Press "Enter" to skip to content

Kendi içinizde bir yolculuğa çıkmak gibi

2015 yılının ilk yazısında şunları yazmışım:

 

***

Size de olur mu bilmem; hani oturur bir pencere kıyısında, dışarıda incecikten yağan kara bakarken kendi içinizde bir yolculuğa çıkmak gibi…

Hani, yanı başınızda kıvrılmış kedinizin başını okşarken, çocuklarınızı; o sizin kanınızdan olanı olmayanı, yakın uzak, ama sorumluluğunu duyduğunuz çocuklarınızın büyüyüp ayakları üzerinde duruşunu izlemek gibi…

Başkalarına kendinizi anlatmak, günlük yaşamın içinde birilerini kandırmaya çalışmak yerine, kendi içinizde yanlışlarınızı itiraf etmek gibi…

Çiğliğinizi görüp de, başkaları için değil, Yunus Emre örneği pişmeye çalışmanın onurunu yaşamak gibi…

Afrika’da bir lokma yiyecek, bir yudum su yokluğundan kırılanları, evrenin başka bölgelerinde tam bir saflıkla özgürlük ardında, sadece daha iyi bir gelecek arayan, ama bitakım güçlerin oyununa piyon, kukla olanları iki saatlik bir filmde izler gibi…

Sonra, sonra, komşunun ne tür acılar içinde kıvrandığını bilememe, umursamanın usuna bile gelmemesi gibi…

Böyle, önü sonu olmayan bir evrene bir biçimde düşmüş olmanın nedenselliği içinde kıvranırken, önemli olanın varacağın yerin değil, oraya varmak için verdiğin onurlu kavganın seni kişioğlu ya da kızı yaptığının ayrımına varmak gibi…

***

Yaşamak soluk almak mı, yoksa o aldığın solukla neyi ne için yaptığını ve o yaptıklarının kim için olduğunu sorgulamak mı?

***

Evrendeki her olayın görece olduğunun ayrımına varmanın acısını içinizde duydunuz mu?

Ben ben miyim, siz orada mısınız, siz misiniz? Neye göre sizsiniz, siz kimsiniz?

Bunları kim, hangi felsefeye göre yorumlayacak; görecelik mi, varoluşçuluk mu, yapısalcılık mı?

Seçin seçebildiğinizce… Sonuçta bir varsınız, bir yoksunuz.

Kazancı Bedih’in yorumladığı bir gazeli anımsıyorum:

“Cihana sığmamışken bir mezara sığdı İskender

Varıp baksan o da şimdi kırk bin pareye dönmüştür”

Diyeceğim; sorular bol, kendinden, çevresinden, toplumundan, evrenden, çağından sorumlu olanlara…

Yeter ki, namusluca, onurluca o soruları sormak, sorabilmek ve ne yaptığının ayrımına varabilmek…

Onunla yetinmemek; gerekeni gerektiği gibi yine onurluca yerine getirmek…

***

Kendimize öylesine duvarlar örüyoruz ki; benliğimizi o duvarlara tutsak kılarken, o duvarların içinde olduğumuzu bile bilememek başlı başına bir acı değil midir?

Hani yine o ulu ozanın dediği gibi; “derya içredirler, deryayı bilmezler…”

***

Gregoryen takvimine göre bir dönüşümün içinde olduğumuz bugünlerde ben bunları düşündüm.

Günlük siyasetin içine girmeden, kendi yaptığımın sorumluluğuyla geleceğe, her türlü olumsuzluğa karşın, umutla baktığımı, “babamdan ileri, çocuğumdan geri” olduğumun bilincinde olarak…

***

“Kar altındadır

Örtülü tüm umutlar

Sevinçler kar altındadır

Yeşil baharı bekler

Çiçekler kar altındadır

Hayvanlar uykuda

Filizler dinlencede

Günceler kar altındadır

Başkaldırısıyla ısınır gönlüm

Asi çam kar altındadır

Yüreğim yol bulur bahara

Akar da akar

Kar altındadır”

***

Bizim Anadolu’yu var eden tüm emekçileri, sadık okurlarına ve dostlarımıza 2021 yılının daha güzel kapılar açması dileklerimle… İyi ki varsınız, iyi ki oradasınız…

 

o.ozen@bizimanadolu.com

Tüm Yazıları»

 

Ömer Özen / Gözleyi, gözleyi… / Bizim Anadolu / 28 Ocak 2021

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...