Muhammara
1930’ların başında Agatha Christie arkeolog olan kocasıyla Türkiye üzerinden trenle Suriye’de bir tarihi yerleşim kazısına yolculuklar yapıyor.

Gördüklerini, Gel, Bana Nasıl Yaşadığını Anlat adlı kitabında arkeolojik anı olarak aktarıyor (1946). Christie’nin anlattıklarından da görüyoruz ki Fransız yönetiminde olmasına karşın Suriye başsız bir diyar o devirlerde. Zaten her zaman her geçenin benim dediği yerler olmuş buraları. Mısır, Asur, Babil, Pers, Eski Yunan, Roma, Bizans medeniyetleri, Müslümanlar, Haçlılar, Moğollar, sonra da Osmanlı, ardından Fransızların gelip sahiplendiği, İngiliz ve Amerikalıların söz sahibi olmaya çalıştığı bu topraklarda yaşayanlar zaman zaman barış ve huzuru kısa sürelerle yakalamışlar.
Suriye’nin adı Asurlu anlamındaki ‘Asur’ sözcüğünden eski Yunanca’ya ‘Syria’ olarak girmiş. ‘Suriye’ olan Arapça söylenişi 1870’ten sonra kullanılmaya başlanmış. Ortodoks Kilisesi Hıristiyan anlamını yüklemiş sözcüğe. 1936 yılında ülke Suriye, etnik geçmişi ne olursa olsun yurttaşları da Suriyeli olarak kabul edilmiş.
Buraların iki gözde şehri olmuş tarihler boyu. Lübnan’ın başkenti Beyrut Fransız etkisiyle ve canlı kültürel yaşamıyla ‘Orta Doğu’nun Paris’i olarak anılmış uzun süre. Beyrut II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir kez daha canlanmış. 1975 yılında başlayan iç savaşla yine sarsılmış, yıkılmış, ama şimdilerde toparlanmaya, turist ağırlamaya başlıyor.

2000’lerde hayata geçen ve Montreal Caz Festivali’ne Amerika’dan katılan Beirut adlı müzik topluluğu dahi şehrin akıllarda yer eden ününden dolayı Beirut adını kullanıyor. Oysa, 2014 yılında katıldıkları Uluslararası Biblos Festivali vesilesiyle görmüşler ilk kez Beyrut’u.
Ölümsüz şehirlerin diğeri de Şam kuşkusuz. Suriye’nin başkenti Damascus, (Arapça Dimashq), daha çok ash-Sham, bizde de kısaca Şam olarak bilinen şehir ‘Yasemin Şehri’ (Madinat al-Yasmin) unvanını almış. Dünyanın sürekli olarak yaşanan en eski şehirlerden biri olmanın yanı sıra Levant’ın kültürel ve dinsel merkezlerinden Şam.
Hicaz’da güneşin doğduğu yöne yüzü dönük biri için sol elin diyarı anlamına gelen ve Arap alfabesinin şin, hamza, mim (sham) harfleriyle yazılan şam sözünden geliyor Şam adı. Buna göre Yemen de sağ elin diyarı anlamını taşıyor.
1950’lerin turistinin ‘görülmezse olmaz’ şehri Şam Suriye’nin kaderiyle birlikte giderek harap olmuş durumda. Varoşları ve çevresi yerle bir olan şehrin merkezi halen canlıymış. Emevi Camisi, Roma sütunları ve suk denen çarşıları, orta sınıfın yaşadığı Melki ve Mezze semtleriyle birlikte halen ayakta deniyor internette. Dileriz öyle devam eder.

Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin belki de en yoksulları İstanbul’a ulaşmış durumdalar. Kendilerine gerçekten yardım sağlayacak kurumlardan bihaber olanları çoluk çocuk İstanbulluların yardımıyla toplu ulaşımı kullanarak her semte, mahalleye dağılıp günlük rızklarını arıyorlar. Geceleri viyadük altlarında yatıyorlar. Böyle yoğun ve acımasız yoksulluğa daha önce tanık olmamış İstanbul halkı ne yapacağını bilmez bir durumda izliyor şehrin yeni sakinlerini.
İstanbul lokantaları yerli zenginliklere Suriye’nin Anadolu’ya uzanan lezzetlerini, renklerini ekliyorlar. İlk kez muhammara yiyoruz.
Arapça’da kırmızılaştırmak anlamına gelen muhammaranın kolay bir tarifi şöyle:
Malzeme: 1 su bardağı ceviz, 1-2 dilim bayat ekmek içi, 1 diş sarımsak, 2 çorba kaşığı biber salçası, 2 çorba kaşığı domates salçası, 2 köz biber, ¼ su bardağı su, 2 çorba kaşığı zeytinyağı, kekik, kırmızı toz biber, karabiber, kimyon, tuz.
Hazırlanışı: İlk önce cevizi mutfak robotunda çekin. Ekmek içini ufalayarak ekleyin. Salçaları ve sarımsağı ekleyerek karıştırmaya devam edin. Son olarak zeytinyağı, su ve baharatları ekleyip macun kıvamına gelene kadar karıştırın.
İçine ufacık doğranmış maydanoz eklenmiş zeytinyağı yatağının ortasında servis edilebilir. Kahvaltıda ekmek üzerine sürülerek ya da etlerin yanında meze olarak yenebilir muhammara.
Beste Barki / İlk Defa / Bizim Anadolu / Nisan 2016
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…