Press "Enter" to skip to content

Koronavirüs ve Cehaletle Savaşmak

Koronavirüs ve Cehaletle Savaşmak

Her türlü salgın, felaket ve olumsuzlukla savaşılabilir; ya bilisizlikle (cehaletle) savaşmak?

 

 

 

 

 

 

 

 

Dünya koronavirüs felaketine odaklandı; haberlerde başka bir şey yok.

 

Herkes her şeyi konuşuyor; kimi ne yapılması gereğini, kimi ne yapılmaması gereğini konuşuyor. Konuyla ilgili uzmanlar, ya daha önce önemsemedikleri için, ya bilmedikleri için ya da ülke yönetim birimlerinden gelen ‘paniğe gerek yok, atlatırız, açıklama yapmayın’ baskılarına boyun eğdikleri için, çoğu ülke kör kör parmağım gözüne, gelen felaketi gözardı ederek sorunun derinleşmesine neden oldular.

 

Koronavirüs’ün olumsuz etkileri ayyuka çıkınca artık saklanacak bir şeyin kalmadığına inanan yetkililer önlemler almaya başladılar; her ülkede yurttaşları duyarlı ve sorumlu olmaya çağırdılar; kimi, Fransa’da olduğu gibi, sokağa çıkma yasağı koydular.

 

Bu virüsün SARS’ın bir türevi olduğunu açıklayan uzmanlar, yarasa gibi evcil olmayan hayvanlardan geçtiğini söylerken, ilk haber, yine zamanında önemsemeyip önlem almayan Çin’den geldi. Vuhan kentinde toplu ölümlere neden olan virüs yüzünden tüm kent karantinaya alındı, giriş-çıkışlar denetlendi. Virüsle ilgili ilk bilgiyi veren Çinli doktor da ne yazık ki koronavirüs’ten yaşamını yitirdi.

 

Çin sıkı önlemler alıp virüsün yayılmasını durdurmaya çalışırken, Batı ambargolu, dünyaya sınırlı çıkışı olan ve Çin’le önemli tecimsel bağlantısı olan İran’dan koronavirüs bağlantılı önemli ölüm haberleri geldi. İran da olayı önemsememişti. Dahası bir devlet yetkilisi karantina isteklerine ateş püskürüyor, gerekli olmadığını söylüyor, ancak kendisi de koronavirüs’e yakalanıyordu. İran, ancak bazı devlet yetkililerinin de koronavirüs nedeniyle ölmeleri üzerine maçları, toplu halde bulunmayı yasaklıyor, camileri kapatıyor; dahası, Şiiliğin önemli kutsal kentlerinden Kum’u da ziyarete kapatıyordu.

 

Ardından İtalya’ya sıçrayan koronavirüs felaketiyle Batı kurum ve kuruluşları ilk kez sorunun ciddiyetini anlıyor, İMF ve Dünya Bankası ‘bu virüsle ilgili savaşan ülkelere parasal yardımda bulunacağını’ açıklıyordu.

 

Ve öne sürülen sav o ki; Türkiye bu duyurudan sonra aynı geceyarısı ivedi biçimde ‘bizde de olabilir’ diyerek önlem alınacağını duyuruyordu.

 

Ancak dünyada bu sorunlar yaşanırken Türkiye Suudi Arabistan’a 21 binin üzerinde kişiyi Umre’ye gönderiyordu.

 

Eleştiriler sonu şu açıklama geliyordu: ‘Biz giden hacılara dönüşünüzde 14 gün boyunca evden dışarı çıkmayacaksınız uyarısında bulunduk.’

 

Elbette ki dönüşlerde bunların denetimi yapılmadı, dönenler yurda dağıldı.

 

Ancak yine eleştiriler sonucu birkaç bin kişi Ankara ve Konya’da öğrenci yurtlarında geceyarıları öğrenciler dışarı çıkarılarak yerleştirildi.

 

Umre’den dönen hacılarsa, ‘buralarda hayvan kalmaz’ diyerek karantinadan kaçmak istediler, polisin yüzüne tükürerek ‘bende varsa, sana da gelsin’ dediler.

 

Bu kişiler kutsal olarak bildikleri yerlerden gelmişlerdi ve kendilerini ‘Müslüman’ sayıyorlardı.

 

Açıklanan önlemler doğrultusunda yurtdışından gelenlere de 14 günlük karantina uygulamasına geçiliyordu. Ancak örneğin, Paris’ten gelen bir uçağın yolcuları karantinaya götürülürken, otobüsün önü güvenlik güçleriyle kesiliyor, içinden genç bir kadın polis marifetiyle indiriliyor ve özel bir araca bindirilip kaçırılıyordu…

 

Burası uzun bir devlet geleneği olan, Anayasasında ‘Hukuk Devleti’ olduğu yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde oluyordu. Devlet, polis eliyle mafyalığa soyunmuştu.

 

Suudi Arabistan Kâbe’yi ziyarete kapatmış, camileri ve Cuma namazını yasaklamış; İran, Lübnan, Fas, Tunus, Cezayir, Mısır gibi Müslüman bilinen ülkeler camileri kapatıp toplu namazları yasaklarken; maçların seyircisiz oynanması, bar, kafe, eğlence yerleri, tiyatro ve üniversite, ilk ve ortaöğretim gibi insanların toplu olarak bir araya gelebileceği yerleri yasaklarken, birçok ülke sınırını giriş ve çıkışlara kapatırken, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanı bir yandan kalabalık yerlerden uzak durulması gerektiğini bildiriyor, ama kendisi insanları Cuma namazına çağırıyordu…

 

Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı’ndan çok parti başkanı olarak davranan AKP Başkanı, beş günden sonra ortaya çıkıp insanlara ‘kalabalıklardan uzak durmalarını, namazlarını evde ya da ‘ferdi olarak camide kılabilecekleri’ni öneriyordu. Durumu ‘sabır ve dua ile’ atlatacaklarını duyuruyordu.

 

Söz dinleyen ‘dini bütün cemaat’ ise, ‘ferdi olarak’ camilere gidiyor ve yüzlerce, binlerce kalabalığı oluşturuyordu.

 

Umarsız ikinci bir açıklama yapan laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanlığı, camilerin Cuma namazı için kapalı olacağını bildiriyordu.

 

Yine ‘dini bütün’ bazı ‘mü’min’ler bunun ‘Diyanet’in kendi şahsi görüşü’ olduğunu, kendilerinin camilere gideceğini söylüyor, kapalı olan camilere gidip ‘çok iyi bir Müslüman’ olarak cami kapılarını tekmeleyip açılmasını istiyordu.

 

***

 

Komplo teorilerine girmeden söyleyelim ki, üzerinde yaşamakta olduğumuz yerkürede dönem dönem, çağ çağ, salgınlar olmuş, bu salgınlarda binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insan ölmüştü. Ortaçağda yaşanan veba salgını, Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan İspanyol Gribi, Tifo vb salgınlar ilk anımsananlar.

 

Verem, Trahom, Kolera, AİDS, SARS ise çok yakın tarihlerde yaşamış olduğumuz bazı salgınlar.

 

Kişioğlu ve kızları bu tür sorunlarla savaşıp önemli ölçüde başarılı da olmuşlardır ve yine de olacaklardır.

 

Ancak en önemli sorun ‘bilisizlik (cehalet) salgını’ ki, onunla savaşım gerçekten çok çok zor…

 

En çok da kendilerini ‘inançlı’ gören bazı kesimler: ‘Ben Müslümanım, bana bir şey olmaz’, ‘ben abdestimde, namazımdayım, virüsün Allahı gelse bana bir şey yapamaz’…

 

Eğlence yerlerini, içkili yerleri, tiyatro, müze gibi yerleri, berberleri kapatırken, tarikat şeyhlerinin cenaze törenlerine katılan binlerce kişiye izin vermeleri, toplu asker uğurlamalarını engellememek gibi olaylar, başlı başına, yönetimin bir salgın krizini yönetemediğinin somut göstergeleri…

 

Akıl sağlığımızı koruyup olabildiğince fiziksel uzaklığa saygı göstermek, gerekli olmadıkça yolculuğa çıkmamak, kalabalıklardan kaçınmak, bu süreyi evde geçirmeye çalışmak en iyisi.

 

Bazı sanatçılar sanal dinleti verirken (Cıvıltı (Twitter) Facebook, Instagram gibi toplumsal paylaşım ortamlarında), bazı kuruluşlar da sanal dünyada zaman geçirmeyi öneriyorlar.

 

Bunlar bazı sanal müzeler:

https://britishmuseum.withgoogle.com/

https://artsandculture.google.com/partner/national-gallery-of-art-washington-dc?hl=en

https://artsandculture.google.com/partner/musee-dorsay-paris?hl=en

https://artsandculture.google.com/entity/pergamon/m05tcm?hl=en

https://artsandculture.google.com/partner/van-gogh-museum?hl=en

https://artsandculture.google.com/asset/the-national-museum-of-anthropology-mexico-city-ziko-van-dijk-wikimedia-commons/bAGSHRdlzSRcdQ?hl=en

 

 

Bunlar da benim önerilerim:

 

Shakespeare’in Hamlet oyunu:




Ravel’in ‘Bolero’su:




Vivaldi’nin ‘Dört Mevsim’i:




Çaykovski’nin ‘Kuğu Gölü Balesi’




Bizet’nin ‘Carmen’i:




Çaykovski’nin ‘Romeo ve Juliet’i:




Grup Yorum Bakırköy Dinletisi:




Grup Yorum’un 25. Yıl Dinletisi / İnönü Stadyumu:




Ünlü Kebekli sanatçı Pauline Julien dinletisi:




Leonard Cohen – 1989 dinletisi:




Bizim Anadolu Ezgi ve Şiir Şenliği / Mayıs 1999:




 

Kitap İmza ve Ezgi Günü – Bizim Anadolu – Ekim 2001:




 

Bizim Anadolu’nun Youtube kanalından seçmeler:

Bizim Anadolu Youtube Kanalı

 

 

 

 

Panik olmaya, endişelenmeye gerek yok.

Evde kalın, dayanışma içinde kalın, sağlıkla kalın!..

Sevgiyle, esenlikle kaln!..

 

 

o.ozen@bizimanadolu.com

 

Tüm Yazıları»

 

Ömer F. Özen  Gözleyi, gözleyi… / Bizim Anadolu / 21 Mart 2020:

 

Şu yazı ve haberlerle de ilgilenebilirsiniz:

 

 

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...