısaklı bir tava, yanında has şehir ekmeği, üstüne helva… Ne hoş olurdu…

 

Motosikletli, bisikletli gençler geçiyorlar. Ellerini gidondan bırakıp, ayağa kalkarak Vali’yi, protokol zevatını selamlıyorlar. Alkış alınca mutlu oluyorlar. Bu arada birkaç bisiklet birbirine giriyor; binicileri düşüyor yere, seyirciler gülüşüyor. Bazı motosikletler daha havalı; sepetleri var. İçine gömülmüş bir eski memur, esnaf oradan protokol sıralarına bakıyor.

 

Bir kamyonun üstünde esnaf yok. Çocuklar sağa sola çevire çevire gösteriyorlar çerçeveli resimleri. Bayar’ın, Menderes’in büyük boy resimleriyle donatılmış, boyaklı kâğıtlarla süslenmiş… Kocaman bir yazı dikkat çekiyor: Nevşehir halkı, Muhterem Reisicumhurumuza, Muhterem Başvekilimize minnettardır. Kamyon tam tribünün önünden geçerken Vali, Reis ayağa kalkıp alkışlıyor. Foto Menekşe’nin çırağı o anda deklanşöre basıyor. Ertesi gün beldenin gazetesinde o resim yer alacaktır.

 

Kalaycılar giriyor kamyonun üstünde. Çırak ocağı harlı tutuyor körükleyerek. Usta, dudakları arasında cigara, gözlerini çizgileştirmiş; bakır kapları kalaylıyor. Halk alkışlıyor. Her evde bakır sahan, tas, tencere, kazan var. Bakır cengi ağuludur; öldürür… Kalay çubuğunun ucundan azıcık harcayan usta, gördüğü ilgiden mutlu, işini ciddiyetle yapıyor.

 

Bir traktör vagonunun açık kapakları… Hurda bir kamyonet. Kaza sonucu ezik büzük. Usta elinde çekiçle tak tuk kaportayı düzeltmeğe çalışıyor. Eli yüzü karalı, yağlı. Kalfa, çırak ellerinde anahtar, tornavida, vida… Bozuk motoru çalıştırma ereğindeler. Tam Reis’in önüne vardıklarında motoru çalıştırıyor usta. Reis ayağa kalkıp alkışlayınca, usta mutlu oluyor; eğilip selam veriyor.

İki ayaktopu takımı var beldenin. Birbirine rakip. Lise öğrencileri ama, çoğunluğu il dışından. Üzerlerinde takımlarının formaları… Her zaman böyle bulunmazlar birarada. Zaman zaman döğüşler de olur. Kamyonun yan kapakları açık; topa vuruş denemeleri… Kaleci şutları yakalıyor. Fotoğraflardaki gibi cuğ çökmüş halde poz da veriyorlar. Protokol önüne geldiği zaman kamyon, futbolcular tüm ciddiyetleriyle dinelip selama duruyorlar. Tam o anda birisi bağırıyor: “Damat İbrahim Paşa’nın torunları, sizden gonşu şehirlerden galibiyetle gelmenizi bekleriz.” Bir başka seyirci bağırıyor: “Ne torunu yav! Hepsi başka şehirlerden gelmiş, transfer bunlar…” Kavga çıkabilir. Reis arkaya dönüp Belediye zabıtalarına sert sert bakıyor. Mesaj alınmıştır: Kavgaya izin yok.

 

Kayseri Şeker Fabrikası açıldıktan sonra çevre illerde pancar ekimi yaygınlaştı. Damsa köylüleri en iri pancarlarla kamyonun üstünde yerlerini almışlar. Bir torbada toz-kristal şeker, bir diğerinde kesme-kahve şeker var. Halk bekliyor ki, külahların içinde onlar da saçılsın. Yok, hazırlık yapılmamış… Islık, ıslık…

 

Göre’de patates yetiştiriliyor. Uzun çubukların ucuna en irilerinden, birkaç kilo çeken de var- patatesleri takmış köylüler gururla, ürünlerini göstere göstere geçiyorlar. Kamyonda çuval çuval patates görülüyor. Ağızları dikilmemiş, kasaya dökülenler de en irilerinden seçilmiş. Seyircilerin başı yarılmasın, gözü çıkmasın diye, onlar saçılmıyor, atılmıyor.

 

Yapı taşı yontanları taşıyan kamyon giriyor. Taş ocaklarından koparılmış yamrı yumru halapaları ustalar yontuyor. Üstleri, başları, yüzleri apak, saçlarında, sakallarında taş kırıntıları… Yanardağ kayası, yontulurken böyle yapar emekçiyi… Belediye Reisi’nin yanındaki kişinin Karadenizli konuk olduğu söyleniyor. Adam, yanında hanımıyla izliyor yontucuları. Belli ki, ilk görüyor bu eylemi…

 

Bu sonbahar gününde serin seher yelleri eserken, seyircilerin burnuna yünsü yünsü kokular geliyor. Konuşan, gülüşen insanlar dikkat kesiliyorlar. Bir kaval sesi mi çalındı kulaklarına, ne! Evet, Debboy’un koca kapısından bir çoban giriyor kavalını çalaraktan, arkasında davar sürüsü…. Kepeneğinin altında şapkalı, boylu boslu yiğit bir adam çoban. Gururla yürüyor. Eşeğinin palanı üzerinde bir halı heybe, nevalesi vardır gözlerinde. Kaval çalmayı bir an bırakıyor, heybenin gözünden deveci boducunu çıkarıyor, tek eliyle havaya kaldırıp göğsüne döke döke içiyor suyunu. Sonra yine kaval çalmayı sürdürüyor. Kangal çoban köpeği boğazında tort, çobanın bir sağına geçiyor, bir soluna, sürünün güvenliği ondan sorulur. Davar sürüsü geliyor arkasından. Koyunlar kuyruklarını zor taşıyarak, birbirlerine sokulmuş hızlı hızlı yürüyorlar. Aralarda filik (tiftik) keçiler… Parlak yünleri Ekim sonu güneşinde ışıl ışıl, büklüm büklüm. Çoban yardımcısı çeltek en arkada. Çevreyi gözlüyor, güneşin yakıp kavurduğu yüzü tahta kaşık kadar kalmış. Çobanın kaval konseri sürüyor. Protokol, halk, öğrenciler, işlerini bitirip, gösterilerini başarıyla sunmuş esnaf, derin bir sessizlikte kepenekli çobanı izliyorlar, hayranlıkla dinliyorlar. Çoban, tam valinin önüne geldiğinde, durup selam veriyor askerce, kolunu kaldırıyor, elini kasketinin siperine götürerek… Vali gülümseyerek teşekkür ediyor. Halk alkışlıyor… “Yaşaa, vaar oool!” Islıklama yok, kargış yok… Çobanın işine, gücüne hayranlığın bir sonucu, bu halk davranışı. Cıvıklık, saygısızlık yok. Davar sürüsü ilerliyor, Debboy’un dolambacını dönüyor, girdiği kapıdan çıkıyor. Çoban, yanında görkemli Kangal’ı ile, girişte olduğu gibi çıkışta da kavalını tüm soluğunun gücüyle koygun koygun çalıyor… Havada yün kokulu bir esinti… Arkada bırakılan, geride kalmış olan.

 

…………………

 

O gün bayram töreni sona erdikten sonra evli evine, köylü köyüne…

 

Öğretmenler, öğrenciler yorgun olsalar da bir bayramı daha kazasız belasız geçirdikleri için mutlu…

 

Birçok kişinin cebinde bir külah leblebi, bir külah şeker, küçük bir kanlı güvercin gövdesi ya da üzüm… Çocuklarına, torunlarına verecekler.

 

Birçok kişinin belleğinde de gördüğü, izlediği esnaf gösterisi; köy kahvesinde bire on katarak anlatacağı…

 

 

Dr. Emrullah Güney

 

 

……………………………….. 10 Ekim 2017. Ürgüp

 

 

 

Bizim Anadolu

 

 

Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…

 

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...