Press "Enter" to skip to content

Hazır Söz Kalıpları

Hazır Söz Kalıpları

Doğa, sürekli değişir, gereksizini eler, dönüşür. Kendisini yeniler.

 

Doğadan gelen insan da, insanın dirlik düzenliği için kurduğu toplumsal düzen de; içinde bulunduğu durumun gerek ve isterlerine göre değiştirir, dönüştürür, yeni durum ve koşullara uyarlanır.

Dil de insan gibi yeni durum ve isterlere göre değişen, dönüşen düşünsel bir canlıdır. İnsan dili; dil insanı yeder, değiştirir. Ama zamanla içinde bulunulan durum, konum ve koşullar değiştikçe; insan değişimin gereklerine göre edim tutum alır, yeni duruşa geçer. İnsanın yaşama bakış, yaşamı algılayışı, dilin, söylemin değişimi koşuttur.

Öyle de, alışkanlıklarımız, işe yatkınlığımızı sağlamak yanında, bağımlılığa dönüşebilir. Önceden kabul edilmiş yargıları yeterli sandığımız olur. Hazır yargılardan kurtulamamak, olduğu yerde dönelemek, durağanlıktır.

Hazır söz kalıpları (deyim, deyiş, atasözü vb.) ve yetkelerin yargıları vardır. Hazır; edinilmiş kazanımdır, kaynaktır. Ta başa dönmekten kurtarır bizi. Konuşurken, yazarken, hazırı kullanmak kolayımıza gider. Ancak hazır’a takılır kalırsak değişimi, dönüşümü yakalayamaz, bilineni yinelemiş oluruz.

Geçin söz kalıplarını, bilim doğrularının ömrü, bir yenisi bulununcaya değin kesindir. Kimyada ‘atom parçalanmaz’ diye okuduğum yıl atom bombası atıldı. O yıkımla, anamalcı sömürüsünü daha keskinleştirdi, yağmacı pençesi her yere uzandı. İnsanlığın kazanımlarını kendisine sağmaya başladı. Ulusal yapıları, geçin ekonomik kuşatmayı, ekinsel (kültürel) dilsel dünya görüşü, her şey anamalcılığın etkisine açık kaldı.

Hazır söylem kalıplarını irdelemeyen, kavramlara yeni içerikler yükleyemeyen toplumlar, bellenmiş söylem kalıplarını yineler durur, düşünüşü durağanlaşır. Çağının kavramlarını, söz, söylem kalıplarını değerlendiremez. Çağının gerisinde kalır.

 

 

 

Beş parmak bir olmaz

Bu deyim sözlüklerimizde; “İnsanlar arasında farklılıklar bulunması doğaldır.”olarak açımlanıyor. Sözlüklerimizde, bu deyimin içi doldurulmamış. Donuk bir kalıp olarak kalmış. Saptırmalara elverişli.

Türkiye’de okur, yazarını aşmaya, yurttaş sosyal adalet istemeye başladığında: Sosyal adalet yanlılarına; “Beş parmağın beşi bir mi?” diye bağırmaya başladı anamalcı görüş. Yemini aramak için havada uçan kuş, komünistlikle suçlanıyordu.

Beş parmak, ‘el’dir: Kötüye kullanırsanız yumruk olur, tokat olur; iyiye kullanırsanız, araç tutar, iş üretir.

O, beş parmak, birbirinden ayrı düşünülebilir mi? Boyca en kısa görünen parmağın adı, niçin ‘başparmak’ olmuş? Başparmak olmasa el araç tutabilir, iş yapabilir miydi? El işledi, araç kullandı. Araç kullanıp iş ürettikçe dahasını becerme isteği doğdu. Us çalışmaya başladı. El aklı; akıl elin becerisini geliştirdi. İnsanlaşmak, uygarlaşmak oradan geliyor. Soralım mı anamalcı kafaya, geçin elinizi, ayağınızın cin parmağı olmasa, nasıl düzgün yürüyeceksiniz?

‘Beş parmak bir olur mu?’ sözcesi anamalcı kurnazlığı; işlevselliği es geçerek, görüntüyle aldatmak!

Her kavramın, kapsadığı, dışladığı, bağdaştığı/bağdamlaştığı kavramlar vardır. Dilsel öğelerin ya da sözlü ve yazılı metinleri bildirişimde üstlendikleri görevi ve işlevi vardır. Hiçbir şey salt görüntü değildir.

Gelelim insanlar arasında farklılık bulunmasına: Farklılık, bir öğeyi/insanı bütününden koparmak değildir, nitem ayırdını belirlemektir. Düşünüş dizgesi yoksunu, bu ayrıntıyı göremez. Baskıcı düzenler, görüntüyle göz boyar, toplumu uyutur, diktasını sürdürür.

Elbette insanlar arasında boy, gövde, zekâ, yetenek vb. bakımından farklılıklar vardır. Ama her insanın bir işlevi vardır. Toplumsal yapı çeşitli dallara ayrılmış, birbiriyle bağıntılı, büyük bir işbölümüdür. Gövdesiyle, sesiyle, beyniyle, sanatsal yeteneğiyle; toplumun alt, orta, üst katmanında iş yapanları işletir toplumsal yapıyı. Bu iş bölümü düzeneği bozulursa, insanlığın ne duruma düşeceğini düşünür müsünüz?

Bedel (eder) ödemek

12 Eylül 2010’da sözde Anayasa oylaması yapıldı: Sözümona ‘12 Eylül 1980 Karabasanı ve Anayasasıyla hesaplaşma’ tartışması yaşandı. Ağız dalaşına dönüşmüş siyasal düzen çekişmesi, halkın kafasını karıştırdı.

İktidar partisi ve yandaşları ‘evet’ oyu isterken paketin otuz yıl önceki 12 Eylül Karabasanıyla hesaplaşma, daha demokratik bir düzen getirme girişimi olduğunu savundu. Neyle? Hazır söylem kalıplarıyla.

İşe bakın ki:

12 Eylül 1980’de 90 gün gözaltında tutulan işkence edilen, idamla yargılanan, 10 yıl hapislerde yatan kitlesel sol/sosyalist hareketlerin liderleri, 12 Eylül’le hesaplaşma tezine karşı çıkarak halk oylamasına hayır çağrısı yaptı. Bedel ödediklerini söylediler (Cumhuriyet gazetesi 04.07.2010, s.4).

Bir başka sol kesim de 6 Eylül 2010 günlü Cumhuriyet gazetesindeki demeçlerinde bedel ödediklerini söyledi.

Bedel ödeme sözcesinin anlamını biliyorlar mıydı? Yoksa kendilerini ezenleri haklı mı çıkarıyorlardı, bu söylemleriyle?

 

 

Başbakan da aynı yanlışta

Şaşılacak bir söylem daha (Cumhuriyet gazetesi,17.07.2010): Başbakan Erdoğan, ‘Terör belli bir bedeli ödettiriyor.’ dedi. Terör yıldırıdır, yasa dışıdır. Yasal, toplumsal düzeni yıkma eylemidir. Terörün alacağı olabilir mi? Teröre umu verilmiş, terör bir beklentiye sokulmuş olmalı ki ona bedel ödeme söz konusu olsun denileceğini başbakan düşünememiş midir?

Başbakanın tümcesindeki ‘ödettiriyor’ eylemi ettirgendir. Ettirgen eylem ‘zorla yaptırmak’ anlamı yaratır. Başbakan, zorla yaptırma durumuna düştüğünü mü söylüyordu?

Düşünüş, anlayış bakımından birbirine karşıt iki kesimin de ‘bedel ödeme’nin anlamını sökememesi şaşırtıcı değil mi?
Eder ödemek; bir şeyin değeri; bir şeyin yerini tutan karşılık, bir alışveriş ilişkisinde borçlunun borcunu alacaklıya ödemesi; bir zararı karşılamaktır.

Solcu, toplumcu, devrimci olanlara soruyorum:

Haksızlığa uğrayan, kimileri dağlarda öldürülen, yaşı büyültülerek asılan, damgalanan, hayatı kayan gençler:

* Sizin birilerine borcunuz mu vardı?
* Zulümden başka ne verdiler ki karşılığını ödeyesiniz?
* Kime zarar verdiniz ki birileri sizden alacaklı olsun?

Meşrutiyet’in gençleri yaşlarını büyülterek Kurtuluş Savaşına gönüllü olarak katıldılar. O savaşın bir gününde şehit olan er sayısından çok yedek subay vardır. Onlar sizin dedelerinizdi. Yurdu düşmandan temizlediler, Cumhuriyeti kurdular. Siz, 12 Eylül Karabasanı’nın kıydığı gençler, durguya düşürülmüş Cumhuriyeti hakça bir düzene dönüştürmek için eyleme geçmiştiniz. Dedelerinizin başlattığı işi tamamlamaya soyunduğunuz için kıyıldınız. Sizin eylemlerinizle halk uyanacaktı, sömürü alanları daralacaktı. Egemenlerin işkulu durumuna düşürüp oy deposu olarak kullandığı halk, olura olmaza ‘evet’ demeyecek, sosyal adaletçi, çoğulcu düzen isteyecekti. Sizleri kamplara bölerek vuruşturdular. Cumhuriyeti durguya düşürdüler. Sömürülerine uygun bir kara düzen yarattılar.

Karadüzeni gerçekleştirenler, şimdi hangi orunda? Hangi siyasal erke kavuştu? Ülkemiz, ulusumuz hangi korkuyu yaşıyor?

Borçludan, borcunu ödemekle yükümlü olandan söz edilecekse; çağdaşlaşma, kültürleşme, uluslaşmamıza ket vuranlar borçludur.

Asıl borçluları, bedel ödemesi gerekenlerini sıraya dizsek, size binlerce yıl sıra gelmez.

Nitelikli suç

Nitelikli suç sözcesi yeni girdi dilimize. Suç; törelere, ahlak kurallarına, yasalara aykırı davranış. Davranış, insana özgü. Her toplumda suç işleyen bulunur. Onlarınki kişiseldir, kişisel ilişkilere değgindir. Adi suçlardır.

Sıradan insanın, toplumun, tutum edim, davranış ve ahlakının biçimlenmesinde siyasal erkin yönlendirici etkisi yok mu? Hatta bu konuda yasa çıkarıyor, kural koymuyor mu? Toplumsal düzen adaletli işletilirse, sıradan insanlar arasındaki adi suçlar azalmaz mı?

Sıradan insanlar arasındaki adi suçların çoğalmasında, toplumsal düzeni sağlıklı, adaletli düzenlemekle görevli/yükümlü siyasal erkin payı, sorumluluğu yok mudur?

Bir de kamusal, toplumun geneline zarar veren suçlar vardır: Nitelikli suç, örgütlü suçtur: Mafya-siyasa-belli zümreden destek almadan kolayca işlenemez nitelikli suç. Yasadışı haksız çıkar sağlama örgütüdür. Zararı kamuyadır, hepimizi acıtır.

Niteliği yalnızca nesnede ararsanız, alışverişte aldanmazsınız. Niteliğini yitiren nesneyi kaldırır atarsınız. Ya niteliksiz siyasal erk sahipleri, yöneticileri? Bir ülke niteliksizlerin yönetimine düşmüşse, toplum katında niteliksizler çoğunluktaysa?

Niteliği; bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik; bireyi ya da nesneyi ayırt etmeye yarayan ve ölçebilen özellik olarak düşünegelmişiz. Bir şeyin iyi ya da kötülüğünü ayırt ediciliğini yalnızca nesnelere değgin olarak yorumlarsak, nitelikli suç işleyenleri onaylamış oluruz.

 

 

 

Hak etmek

Hak; adaletin, hukukun gerektirdiği ya da birine ayırdığı şey, kazanç.

Hak etmek; emek karşılığı olan şeyi elde etmek; olumlu bir sonuç elde etmek. Hak emekle bağıntılı: Emek; bir şeyin yaratılması ya da üretilmesi için harcanan bedensel emek ya da kafa gücü. Eli kolu ile özdeksel üretim yapan ve beyniyle düşünsel, dilsel, sanatsal üretim işçilerine ilişkin.

Üniversite öğretim üyeliği yapmış, iktidara aday bir siyasal kuruluş başkanı, kötü gidiş için: “Türkiye böylesini hak etmiyor.” demişti. Hak, aynı zamanda olumluluğu içerir.

Halk, çalışmadan başkasının emeğinden yararlanana ‘gölge eşkıyası’ der. Bir ülkede vurguncu, soyguncu, rüşvetçi, talancı, hortumcu, hayali ihracatçı, kaynaklarımızı başkalarına peşkeş çekenler varsa, yukarıdaki tümceyi söyleyen siyasetçi, iktidar olsa ne getirebilir?

‘Hak etmek’i, onun gibi kullandığımızı varsayalım; şu saydığımız talancı takımı neyi hak ediyor?

Hak’ı hukukla bağdaştırmamış bir toplumda, hukukun üstünlüğünden söz edilebilir mi, demokratik düzen kurulabilir mi?

Varsıl sözlü dilimizi, yazılı dile (düşünüşe) dönüştüremediğimiz için mi, böylesi yanlışlara düşüyoruz dersiniz?

 

Tüm Yazıları»

 

Osman Bolulu / Ana Sütüm Benim Türkçe / Bizim Anadolu / Ağustos 2015

 

Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...