Kovid-19 Salgını Etkisinde Eğitim ve Bilim
Kovid-19 Salgını Etkisinde Eğitim, Bilim ve Üniversitelerin Önemi Üzerine Genel Okuma…
Kovid-19 ile birlikte, panik ve ölüm korkusu yaşayan, alışkanlıkları ve üretimden kısmen uzak kalmak zorunda olan, gıda ve sağlık olanakları kısıtlı işsiz, sınırlı gelire sahip, yoksul, evsiz, hatta maddi imkânları olan pek çok insan için çok ağır bedeller ödendi. Mart-Haziran ayları arasındaki sokağa çıkmama durumu, günlük koşuşturmalardan uzak, bazı insanların bir nebze kendine ve ailesine zaman ayırması için önemli bir fırsat oldu. İlk başlarda çıkar hırsı, getirim ve başkasının sırtına basarak bir yerlere gelmenin insanlık adına hiçbir yararının olmayacağı düşünüldü. Bir nebze olsun sağlığın, dayanışmanın, doğanın önemi daha çok konuşuldu. Yaşamda gıda güvenliğinin ve doğanın yeri daha çok anlaşıldı. Ancak bu şaşkınlık içinde insanlığın çözüm arayışında geçmişten gelen ben ve çıkar merkezli yaklaşımları ve iktidar hırslarının halen devam ettiği gözlendi; bazıları için sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi idi.
Dünyadaki artan hızlı nüfus artışı ve bunula berber gelir dağılımı adaletsizliği artık taşınamaz bir duruma gelmiştir. Kovid-19 sürecinde gıda güvencesi sorunu yeniden gündeme gelmiş. Dünyanın 1 milyara yakın insan ciddi düzeyde gıdaya erişemez durumda. Dünyanın yarısının geliri % 1’lik nüfusun gelirinden daha az. Varsıllar ve yoksular arasındaki farkın gittikçe açılması ciddi ekonomik, sosyal sorunlar ve çatışmalar yaratmaktadır. Bu bağlamda başta Kovid-19, iklim değişimleri gibi insanlığın yaşam kalitesini olumsuz etkileyecek olası felaketlere karşı başta temel eğitim, bilim ve araştırma politikalara sahip olması gerekiyor.
Virüs En Çok Eğitimi Özellikle Gelişmekte Olan Ülkelerin Eğitimi Etkilemiştir
Kovid-19 sürecinin en çok olumsuz yönden etkilediği alanların başında eğitim gelmektedir. Eğitimdir ki öğretileri ile nesnesi olan insanın davranışları temelde değiştirebilen ve farkındalığını sağlayan neredeyse tek güçtür. Eğitim insanı doğayı değiştirecek ve üretimi sağlayacak bir güç olarak görmektedir. Dolaysıyla insanın doğadan eğitim yoluyla elde ettiği bilgi ve teknoloji ile doğayı değiştirmeye çalışması, üretmesi ve dönüştürmesi bu süreçte doğal olarak kendisi de değişmektedir. Üzerinde yaşadığımız gezegendeki insanların bilinen son 5 bin yıllık tarihinde, özellikle de son 200 yılda nitelikli eğitimi sağlayan toplumların bugün ekonomik, sosyal ve iyi yaşam koşullarına sahip olukları açık ara net olarak anlaşılmış durumdadır. Çağımızda yüksek nitelikli eğitim-öğretim ancak nitelikli üniversite ortamlarında ve yetkin kişiler tarafından üretilen bilginin öğretilmesi ile sağlanmaktadır.
Nitelikli eğitimi sağlayamayan ve geliştiremeyen toplumların ise eğitimli ve teknoloji sahibi toplumların etkisinden çıkamadıkları görülüyor. Bu denli önemli ve güçlü rekabet alanında kovid-19 nedeniyle eğitimin zorunlu olarak aksamış olması özellikle az gelişmiş ve gelişmiş ülkelerin aleyhine işlemiştir. Bugünkü şartlarda dünyanın da bilim tarihine baktığımızda bilim ve teknoloji üretiminde uzaklaşan çağı yakalaması zor görülüyor. Bilim-teknoloji ve iletişim çağının hızının yakalanması gittikçe zorlaşıyor. İnsanlığın eğitim yarışından bir gün bile geride kalması nelere mal olacağını virüse karşı ilaç ve aşı çalışmaları ve temininde eğitimli ve teknoloji sahibi insan gücünün önemi bir kez daha anlaşılmış oldu. Bu bağlamda doğa ve insanlığın sağlıklı sürdürülebilir için nitelikli eğitimin önemi gittikçe önemli olmaktadır. Bizim gibi çağdan kopmak istemeyen idealı bir ülkenin pandemi sonrası en kısa sürede eğitimde işlenmemiş kayıp sürecin hızla kapatacak mekanizmaların bulunması gerekiyor.
Dünyanın tecrübesine bakıldığında özellikle sanayi devrimi sonrası gerek Alexander von Humboldt Alman üniversite modelinin gözlem ve deneysel araştırma dayalı yaklaşımı ve gerekse son 150 yılda devam eden deney-araştırma kültürünün ürettiği verilerin teknolojiye dönüştürülmesinin hayata geçirilmesiyle dünyada toplumlar arasında farklılaşma başladı. Bilime, bilgiye ve teknolojiye önem veren ve yatırım yapanlar bu süreci bugün de devam etmektedirler. Diğerleri maalesef halen satın alabilme peşinde olan toplumlar olarak kalmışlardır.
Yarıştan bir anda kopan toplumların veya bireylerin bir daha yarışa katılabilme şansı belki de artık mümkün olamayacaktır. Bizim gibi muasır medeniyeler seviyesine ulaşmayı hedeflemiş bir ülkenin ışık hızı ile ilerleyen iletişim teknolojilerinin hızını yakalaması için bir saniye bile zaman kaçırmadan çok daha fazla çabalaması gerekiyor.
Uzaktan Eğitim ve Sanal Eğitim Başarılı Olamadı
Kovid-19 salgınıyla birlikte birçok ülkede eğitimin uzaktan ve online (çevrimiçi) olarak gerçekleştirilmesine karar verildi. Bu yönde son yıllarda iletişim teknolojinin olanaklarının geleceğin umut edilen eğitim sistemi olarak örgün eğitimin yerini alacağı belirtiliyordu. Hatta deniliyordu ki, okuların, üniversitelerin bu kadar çok sınıfına ihtiyaç olmayacak. Ancak son iki dönemde yapılan uzaktan eğitim beklenen başarıyı göstermediği gibi, öğrencilerin arzu edilen öğrenme becerilerini de geliştirmediğini ders veren öğreticiler kısa sürede fark etmişlerdir. Aslında insan beyninin öğrenme doğasına da uygun değil sanal eğitim. İnsan beyni genelde okuma, görme, uygulama ve tekrar ederek öğrenmeyi sağlamaktadır. Yoksa ezberlenir ve unutulur. Küresel salgın sürecinde yeterince eğitemediğimiz üniversite eğitiminin koşullar normale döndüğünde hızla telafi etmesi şart. Bu bağlamda Türkiye’nin artık çağı yakalayabilmesi için ya nitelikli bir bilim-araştırma eğitimi amacıyla üniversitelerini evrensel boyuta taşıyacak veya bu gidişle yarışın içinde olamayacağını anlayacak. İletişim teknolojileri çağının hızında bir bilimsel üretimin içinde olmak için başta temel bilimlerde kendi kendimize yetecek araştırma altyapısını hazırlamamız ve nitelikli bilim insanı yetiştirmemiz şart. Bilimsel bilgi ekseninde kendi teknolojimizi geliştirmek zorundayız. Yoksa sürekli satınalma yoluyla çağı yakalamamız mümkün görülmüyor. Konu hayati derecede önemli.
Sorunların Üstesinden Gelmek İçin Üniversitelerin Çağdaş ve Öncü Bilgi Üretecek Özerk Konuma Geçmesi Şarttır.
Üniversiteler bilginin sistematik olarak araştırıldığı ve deneylerle elde edildiği, bulguların tartışıldığı ve yorumlandığı yerlerdir. Üniversite sanal-yapay alan değil, sanal veya uzaktan eğitimle derslerinin işlendiği yerler değildirler. Üniversite araştırma kurumlarıdır ve işlevsel çalışmalar yaparlar. Bu şekilde bilim, felsefe, eğitim, sanat yaparak teknoloji geliştirilir ve sonuçta üretimi sağlayacak sonuçlar beklenir. Bu denli ayrıcalıklı bilgi ve teknoloji üretimi ancak nitelikli eğitim sahibi insan gücüne sahip özerk ortamlarda sağlanmaktadır.
Akademik üretkenliğin doğası gereği üniversitelerin özerk olması ve sorunları çözecek iklimin, ortamın sağlanması gerekir. Evrensel ölçekte bilim ve liyakat özelliklere sahip olmadan, öğrenme talebi olmayan bilim ve felsefe yapılamaz. Ancak ne yazık ki halen Anayasanın 130. maddesindeki üniversite özerkliğinin zayıflatıldığı, liyakatin yeterince sağlanmadığı ve geleneklerin örselendiği üniversiteler, gün geçtikçe çok zorlu süreçler yaşamaktadır. Bu arada gün geçtikçe bilimsel üretkenlik ve kalite de irtifa kaybetmiş görünüyor.
Prof. Dr. Ahmet İnam, “günümüz üniversite akademiyasında en ciddi sorun bilginin bir mal gibi kullanılır olması konumuna gelmiş olmasıdır” diyor. Amerikan tipi bilimsel anlayışa göre, ne yazık ki bilgi çağı denilen bu çağda bilgi kullanıldıkça gelişir ve sonra da atılır konumuna düşürülmüştür. Özellikle de bilgi ekonomik kazanç konumuna düşürülmüş, çok hızlı tüketilir olmuştur. Prof. İnam akademinin kazanç odaklı şirketlere dönüştükçe değersizleştiğini ima etmektedir. İnsanlığın yararına üretilen bilgi artık güç ve iktidarların devamı için araçsallaşmış bilgiye dönüşmüştür. Salt amacı bilgi üretmek olan kurumların kamusal nitelikten çıkarılması, yarı zamanlı çalışma, ek ders, performans, şirket ortaklığı gibi olguların akademik yaşama zarar verdiği çok açık görülmektedir. Uluslararası ölçekte ise, Kovid-19 sürecinde büyük ülkeler ve onların şirketleri üzerinden yaşanan aşı üretme ve pazarlama kapışmasını hüzünle görmekteyiz. Ülkemiz geçmişteki aşı üretim birikimi, altyapısı ve bilim insanlarının mevcut bilgi birikimi aşı üretmeyi başaracak kapasitede olduğuna inanıyorum. Yeter ki ülke olarak bilimsel bilgi üretimi ve teknolojiye dönüşümü için koşullar ve ortam yaratılsın.
Nitelikli İnsanlarımızı Ülkenin Hizmetinde Değerlendirememişiz
Türkiye gibi dünyada en stratejik bir bölgede konuşlanmış ve çok sayıda yapısal ve sosyal sorunu olan bir ülke için, sorun çözme becerisine sahip olacak yetenekli ve farkındalığı yüksek insanların sistemin içinde ve yetkili yerlerde konuşlandırılmaması belki de en ciddi sorundur. Türkiye’de son 70 yılda çok sayıda yetenekli insan iç çatışmalara ve beyin göçüne uğramıştır. Türkiye’nin sorunlarının çözümünde bilim ve bilimin öneri ve çözümlerinden başka hiçbir güç ve kişinin etkisinin olmayacağını bilmemiz gerekir. Ancak bilim ve bilim kuruluşlarının özerk olmaması sorunların çözülmesini zorlaştırmaktadır. Bilimin görüşlerine başvurulmadığı gibi, bilim kuruluşları ve bilim insanlarının kendilerini güvende görmedikleri için görüş açıklamaktan çekindikleri görülmektedir. Sosyal medya kanallarında, bilim insanları, felsefeci ve düşünürler yerine, sınırlı sayıda insanın her konuda görüş belirtmesi, toplumun TV’lerde bilimsel görüşleri izlemekten vazgeçmesine neden olmuştur. Sosyal medyadaki bilgi yoğunluğu insanları doğru-yanlış bilgi analizi yapmaya ve doğru bilgiye nasıl ulaşılır veya hangi bilgi doğru sorularını sormaya zorlamaktadır. Bu durumda insanlarımızın eğitimde edinmiş oldukları analitik ve soyut düşünme ve çözüm üretme becerilerinin düzeyi ve değeri de önem kazanmak.
Öncelikle ülkenin enerjisi ve dinamizmi olan gençlerin, özelde de üniversite mezunlarının işsiz olması ve diplomalarının sorun çözmede yeterli olmaması ülkenin gelişmesine ve ekonomisine de olumlu katkı sağlayamamaktadır. Sınırlı sayıdaki iyi eğitilmiş öğrenci ve mezunların da beyin göçüne uğraması gelecekte ülkenin de kuraklaşması anlamına gelmektedir.
İnsanlığın tarih içinde oluşmuş ekonomik, kültürel ve sosyal farklılıklarının yarattığı sorunların çözümü de yıllar itibarı ile artmakta ise de çözüm üretmede de maalesef analitik ve stratejik bir mekanizmamız halen bulunmamaktadır. Sorunların çözümünün biricik yolu olan bilimin öngörüsü ve metodolojik yaklaşımı için eğitimin niteliği ve sistematik yaklaşımı dünyanın şu anki en güvenli yöntemdir. Eğitim sisteminin doğanın yasalarının anlaşılması ve sorun çözme becerisi kazandırma yanında, insani değerleri yükseltme, değer kazandırma ve farkındalık yaratacak şekilde düzenlenmesi artık zorunluluk arz ediyor.
Özet olarak son bir yılda yaşadığımız Kovid-19 sürecinin önümüze koyduğu en ciddi öğreti;
1. Doğayı yöneten insanın doğaya uygun olmayan uygulamaları sonucu bir dizi ekolojik ve sağlık sorunu ortaya çıkmıştır.
2. Sorunların, özelde de virüsün sağlık üzerindeki olumsuz etkisinin çözümü bilimsel araştırmaya ve nitelikli insan gücüne sahip olmaya bağlıdır. Nitelikli eğitim vererek her yönüyle donanımlı insan gücüne sahip toplumlar, virüsü ve onun etkilerini analiz edebilmekteler; dolayısıyla aşı ve ilaç çalışmalarına erken safhada başladılar. Bugün aşıyı geliştiren toplumlar önce kendilerine, sonra dışarıya satmaktadırlar.
3. Türkiye’nin ileride olası felaketlere karşı başta tarım-gıda güvencesi ve su kaynakları yönünden kendi kendine yetebilir duruma gelmesi acil ihtiyaçtır.
4. Kendi kendine yetebilirliği sağlamak ve organize etmek için mutlaka başta eğitim kalitesi, bilim ve teknoloji üretimini sağlayacak nitelikli insan gücüne ihtiyaç duyulacaktır. Nitelikli insan potansiyeli ancak nitelikli bilim eğitimiyle sağlanır.
5. Bu bağlamda bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin eğitimde ve bilimsel çalışmalarda çağdan kopmaması için çok ciddi çalışması gerekir. Bunun için üniversitelerin ve bilim kuruluşlarının bu aşamada daha etkin görev alması gerekir.
Türkiye’nin bugün yaşadığı birçok sorunu veya sorunları çözülemeyecek nitelikte değildir. Gerçek anlamda sorunların önyargısız olarak masaya yatırılması ve bilimsel yöntemler ekseninde modeller geliştirilerek çözüleceğine inanıyorum. Bilime, bilim insanına olan güvenin sağlandığı Kovid-19 sürecinde, yine bilimin sorunları çözecek tek mekanizma olduğu gerçeği bir kez daha iyi anlaşılmıştır.
Ülkemiz yetkililerine ve bizlere düşen, gereğini yapmaktır.
Prof. Dr. İbrahim Ortaş,
Çukurova Üniversitesi,
Bizim Anadolu / Görüşler / 09 Ocak 2021
Şu haber ve yazılarla da ilgilenebilirsiniz: