Halkın Müzik Aleti
Akordeonla çalınan melodiler özlemle doludur; buna karşın bu melodiler neşeyle insanı dansa çağıran parçalardır çoğunlukla.
Akordeonla çalınan melodiler özlemle doludur; buna karşın bu melodiler neşeyle insanı dansa çağıran parçalardır çoğunlukla. Daha önceleri aynı tekniği uygulayan müzik aletleri olduysa da, şimdi kullanılanlara en benzeyen akordeon 1829 yılında Avrupa’da icat edilmiş. O yıl Viyana’da akordeon denen bir çalgının patenti verilmiş.

Akordeon, Avrupa’dan göçlerle birlikte dünyanın çeşitli yörelerine götürülmüş. Bohemya’dan yayılan polka danslarında akordeon kullanılır. İtalya’nın çeşitli yörelerinde değişik akordeon türleri ile icra edilen halk müziklerini tüm dünya bilir ve sever. Bosna Hersek’in sevdalinka şarkılarının geleneksel çalgısıdır akordeon ve ülkenin de ulusal çalgısı olarak benimsenir. Latin Amerika müziklerinde yaşar. Kolombiyalı Shakira’nın bestelerinde yer alır ve ülkenin de geleneksel çalgısı olarak bilinir. Arjantin tangoları akordeonsuz düşünülemez.

1903-1910 yılları arasında yapılan 1000 gramofon plağının üçte biri tango müziğiymiş ve çok miktarda tango notası satılmış bu dönemde. 1910 yılında akordeona benzeyen bandeon Almanya’dan Buenos Aires’e ulaşmış ve tango melodilerinin vazgeçilmez çalgısı durumuna gelmiş. 1910-1920 yılları arasında üretilen 5500 plağın 2500’ü de yine tangoymuş.
Zaman içinde bir çok ülkenin geleneksel müziğinin seslendirildiği müzik aleti konumuna gelen akordeonun tanınan ustaları yetişmiş.
Çocukluğumuzda akordeon müziği daha yaygındı diye düşünüyoruz ve öğreniyoruz ki 1900-1960 yılları arası akordeonun altın çağıymış. 1950’lerin sonu, 60’ların başında ‘rock and roll’un ortaya çıkmasıyla giderek gözdeliğini yitirmiş bu çalgı.
Akordeon deyince akla gelen halk müziği olunca bir Londra seyahatinde akordeonla bir başka müzik türünün seslendirildiğini ilk defa duyduğumuzda ne kadar şaşırdığımızı tahmin edersiniz.

Londra’da, Trafalgar Square’ın yanında yer alan St. Martin’s in the Fields Kilisesi’nde ücretsiz öğlen konserleri düzenleniyor. Orta Çağ’dan bu yana hep bir kilise bulunan bu alanda, turist, öğrenci ya da öğle tatilini değerlendirmek isteyenlere Pazar, Salı ve Cuma günleri saat 1.00’de pop, klasik ve diğer türlerde müzik konserleri sunuluyor. II. Dünya Savaşı sonrasında başlatılan bu konserlerin baş amacı başarılı genç müzisyenlere bir olanak tanımak. Öğle konserleri yaklaşık 45 dakika sürüyor ve içeriye son anda dahi girilse oturacak yer bulunuyor.

Biz bu konserlerden birine bir iki dakika gecikmeyle girebildik ve oturanların görüşünü kapamamak için sol koridordan eğilerek ilerleyip yan duvardan ana salona bakan sıralardan birine iliştik. Önümüze gelen ahşap bölme görüşü engelliyordu. Konser başlamıştı. Klasik müzik çalınacağının beklentisindeydik de kullanılan çalgının sesi sanki akordeon gibiydi. Sessizce kilisenin sunak bölümüne doğru az daha ilerleyince aralıktan genç bir müzisyenin akordeon çaldığını görebildik.
Meğer, akordeon tek ya da orkestra eşliğinde klasik müzik icrasında da kullanılıyormuş. Avrupa’nın bir çok konservatuvarında akordeon bölümü mevcut. Günümüze ulaşan ilk klasik akordeon parçasını 1836 yılında Paris’te Bayan Louise Reisner bestelemiş. Rus Pyotr Ilyich Tchaikovsky, İtalyan Umberto Giordano ve Amerikalı Charles Ives gibi tanınmış bestecilerin de akordeon için çalışmaları olmuş. Son yıllarda ise Fransız besteci Henri Dutilleux, Correspondances (2003) ve Le Temps l’Horloge (2009) adlı şarkı derlemelerini akordeon için yazmış.

Bizim izlediğimiz sanatçının adı Ghenadie Rotari. 1991 Moldova doğumlu Rotari 9 yaşında başlamış klasik akordeona ve sanatçı katıldığı pek çok uluslararası yarışmada birincilik ödülleri almış. Erasmus bursuyla Helsinki şehri Sibelius Akademisi’nde akordeoncu Matti Rantanen ile çalışma olanağı elde etmiş. Rotari yalnızca akordeon için yazılan parçaları değil, diğer klasik müzik yapıtlarını da akordeonla yorumluyor. Tek başına, başka akordeoncularla ve orkestralarla birlikte konserler veriyor.
Akordeon caz müziğinde de kullanılıyor. Godfather filminde akordeon çalan usta Angelo DiPippo Newport Caz Festivalinde de çalan ilk akordeoncuymuş. Woody Allen’in To Rome With Love (2012) filminin müziğinin bir bölümünü de seslendirmiş.
Akordeonun pek yakıştığı tangoya dönecek olursak, klasik müzik eğitimi alan sanatçıların uzun süre tango müziğiyle ilgilenmediklerini görüyoruz. Ancak, kemancı Julio De Caro 1920 yılında bir orkestra kurarak tangoyu daha yavaş bir tempoda, daha işlenmiş bir biçimde çalmaya karar verince orkestrada yer alan bandeon ustası Pedro Laurenz ile orkestrası giderek ünlenmiş.

Tangodan sözedip Şecaattin Tanyerli’yi (1921-1994) anmadan geçemeyiz haliyle (birçok yerde sanatçının soyadı yanlışlıkla Tanyeli olarak verilir).
Lise yıllarında, tenor Tino Rossi hayranı olan Tanyerli, müzik çalışmalarına Eminönü Halkevi’nde opera dersleri alarak başlamış ve Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Beyoğlu Halkevi’nde keman öğretmeni Goldenberg’den şan dersleri almış. 1942 yılında, II. Dünya Savaşı sıralarında Maksim Gazinosu’nda profesyonel sahne hayatına atılmış.

Almanca, Fransızca, İspanyolca ve Rumca tangoları da seslendiren Tanyerli 1949’da Necdet Koyutürk’ün ünlü Papatya adlı tangosuyla ilk plağını yapmış ve aynı yıl İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başlamış. 44 yıl boyunca İstanbul Radyosu’nda 1000’i aşkın Türkçe sözlü tangoyu seslendiren ve 1971’de altın plak ödülü alan Tanyerli’nin günümüzde genç ses sanatçılarının ilgisini çeken unutulmaz tangolarından bazıları şöyle:
Sana Nerden Gönül Verdim
Papatya
Ayrılık
Sensiz Kaldığım Geceler
Sevdim Bir Genç Kadını
Mazi
Şecaattin Tanyerli’den örnek için bağlantıyı imleyiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=9ZQCAp5AeQw&list=PLqhknTlC-c17V9xV97iO5ZESjZELc6iOi&index=5
https://www.youtube.com/watch?v=B1kudNqM2Wg
Beste Barki / Bizim Anadolu / 22 Aralık 2017
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…