Küba değişmez, Küba 21. Yüzyıl ideolojisi düzlemi olur…
Kübalı Castro, Arhavili İsmail ve Rizeli İsmail’in Hikâyesi ve de Atatürk.
Şunları kimse yadsıyamaz:
1- Atatürk’ün Anadolu insanıyla oluşturduğu “Kurtuluş Destanı”nı örnek alan mazlum ülkelerden biri de Küba’dır.
2- Fidel Castro, Atatürk’ten sonra batı emperyalizme tokat atan ikinci dünya lideridir.
Bundandır ki; batı emperyalleri ve onun içerdeki işbirlikçileri her fırsatta Atatürk ve Kurtuluş destanına, tıpkı Fidel Castro ve Che Guevara’ya saldırdıkları gibi saldırırlar… Örneğin; “Annan Planı gereğince KKTC’deki ortaöğretim okullarının ders kitaplarından Atatürk ve Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı konuları çıkarılmıştır…”
Rizeli İsmail Kahraman, bir başka Rizeli olan kimliğin TBMM Başkanı yaptığı, 21. yüzyılın ayıklayacağı sağ siyasetin son kimliklerin 80’ine merdiven dayamış yaşlısı. TBMM Başkanı olarak mecliste yaptığı basın toplantısında, “Yeni anayasada Laiklik maddesi olmamalı, dindar bir anayasa olmalı” diyen kimlik. Arjantinli Marksist Devrimci Lider Che Guevara’yı katil ve eşkıya olarak tanımlayan ve “Köküm, tarihim farklı. Bağı yok benimle. Ben Osmanlıyım” diyen bir kişilik. Öyle bir kişilik ki, bu kişilik için; Küba’nın Ankara Büyükelçisi Alberto Gonzales Casals, Küba’nın en büyük düşmanlarının bile böyle bir ifade kullanmadığını belirtmek zorunda kalmıştır.
İşte ben Rizeli İsmail’in ‘beynimi ve yüreğimi acıtan’ bu sözleri nedeniyle; “Bu adamın neyle bağı vardı, benim neyle?” sorusunu sordum kendime. Ve şunları mırıldandım; “O, İslam-Türk sentezi bütününde Osmanlı aidiyetine bağlı, ben; Evrensel-İnsan sentezinde; özgür düşünce ve demokrasi aidiyetine bağlıyım. Bu nedenle ben, Atatürk’ün Havana’daki heykeli için; “O benim kahramanım, gerçek bir devrimci ve dâhi, o burada bana emanet” yanıtını veren Kübalıları, Küba’yı, Küba’nın yaratıcıları Fidel Castro’yu ve Arkadaş (Che) Guevara’yı daha fazla merak ettim ve Küba değişmeden, Castro ışıklara yolculuğunu başlatmadan görmek istedim. Olmadı. Olmadı çünkü; evrensel değerlerin; Ahlakın, onurun, özgürlüğün, insani tüm güzelliklerin yaşatıldığı Küba lideri Fidel Castro, arkadaşı Che Guevara’nın yanına gitti:
Evet; “Küba devriminin efsane lideri Fidel Castro yaşamını yitirdi. Fidel Castro’nun ölüm haberini Küba Televizyonu duyurdu. Fidel Castro, 90 yaşındaydı. Raul Castro, Fidel Castro’nun naaşının kendi isteği üzerine yakılacağını ve bugün naaşın krematoryuma (Cansız bedenlerin yüksek sıcaklıklarda yakıldığı yer) gönderileceğini” duyurdu.
Fidel Castro’nun kurduğu Küba, Türkiye’nin yanında esamesi okunmayacak, küçük, yoksul bir ada… Sorunları, ciddi eksikleri olsa da inatla dünyanın en büyük gücü ABD’ye, küreselleşmenin yıkıcı etkilerine kafa tuttu. Aç kalmak, dünyadan kopmak pahasına… Küba bugün ABD ile barış yolunda, kapitalist uygulamalara yeşil ışık yakıyor. Akıllardaki soru şu: Değişecek mi?
Son konuşması değişim sorusuna ışık tutacak içerikte:
“Yakında 90 yaşında olacağım. Yakında ben de diğer önderler gibi gideceğim. Elbette hepimizin zamanı gelecek. Ancak Kübalı komünistlerin idealleri, inançları bu dünya için, insanlık için fayda sağlamaya devam edecek. Bu idealler için savaşmaya devam etmeliyiz..”
Bence; ‘insanlık için fayda sağlama adına’ Küba değişecek, ama kapitalistleşerek değişmeyecek. Solun ayakta kalmış son düzlemi, 21. yüzyılın kendi ideolojisini yaratmada kullanacağı, 20. yüzyılın ideolojilerini harmanlayacağı evrensel düzlem olarak değişecek… Doğrusu; Atatürk’ün “Kurtuluş Destanı”nı örnek alıp Atatürk sonrası emperyallere 2. tokadı atmış Castro’nun yarattığı sosyalist düzlem olarak…
Bunu Castro şöyle doğruluyor: “Atatürk 1919’da Anadolu’dan düşmanları kovmak için Bandırma Gemisiyle Samsun’a çıktı. Ve anti-emperyalist bir savaş verdi ve zafere erişti. Biz, Atatürk’ün devrimci savaşından esinlendik 1956’da Granma Gemisiyle Havana’ya çıktık… Bu iki gemi, Bandırma ve Granma Türkiye ve Küba’nın Bağımsızlık savaşlarında birer semboldür.”
Türkiye’mi yerelden ulusala ulusaldan evrensele taşıyacak olan dahası; emperyalizme ilk tokadı atan ve de mazlum ülkelere örnek olan -ki bunlardan biri de belirtiğim gibi Küba’dır- Anadolu insanıyla birlikte Kurtuluş Destanının yaratıcısı, Atatürk ve evrensel felsefesi için, Küba destanını sahipleri Kübalı Fidel Castro ve Arjantinli Che Guevara duruşları:
“Nutuk” kitabını özümseyerek okuyan ve devrimci M. Kemal Atatürk’ün ilk antiemperyalist savaşımını zafere eriştiren “1919 Ruhu”ndan esinlenen Fidel Castro; 1959’da yaptığı konuşmada Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Yurtta sulh dünyada sulh’ sözlerini sarf ettiği ve ardından Havana’ya Atatürk’ün büstünün dikildiği anlatılıyor…
Dahası;
1996’da Dursun Özden tarafından “Türkiye’de solcu, ilerici ve devrimci gençler; Che Guevara ve Fidel Castro’yu çok seviyorlar ve sizleri mutlak önder olarak kabul ediyorlar…” diye sorunca Castro’nun verdiği yanıt çok anlamlıdır: “Devrimci M. Kemal Atatürk varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?.. Devrimci Atatürk bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır…”
Yine, Mart 1997’de HABITAT Toplantısı için İstanbul’a gelen Fidel Castro, yaptığı konuşmada şöyle der: “Asıl devrimci M. Kemal Atatürk’tür. Ben bir devrim yaptım, ama O’nun yaptıklarını asla başaramazdım. Sakın kendinize başka esin kaynağı aramayın…”
1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde “Doktor Ernesto Che Guevara”’nın sırt çantasından; “Atatürk’ün Büyük Nutuk’u” çıktı.
Küba Devrimi’nin efsane komutanı Fidel Castro 90 yaşında yaşamını yitirdi. Castro ardında unutulmaz sözler ve anılar da bıraktı. Geçtiğimiz haziran ayında yaşamını yitiren Muhammed Ali ile olan diyaloğu da onlardan biri… Fidel Castro, Muhammed Ali’yle birlikte eğlenceli bir sohbete dalmışken ünlü boksöre “At bakalım şuraya bir yumruk” diyerek yanağını göstermişti… Muhammed Ali ise Castro’ya unutulmazlar arasına giren şu yanıtı vermişti: Seni Amerika yıkamadı, ben nasıl yıkayım…
Atatürk ile örtüşen bir lider;
İtalyanları yenen Milli Güreş Takımı Florya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde Büyük Atatürk tarafından davet ve kabul olunup yemeğe alıkonulmuştu. Atatürk, İtalyanlar karşısında cidden parlak bir sonuç almış bulunan güreşçilerimizi teker teker kutlamış, bu arada özel bir sevgi duyduğu sevimli ağır sıklet şampiyonu Çoban Mehmet’e takılmaktan da kendini alamamıştı.
– “Sen herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet…” demişti Ata, sonra ilave etmişti “Seninle güreş tutsak beni de yenebilir misin?..”
Koca çoban, çocuksu bir mahcubiyet içinde başını önüne eğmişti.
“Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?..” Büyük Atatürk, Çoban Mehmet’in bu cevabı karşısında pek duygulanmış ve aslan yapılı ağır sıklet şampiyonumuzu alnından öpmüştü…
Küba Devrimi’nin efsane lideri Fidel Castro yaşamını yitirdi. 90 yaşındaki Fidel Castro’nun yaşamını yitirdiği haberini Küba Devlet Televizyonu’nda kardeşi, Küba Devlet Başkanı Raul Castro verdi.
2006 yılında bağırsak ameliyatı geçirdiği için devlet başkanlığı yetkilerini geçici olarak kardeşi Raul’e devretse de görev devri 2008’de resmileşmişti. Castro yaşadığı süre içerisinde 11 ABD Başkanı devirdi.
Fidel Castro Kimdir?
Fidel Alejandɾo Castro Ruz (13 Ağustos 1926 Mayari-25 Kasım 2016), Küba Devrimi’nin önderlerinden olan Kübalı Marksist devrimci. Devrim sonrası Küba devlet başkanlığı ve başbakanlığı yaptı.
1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz’da Santiago’daki Moncada Kışlası’na 165 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi; ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı.
16 Ekim 1953’te Santiago’daki Küba Yüksek Mahkemesi’nde yapılan yargılamada Sayın yargıç siz beni mahkûm edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır! (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı. Mahkeme sonunda 16 yıla mahkûm oldu. Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonɾa Batista’nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.
1955’te Küba’dan ayrılarak Amerika’ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu. İspanya İç Savaşı’na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo’nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956’da Granma yatıyla Küba’ya dönerek Oriente’de karaya çıktı.
Burada hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara’nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente’nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista’nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958’de Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı. Castro 1959’un ilk günlerinde Havana’ya girdi. Hukukçu Doktor Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.
Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro’ya devretti. 19 Şubat 2008’de de, bir açıklama yaparak, 1976 yılından beri yürütmekte olduğu Küba’nın en yüksek yönetim organı olan Devlet Konseyi Başkanlığı görevini bıraktığını açıklamıştır. Görevden ayrıldıktan sonra Yoldaş Fidel’in düşünceleri adıyla yazdığı makalelerde gündemdeki önemli olayları yorumlamıştır.
Fidel Castro ve Mustafa Kemal Atatürk destanları, Rizeli İsmail’i değil de Arhavili İsmail’i çağrıştırdı bana: Nazım Hikmet’in “Kurtuluş Savaşı Destanı” isimli eserinde adı geçen, şiirlerine konu olmuş, şarkılarda adı geçen Arhavili İsmail’i… Kurtuluş Savaşında devlete silah temin eden “taka”ların birindeki Laz denizci Arhavili İsmail’i…
Arhavili İsmail’in Hikâyesini anlatan “Kurtuluş Savaşı Destanı” adlı şiir; Kübalı Castro’yu ve Atatürk’ü ne güzel anlatıyor:
“Ateşi ve ihaneti gördük.
düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
Akhisar, Karacabey,
Bursa Ve Bursa’nın doğusunda Aksu,
çarpışarak çekildik…
920’nin
29 Ağustos’u:
Uşak düştü.
yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
Dumlupınar sırtlarındayız.
Nazilli düştü.
Ateşi ve ihaneti gördük.
dayandık
dayanmaktayız.
1920 Şubat, Nisan, Mayıs,
Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı:
içimizde hilâfet ordusu,
Anzavur isyanları.
ve aynı sıradan,
3 Ekim Konya.
sabah.
500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş
girdi şehre.
Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
ve Manavgat istikametlerinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.
ve 29 aralık Kütahya:
4 top
ve 1800 Atlı bir ihanet
Yani Çerkez Ethem,
bir gece vakti
Kilim ve halı yüklü katırları,
Koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
Düşmana geçti.
Yürekleri karanlık,
Kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
Atları ve kendileri semizdiler…
Ateşi ve ihaneti gördük.
Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
İnanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
Beygirler çirkindiler,
Bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
insanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
insanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
insanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
insanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
ve asker kaçakları,
korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
ve bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara:
şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.
ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları:
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı karadeniz’e.
dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…
karanlıkta kurşunî derisi kırmızıya boyanan
baltabaş gemi
İngiliz torpitosudur.
ve dalgaların üstünde sallanarak
alev alev
yanan:
şaban reisin beş tonluk takası.
kerempe fenerinin yirmi mil açığında,
gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
rüzgâr:
yıldız – poyraz.
esirlerini bordasına alıp
kayboldu İngiliz torpitosu.
şaban reisin teknesi
ateşten direğiyle gömüldü suya.
Arhavili İsmail
bu ölen teknedendi.
ve şimdi
kerempe fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil:
rüzgârın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
İsmail’in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.
Arhavili İsmail
kendi kendine sordu:
«emanetimizle varabilecek miyiz?»
kendine cevap verdi:
«varmamış olmaz.»
gece, tophane rıhtımında
kamacı ustası Bekir usta ona:
«evlâdım İsmail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
«bu, sana emanettir.»
ve Kerempe Fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
İsmail, reisinden izin isteyip,
«Şaban reis,» deyip,
«emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.
«Allah büyük
ama kayık küçük» demiş Yahudi.
İsmail bodoslamadan bir sağanak yedi,
bir sağanak daha,
peşinden üç-kardeşler.
ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
alabora olacaktı.
Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor:
Sivastopol’e giden bir geminin
sancak feneri.
elleri kanayarak
çekiyor İsmail kürekleri.
İsmail rahattır.
kavgadan
ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
İsmail unsurunun içinde.
emanet:
bir ağır makinalı tüfektir.
ve İsmail’in gözü tutmazsa liman reislerini
ta Ankara’ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.
Rüzgâr bocalıyor.
Belki Karayel gösterecek.
en azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
fakat İsmail
ellerine güvenir.
o eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı’nda Fotika’nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.
rüzgâr karayel göstermedi.
yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.
İsmail beklemiyordu bunu.
dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah
durdu.
İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
bir ürperme geldi İsmail’in içine.
ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
ve birdenbire
öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.
sular tekneyi açığa sürüklüyor.
artık hiçbir şey mümkün değil.
kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan elleri ve emanetiyle İsmail.
ilkönce küfretti.
sonra, «Elham» okumak geldi içinden.
sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
sonra…
sonra, malûm olmadı insanlara
Arhavili İsmail’in akıbeti…”
Şevket Çorbacıoğlu / Bizim Anadolu / 27 Kasım 2016
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…