Press "Enter" to skip to content

Mustang, dıgıdık dıgıdık…

Mustang, dıgıdık dıgıdık…

Mustang ya da köklerinden uzak sanal bir at…

 
 
 

 
 
 
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var; ülkemiz toplumunda çoğu kez ‘tabu’ olan konuları, sorunları dile getirmek, geniş toplumun gözleri önüne sermek büyük cesaret işidir. Bir yalan havuzu içinde yaşayanlar, başlarını kuma gömenler, söz edilmesinden hoşlanmayanlar; hele de ‘yabancılar bizi yanlış tanımasın’ kaygısında olanların olduğu bir ülke ortamında bu sorunları dile getirebilen cesaretli kişilere, sanatçılara şapka çıkarmak gerek, desteklemek gerek.

 

Ömer Özen
Ömer Özen

 

Ama yapılan iş de namuslu biçimde yapılmalı. İçinde böyle önemli, eğlendirmek için değil, soru sordurmak için, üzerinde düşündürmek için yapılan toplumsal yapıtlarda her sahnenin, her karenin çok çok önemi vardır; neyin, ne için söylendiği, nereye gidebileceği iyi tasarlanmalıdır.

Niyet dürüstlükse…, olduğu gibi çıplak gerçeği ortaya koymaksa kuşkusuz…

Yok eğer niyet ‘kışkırtıcılık’ ise, her ne pahasına olursa olsun kendinden söz ettirmek ise, alttan alta siyasi ya da parasal çıkar sağlamaksa, yapmak istediği herhangi bir biçimde ‘propaganda’ yapıtı ortaya koymaksa, o durumda o yapıt o ölçütler içinde değerlendirilir… Fazla da söyleyecek bir yer bırakmaz. Çünkü seçimini yapmıştır o yapım, daha doğrusu o yapıtı ortaya koyan kişi ya da kişiler…

 

Bazan da yapıtın içinde geçen bir sahne ya da söz düşünülmeden edilmiş olabilir; çoğu kez kökeninin ne olduğunu bilmediğimiz ama günlük yaşamda ağzımızdan düşmeyen deyimler gibi… Bu sözlerin kimi, ne zaman, nerede, ne biçimde yaralayacağını bilemeyeceğimiz gibi…

 

Çağan Irmak
Çağan Irmak

 

Yazının burasında yıllar önce bir film şenliğinde filmini sunan Çağan Irmak’ın gösterimden sonra yapmış olduğu izleyici – yönetmen söyleşisinde sinema sanatına uzak olmayan bir izleyicinin sorusunu ve yönetmenin bu soruya çok kızdığını anımsadım.

Soru filmde geçen bir tecavüz sahnesinde yüzü kapalı olan tecavüzcünün doğu ağzıyla konuşması üzerineydi.

İzleyicinin sorusu şu yoldaydı: “Karakterinizi neden Doğu şivesiyle konuşturdunuz? Burada şiddet gösteren, tecavüz eden Doğulu ya da Kürt mü demek istiyorsunuz?”

Çağan Irmak çok kızmıştı böyle bir soruya, “neye, nereden bakıyorsunuz, nasıl böyle bir şey düşünebiliyorsunuz? Hiçbir zaman aklımdan böyle bir şey geçmedi” yolunda bir yanıt vermişti. Kızgınlığı da biraz sürmüştü.

O olayda, ben iyi niyetle Çağan Irmak’ı haklı görmüştüm. Filmdeki konunun gelişmesiyle ilgili olarak alttan alta Doğu ya da Kürt karşıtlığı yapmak gibi bir niyetin olmadığı kanısına vardım. Ancak yukarıda değindiğim gibi toplumda şöyle ya da böyle yaşayan önyargılardan klişelerden birinin tuzağına düşülmüş olduğunu düşündüm. Hâlâ da öyle düşünürüm. Bilindiği gibi bilgisiz (cahil) toplum bireylerini tanımlamak için genelde köylü, doğu yöresi ağzıyla konuşarak ya da karakteri o biçimde konuşturarak haksız biçimde bir kimlik-kişilik yapıştırmasında bulunulur. Evet, büyük bir yanlış, dahası haksızlıktır; ama yaşanmaktadır bu önyargılar… Halbuki, o kişi Ege ağzıyla da konuşturulabilirdi, Orta Anadolu, Karadeniz ağzıyla da; ya da ne bileyim, İstanbul gibi büyük bir kentin bıçkın, kabadayısı ağzıyla da… Ancak kabadayı ağzıyla pek olamazdı, çünkü karakter inşaat işçisiydi. Dolayısıyla taşradan büyük kente yeni gelmiş bir kişilik olmalıydı… (Burada da mı önyargıya düşüyoruz?)

Hadi, bir de tinsel (ruhbilimsel) bir çıkarımda bulunalım: Bence Çağan Irmak’ın kızgınlığı gerçekte izleyiciye değil, kendisinin nasıl böyle önyargılı bir düşünce tuzağına düşmüş olduğunaydı.

Çağan Irmak olayından neden bu kadar uzun söz etmiş olduğum yazının ilerleyen bölümlerinde anlaşılacaktır.

 

Deniz Gamze Ergüen Cannes Film Festivali'nde oyuncularıyla.
Deniz Gamze Ergüven Cannes Film Festivali’nde oyuncularıyla.

 

Bu kadar uzun bir girişten sonra Mustang* filmine gelelim.

Film Haziran başında Fransa’da gösterime girdi, oldukça kalabalık izleyici topladı. Dünyanın değişik yerlerinde irili ufaklı şenliklerde ve bu arada Eylül 2015’te Toronto’da da gösterildi. Montreal’de ise 29 Ocak’ta gösterime girecek.

 

Filmin kısa öyküsü şu:
Kastamonu/İnebolu’da geçen öykü, beş kız kardeşin özgürlükleri için verdikleri savaşımı işliyor. Lale ve kardeşleri oynadıkları bir oyunun çevrelerince beklenmedik bir skandala dönüştürülmesi sonucu dışarıyla ilişkileri kesilir ve eve kapatılırlar. Bu durum öyle bir noktaya sürüklenir ki evde kızları evlendirme tasarıları yapılmaya başlanır. Ancak beş kardeş, üzerlerinde kurulan bu baskıları yenip özgürlüklerine kavuşmak için yeni yollar arayacaktır.

 

 

Bir kez, öykünün ayakları yere basmıyor.

Bu kızlar nerede yaşıyor? Uzayda mı, Mars’ta mı, Batı’nın büyük bir kentinde mi?

Öykü Türkiye’nin büyük kentlerinden birinde bile değil, filmin duyuru ve söyleşilerinde belirtildiği üzere Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde geçmektedir; bu kadar da belirgin olarak söz edilmiş.

Büyük kentlerde bile olamayacak, böylesine bir ortamda yetişen kızların film boyunca takındıkları tutum, eylem gerçekçi değil.

Elbette, filmlerde, oyunlarda bir konuyu ortaya koymak için bazan abartıya, fanteziye kaçıldığı olur. Ama yine de inandırıcılık vardır, öykünün ayağı yere basar. Bu olgu bu filmde yok.

Filmde konu en küçük kardeş Lale’nin gözünden anlatılmaktadır. Ablalar biraz aptal duruma sokulmuş; bu kadar özgür davranan ablalar neredeyse her şeye evet diyorlar. Yazgılarına boyun eğiyorlar.

Diğer yandan, neredeyse herkesle cinsel ilişkiye geçmekte oldukları duyumsatılıyor. Dahası kızlardan biri ayak üstü kentin ortasında hiç tanımadığı bir kişiyle arabanın içinde sevişiyor; artı, oturduğu yeri söylüyor ve o kişi de arkadaşlarını alarak akşam saatlerinde evlerinin kapısına dayanıyor…

 

Yok artık!..

 

Öykü en küçükleri Lale'nin gözünden anlatılıyor.
Öykü en küçükleri Lale’nin gözünden anlatılıyor.

 

 

Kardeşlerin aralarındaki konuşmalar da bizce çok gerçekçi değil. Evet, kızlar belki, özellikle yakın oldukları arkadaşlarıyla en özel şeylerini paylaşırlar. Ancak kardeşler arasında bu denli açık konuşmaların olabileceğini pek olası görmüyoruz doğrusu. Fantezinin de fantezisi olmuş…
 

 
 

Diğer ve en önemli bir olgu da fena biçimde -neredeyse porno düzeyinde- kız çocuk cinselliği kullanılmış olması. Bu bir özgürlük, kadının bedenen kendisini ifade etmesi değil, sübyancılık, hadi, Batı’nın ‘bilimsel’ deyimiyle söyleyelim, ‘pedofil’ bir gösteriye dönüşmüş. Çok aşırı biçimde okul çağındaki kız çocuklarının bedenleri gözler önüne seriliyor ki, beni çok rahatsız etti… Sakın bunu bir ‘tutuculuk’ olarak algılamayın. Çocuklar fena biçimde sömürülmüş durumda. Filmi tartıştığımız bazı erkek ve kadın dostlarımız da aynı kanıya vardılar. Benim kadar onlar da rahatsız olmuşlar… Ve ‘pedofili’ye bu kadar duyarlı olan Batı toplumu/kurumları bu filme herhangi bir tepki göstermediyse, ki şu ana kadar herhangi bir biçimde bu yolda bir duyum almadım, iki yüzlülük yine ortaya çıkmaktadır. Kimbilir, belki de konu kendi ülkelerinde, kendi ortamlarında değil, Müslüman bir ülkede geçtiği için seslerini çıkarmamaktadır… Hele bunu bir ‘özgürlük araması’ olarak alırlarsa, dilim tutulur…

 

Kızlar kapalı giydiriliyor, başları açık...
Kızlar kapalı giydiriliyor, başları açık…

 

Bazı ayrıntıları ve sonunu filmi izleyeceklere haksızlık olmasın diye buraya almayacağım, ancak bence dananın kuyruğunun koptuğu başka bir sahne var ki, söylemeden edemeyeceğim.

Evlendirilen kızlardan birinin düğün sahnesinde tek müzik kullanılmış; o da Semah. Çiftelli, halay, herhangi bir oyun havası değil; Semah!..

Semah nedir? Semah Alevilik öğretisinin en önemli dinsel/ekinsel müziğidir…

Burada kafamıza dank ediyor, neden kızları eve, pencerelerine demir ızgaralar eklenip kapatıldığı, ancak başlarının kapatılmadığı…

Aile Alevi mi denmek isteniyor bu durumda?.. (Burada yukarıda değindiğim Çağan Irmak olayını anımsayın.)

‘Alttan alta bir Alevi ve laiklik karşıtlığı mı işleniyor’ sorusu gelip oturuyor usumuza, yüreğimize…

Herhangi bir düzen eleştirisi, ülkeyi 13 yıldan beri dönüştürmeye çalışan bir yönetim eleştirisi yok…

Sadece ucuz bir mahalle baskısı ve torunlarını korumaya çalışan, onu da kızları baş-göz edip kurtarmakta gören babaanne çabası görüyoruz…

Uzaktan duyulan bir Bülent Arınç söyleşisiyle ‘tutuculuğun övgüsü’ ve Batı toplumuna Müslüman toplumdaki kadının sözde ‘özgürlük araması’ iletisini veren bir yapım olarak Oscar’ı da alırsa hiç şaşmayacağız…

Sinema diline hiç dokunmayalım, böyle bir şey bulamadık…

 

***

 

Mustang Oscar'a Fransa adına aday oldu.
Mustang Oscar’a Fransa adına aday olarak seçildi.

 

Mustang
Yönetmen: Deniz Gamze Ergüven.

Oyuncular: Tuğba Sunguroğlu, Elit İşcan, Doğa Zeynep Doğuşlu, Güneş Şensoy, İlayda Akdoğan.

Senaryo: Deniz Gamze Ergüven, Alice Winocour

Yapım: 2015 – Fransa, Türkiye, Almanya

Süre: 97 Dak.

Yapımcı: Mine Vargı, Frank Henschke

Mustang ayrıca 88. Akademi Ödülleri’nde (Oscar) Yabancı Dilde En İyi Film dalında Fransa için yarışacak. Öte yandan Altın Küre Ödülü’ne de En İyi Yabancı Dilde Film adayı oldu.

 

Mustang 29 Ocak’ta Montreal’de gösterime giriyor.

 

* İngilizce olan Mustang, ‘dizginlenemeyen vahşi at’ demek.

 

 

o.ozen@bizimanadolu.com

 

Tüm Yazıları»

Eski Yazıları»

 

Ömer Özen / Bizim Anadolu / 23 Ocak 2016

 

Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…
 

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...