Press "Enter" to skip to content

Katran Karası Kin

Katran Karası Kin

Daha ayakları üstüne dikelmemiş, eli araç tutmamış insanoğlunu düşünürüm de, onun ilik düğmeyi bulması bile beni heyecanlandırır.

 

 

 

 

 
Kin gemilerini hurdaya çıkardık

Jilet yapılıp satılsın diye

Ve kızlar

Oğlanların tıraşlı yüzüne

Öpücükle katılsın diye

Ve de oğlanlar kızları anlasın diye

 

 

Daha ayakları üstüne dikelmemiş, eli araç tutmamış insanoğlunu düşünürüm de, onun ilik düğmeyi bulması bile beni heyecanlandırır. O güçlülerin güçlüsü doğayı ehlileştiren, tarihin uzun ve çileli karanlığından aydınlığa çıkan insan soyundan gelmek, onurlandırır; bi şöyle göğü delercesine dikelmek isterim. O dikelen insanın, eli, beyniyle bugünün olumlu değerlerini yaratan insanın, öteki yaratıklara üstünlüğü tartışılmazdır bana göre.

Ah, ululadığımız düzlemde, tökezlemeden yürüseydi insanlık! Tarihin bir yanı, insanoğlunun kırıp döktüğüyle oluşmuş kin çöplüğü: Boşuna harcanmış güzel yaratılarının iniltisi geliyor, o çöplük dağının altından.

İnsanoğlu, beyniyle eliyle ne oranda değiştirdi, dönüştürdü, yarattı ise; beynini, elini, bir o kadar da tersine işleterek sıra sıra kin dağları dikmiş önüne. Engelinde bocalayıp duruyor. Kin kılıçlarıyla birbirini doğruyor. Sonsuz saygıyla kucakladığınız insanoğluna öfkelenesiniz geliyor: A gözüm, yaptıklarını yıkmasaydın, şimdi ben daha rahat yaşayacaktım; barışla, hoşgörüyle kucaklaşacak, daha birbirimizin olacaktık.

Şu kin kavramı girmeseydi, insanlığın sözlüğüne: Hani mideniz asitli suyla doludur, içiniz burgu burgudur, oyulur. Tadınız tuzunuz kaçmış, yüzünüz asık, hiçbir şeye hoşgörüyle bakamayacak durumda kıvranırsınız ya, kini ona benzetirim ilkin. Dahası mı, kin, ondan da beterdir: Beyninize de kara çengeller atar, sizi, birileriyle kavgaya çeker durur. O da yetmez, iliğinize siner; kara, koyu ve yapışkan bir eriyik olarak. Yüreğinizin her çırpınışında, nabzınızın yaşam tık tıklarını değil, başınıza hırs tokmaklarının indiğini duyumsarsınız. Sizi kendinizden koparıp, didişmeye savuran kara iç fırtınasıdır bu! Sürüklenirsiniz, deli yele kapılmış kuru yaprak gibi.

İnsanın iç güzelliklerini kazıyıp çöpe atan, yalnızca dış kalıbını insan görüntüsünde bırakan, onulmaz bir sayrılıktır bu! Ona yakalanan ister kişi, ister toplum olsun; elinden olumlu iş, dilinden yatımına söz, beyninden üretken düşünce, gözünden tan açacak ışık çıkmaz artık. O, bizi onurlandıran, dikelten insan soyunun tarihindeki kara benekler, işte o kin’in katran karası yapışkan lekeleridir. İnsanlık tarihi, yıkım olarak ne gördüyse, onların tümü, işte o kin’in, evlilik dışı, soydanlığı düzgün olmayan (nesebi gayri sahih) dölüdür. Ondan türeyen tiranlar mı dersin, diktatörler mi dersin, ağzı demokrat beyni faşist çağdaş yöneticiler mi dersin, işte o soydur; insanoğlunun ördüğü güzellikleri karartan, talan eden.

Yüreğim kara bir yumruğa benzemeyecekti, al goncasını koruyacaktı. Tık tıklarının uyumlu ezgisi bozulmasın diye kinden uzak durmaya çalıştım.
Kara düşten, sayrıl duyuştan, bun’lardan beslenen kinden ırak durursam; beynim, durgun suda oluşan kıl yılanların kıvıldandığı, kirli çamur gölü olmayacaktı; doğadan gelen yapım, insanlık çiçekleri açacaktı: Hayatın, damak burmayan meyvelerini derecek, insanlık pazarına sunacaktım ki insan olduğum bilinsin, el içinde yüzüm ak, gözüm parıldar olsun; hiç de dışlanmayacak birisi olarak yer alayım toplum içinde: İnsanlık kapılarını çalarken; beni kabul ederler mi, etmezler mi ürküsü taşımadan, her kapının tokmağına sakınmasız uzansın elim. Herkesin gözüne, bir çift süngü gibi bakabileyim, söz ederken, gözüm yere inmesin.

Kinsizliği anlatmak güzel de ona ulaşmak, sözü kadar kolay değil: Öfke dağlarını aşacaksınız, küçüklükleri atlayacaksınız, hoşgörüyü, gövde altı giyineceksiniz; ediminize tutumunuza sindireceksiniz ve bu değerleri gündeminizden hiç düşürmeyeceksiniz. İyi, güzel de çevreniz güllük gülistanlık mı? Hiç mi sizi çileden çıkaracak kişi ve durumla karşılaşmayacaksınız? O kadar bol ki… Kinsiz yüreğe ulaşmak öyle çileli ve uzun yol ki… Ona varmak için, ananızdan sonra kendinizi, bir kez de kendiniz doğuracak, eğitmenlerinizden daha özenli eğiteceksiniz özünüzü, o kitaplardan sağdığınız güzellikleri, kendinizden katkılayıp, içinizde mayalayıp, boşuna harcanmaz biçimde iyeliğinize geçireceksiniz. Ki kinsiz insanlık yaylasına çıkabilesiniz; hiç düşünüş tutukluğuna, nefes darlığına uğramayasınız; sözünüzü sakınısız, takıntısız söyleyesiniz.

Öyle olmasına öyle de… Yapıp ettiğimizin tümünü, iç aynamıza düşen yüzümüzü, tümden beğeniyor muyuz? Siz nasılsınız bilemem, ben hiç rahat değilim: On iki yaşımdan bu yana, her gün yargılanırım: Yatağım, her gece bir süreliğine yargı yeri (mahkeme)dir. Yaşadığım o günün hesabını vermek için, inine cinine sorgulanırım. Yargılanma sonucunda iyileri, hemen uçar gider, hoş olmayanları tortulanır içime, kıvranır dururum: Olmuş bitmiştir, namlusundan çıkan kurşun gibi fırlamış gitmiştir. Ne yapayım, geri çeviremem ki diyemiyorum; geçmişim sorguluyor, günüm eleştiriyor, gelecek ‘eli boş gelme’ diyor… Gecelerimi kevgire çevirir; çoğunda o yargılama, uykusuzluğa mahkûm eder beni.

Bir ezikliktir düşer içime. Bun’dan kurtulmak için, öylesi durumların yargılamasına girişirim: Üç adam vardır bende artık: Biri, eskideki ben’i bağışlamaya çalışanı, ötekisi bağış bilmez yargıç, biri de şimdiki ben: Tartışır dururuz. O, öteki ikisi var ya, kendi zamanlarından tanık getirirler yargı yerine: Her ağızdan bir söz, her kafadan bir görüş! Her biri sav’ında diretir. Hangisine inanacak, hangisini kabul edeceksin?

83’ün, ecele kayan eğilimindeyim. Tanışlarım seyrekleşmiş, yola birlikte çıktıklarımızdan çoğu silinmiş belleğimden. Onların adlarını çıkaramıyorum. Kimisinin, şöyle böyle puslu resimlerini görür gibi oluyor, karanlığından seçemiyorum yüzlerini, unutmuşum. Vefasızın birisi miyim, bir zamanlar yaşamı bölüştüklerimize hayınlık mı ediyorum? Niye kara düşüyor onların fotoğrafı? Hırslarını kamçılamışlar hep. Kinlerinin karanlığında, kimseyi görememiş gözleri. Dost gözünün ışığından bir yalaz bırakmamışlar bana. Başkalarından pay çalmaya adanmışlar, edindiklerini, yanlarında götürememişler, başkaları talan ediyor şimdi özdeksel kalıtlarını. Politikacı olmuşlar, insanları aldatmışlar, hırslarını koşturmuşlar, doludizgin. Anımsadıklarım, düşündeş olamasak da insanlık değerlerinden yozutmayanları.

12 yaşımdan beri süren iç yargılamanın beni arıtıp durulttuğunu görüyorum. Kin’in karanlığına gömülmeyeceğim. Toprağa bir kara leke olarak düşmeyeceğim. Ne yapsam, doğa yasasını yenemem. Her canlı gibi ben de bir gün göçüp gideceğim. Korkum, o değil: Güzelliklerini bölüştüğüm insanlığa kara bir leke bırakma korkusu! Kinsiz göçmek umusuyla avunuyorum. En güzel ölü, arkasında tortu, leke bırakmayan, ardıllarını rahatsız etmeyen ölüdür. Öyle ölülerin gömütlerinde açan çiçekleri, rahatlıkla yakanıza takabilirsiniz.

Düşünüşün, geçmiş çarpı gelecek döllü çiçeğini, kinsizlerden kokladım, yaşamın kıvamını onlardan aldım ben. Beynimin bahçıvanı onlar. Sağ kalanlarının yüzündeki saydamlıktan, gözlerindeki parıltıdan okuyorum, kin’in karasına gömülmemiş olmanın erdemini. Tanışım olsunlar olmasınlar, iki çift laf etmiş olalım olmayalım, onlar benim dostum. Şu dünyadan yapayalnız geçmediğime tanıklık eden/edecek, o dostlar!

 

Tüm Yazıları»

 

Osman Bolulu / Bizim Anadolu / Nisan 2016

 

Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…

 

 

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...