Evet, Montreal keşfi devam ediyor!
Montreal’de en çok beğendiğim şey taşıtlar; seni görünce yol veriyor ve geçmeni bekliyor, taşıtları üstüne üstüne sürmüyorlar. Bunun dışında mağazalar, bakkallar kaldırımın üstünde satıkları ürünleri sergilemiyorlar, herkesin sattığı ürün dükkânlarının içinde. Her buldukları kaldırımda bir şeyler satılmıyor. Sadece kaldırım festivali dedikleri etkinlikleri var, o zamanlar kaldırım satışı yapıyorlar.
Montreal’de duvar resimleri çok hoş, binaların yan tarafına yapılıyor ve kente ayrı bir güzellik katıyor.
Bu arada yıllardır bulunmak isteyip de bulunamadığım Montreal Türk Filmleri Festivali başlıyordu, onun heyecanı vardı. 9 yıldır kendi imkânları ile ayakta tutukları film festivali; oysa Turizm Bakanlığı ayrımcılık yapmadan kültürel etkinlik kapsamında bakabilse, bu festival çok daha güzel yerlere gidecek. Festivalin açılış konuşmasını Ömer Faruk Özen yaptı, filmler izlenmeye başlandı. 3 gün süren festival sonunda En İyi Uzun Metraj Film dalında, yönetmenliğini Mehmet Öztürk’ün yaptığı ‘Defnenin Bir Mevsimi’; Belgesel dalında, yönetmenliğini İsmet Arasan’ın yapığı ‘Balkanların Kabindeki Sahne’ ve Kısa Film dalında, yönetmenliğini Rıdvan Yavuz’un yaptığı ‘Kuyu’ kazandı.
Festivali bitirdik, şimdi gezme zamanı… Sağolsun Ali İhtiyar ve eşi Kader bizi Kunduz Gölü’ne götürdü. Ben gölde kunduz beklerken, orada kunduz falan yoktu. Sadece göl kunduz şeklinde olduğu için oraya bu adı vermişlerdi. Çok güzel bir yer ve Montreal’e tepeden bakabiliyorduk. Montreal ayaklarımızın altındaydı sanki…
Bu arada dönerken Yahudi Mahallesine uğrayıp dondurma yedik.
Outremont semti özellikle Ortodoks Yahudilerin bir kolu olan Hasidiklerin bulunduğu bölge. Erkeklere saç biçimlerinden ötürü ‘lüleliler’ diyorlar; şapkalarının altından yanaklarına uzanan kıvır kıvır saçları var. Tabii küçük çocuklar da aynı. Kızlar, kadınlar dizlerinin altına kadar uzanan etekler giyiniyorlar ve altlarında tayt var. Hasidik Yahudi kadınları saç günah diye kafalarını kazıtıp peruk takıyorlarmış. Bence insanlığın bir saç takıntısı var da, bir türlü çözemedim…
Justin Trudeau Başbakan olduğundan bu yana her kadın adama aşık, tabii ben de… Duyduk ki, Başbakan Trudeau Kebek Ulusal Bayramı’ına katılıp halkı ile buluşmaya geliyormuş. Tabii ben eksik kalır mıyım? Ağabeyimle beraber gittik, hazırlıklar yapılmış, şortlu polisler, korumalar… Binaların üstüne baktım, silahlı korumalar yoktu ve başkan Trudeau kucağına çocuğunu almış, yanında eşi Sophie ve 2 çocuğu daha, alana yürüyerek geldi.
Arkasında normal korumalar vardı. Bizde sanatçıların bile bundan çok koruması vardır. Halkından korkmayan bir Başbakan, samimi, içten, sıcak kanlı…
Tabii tanışıp selfi (özçekim) çektirmeden olmazdı. Hayatımın en güzel anlarından biri…
Eşi Sophie ile de çektirdik selfimizi. Başbakan halkı ile bütünleşirken Sophie çocuklarını zıpzıpa bindirmeye götürüyordu.
O ara çocuklarından birinin elinde içecek vardı; içecek kutusunu annesine uzattı. Anne Sophie içecek kutusunu çocuğunun elinden aldı çöp kutusunun yanına gitti. Orada iki çöp kutusu vardı, biri kâğıtlar için, öbürü normal çöp için. Birini açtı, atacağı yer orası değildi, öbürünü açtı oraya attı. Sophie’nin de arkasında korumaları vardı; ‘aman efendim, först leydi, siz nasıl çöp kutusuna çöp atarsınız’ diye yalaklık yapmadılar. Adamların hiç umurunda bile olmadı.
İnan ki bizde de böyle oluyor (!) …
Yani bu haksızlık değil mi? Bize uzun adamı veriyor, onlara da Trudeau gibi yakışıklı bir adamı…
Sürecek…
Zehra Özen / Suyun Öte Yüzü Kanada / Bizim Anadolu / 8 Mart 2018
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…