Press "Enter" to skip to content

Giderlerse Gitsinler!

Öyle sanıyorum ki hemen herkesin aklından hiç olmazsa bir kere olsun bir yerlere göç edip, hayata sıfırdan başlamak geçmiştir. Ama iş ciddiye binince elbette kazın ayağı farklı oluyor.

Bir insanın doğup kök saldığı topraklardan kopup, ülkesini, kurulu düzenini, alıştığı ortamı ve sevdiklerini geride bırakarak başka diyarlara göçmesi ne sıradandır ne de kolaydır.

Kimse sonunda ailece ciddi bedeller ödeme riski olan bir serüvene laf olsun diye atılmaz. Hele ki kolunda doktorluk gibi altın bileziği olanlar.

Bırakın altın bilezikli doktorları, az çok düzenli bir geliri olan sıradan kişilerin bile “anlayışı farklı, felsefesi farklı, kültürü farklı” başkalarına ait ülkelere göç etmesi mantıklı değildir.

Göçün İtme Etkenleri

Ama yine de yüzyıllardır insanlar başka ülkelere, başka topraklara göç ederler. Peki neden?

İnsanların göç etmelerine neden olan etkenlere akademik literatürde “itme etkenleri” denir. Bunlar ekonomik, toplumsal, siyasal, güvenlik gibi etkenlerdir. İşsizlik, yaptığı işten memnuniyetsizlik, gelirinin veya yaşam standartlarının düşük olması, stres, doğal felaketler, iklim ve sağlık nedenleri, kan davası, adaletsizlik, gelecek kaygısı, tehdit altında olmak, temel insan hak ve özgürlüklerinden mahrum olmak gibi sebepler itme unsurlarıdır.

Göçün Çekme Etkenleri

Göç olgusunun bir de “çekme etkenleri” vardır. Bazı ülkelerdeki refah, ortalama gelir düzeyi, huzurlu yaşam, özgürlükler ve hayat tarzı diğer ülkelerdeki mutsuzları kendisine çeker. İnsanlar oralardaki yaşamı gördükçe “Ah keşke ben de oralara gidip mis gibi yaşasam” derler. İşin ilginci muhafazakâr ve hatta İslami hayat tarzı yaşamak isteyen insanlar bile şeriat ile yönetilen İran veya Arap ülkeleri yerine batılı Hıristiyan ülkeleri tercih ederler. Aynı, soğuk savaş zamanında faşizmden ve diktatörlerin zulmünden kaçan komünist ve sosyalistlerin doğu bloğu ülkeler yerine Avrupa veya Kuzey Amerika’daki kapitalist ülkeleri tercih etmeleri gibi. (Kırdık mı bazı dostların kalplerini şimdi?)

Çünkü bu “gâvur” ve “kapitalist” memleketlerde para ve refahtan daha önemli başka şeyler vardır: Örneğin fikir özgürlüğü gibi, demokrasi ve güvenlik içinde yaşamak gibi, düşüncesi, inancı veya kılık kıyafeti nedeniyle, bırakın tutuklanıp cezalandırılmayı, mahalle baskısı bile görmemek gibi; dürüstlük, doğaya ve birbirine saygı, kişilik haklarının güvenliği gibi.

Daha sayalım mı? Olur.

İnsan ve hayvan haklarına saygı, basın özgürlüğü, adil yargı ve hukukun üstünlüğü gibi. Güvenlik ve temel özgürlüklerin sadece devlet değil, kişiler tarafından da sınırlanmaması (mahalle baskısı) gibi.

Dürüstlük, Saydamlık

Bitti mi? Ne gezer! Bu ülkeleri cazip kılan şeyler öyle çoktur ki: Pırıl pırıl yollar ve bu yollara adımını atan yayalara anında durup yol veren saygılı sürücüler, yeşilliklerin ve doğanın keyfini çıkardıktan sonra geride çöpünü, pisliğini bırakmayan insanlar, sıraya girmesini bilen ve kimsenin sırasını çalmayı, omuzunun üzerinden hesabında ne kadar parası olduğunu görmeye kalkmayı aklından geçirmeyenler yaşar oralarda.

O ülkelerde yaşayanlar malzemesi çalınmamış, işçiliği düzgün inşaatların, yolların, sağlıklı ürünlerin keyfini çıkarır; ülkeyi yönetenler de “Bizim insanlarımız kendisi için nelerin zararlı olduğuna kendileri karar veremez, iyisi mi onların neyi görüp neyi görmemeleri gerektiğine ben karar vereyim” diyerek ekranlara mozaikler, web sitelerine ve haberlere ulaşım engelleri, sansürler koymazlar.

İnsana, evrensel değerlere saygı

İnsanlar kibar, birbirine saygılı, empati sahibidir; evleri, parkları ve bahçeleri bakımlıdır.

Say say bitmez. Bunlara para ve refahtan daha önemli başka şeyleri de eklemek mümkündür. Esnafın dürüstlüğü, satılan ürünün sorgusuz sualsiz geri alınması; adil vergi düzeni, kamu ihalelerini, işe alımları, yurt içi ve yurtdışı burslarını eşe, dosta, hısım ve yandaşlara peşkeş çekmeyen, liyakati esas alan güler yüzlü yerel ve merkezi yönetimler gibi mesela.

Hayatın her aşamasında akıl ve bilime verilen öncelik, mali hususlarda şeffaflık, demokratik kültür… Yani seçimlerin sadece serbest değil aynı zamanda adil yapılması, seçimi kaybedenin koltuğunu daha iyi yapabilecek birisine devretmesi, yetkili ve sorumluların hesap sorulabilir olması, insanların birbirlerinin inançlarına, kültürel farklılıklarına saygı duyması ve halkına hizmet etmek üzere var olan devlet.

Ülkeyi yönetenleri her Allah’ın günü ilk haber olarak başlatmayan, iktidarın, muhalefetin borazanı olmayan medya; nefret üzerine kurgulanmamış, şiddete ve ayrımcılığa direnen ama ayrılıkları kabul eden bir iç politika…

Her şey güllük gülistanlık mı?

Abarttığımı düşünenler olacaktır. Haklılar. Biraz öyle oldu. Bunların hepsi her gelişmiş ülkede yok. Göç edilen, özenilen ülkenin her şeyi iyi mi? Değil elbette. Örneğin uluslararası ilişkilerde ve dış politikada uygulanan çifte standartlı dış politika ve medyaya gelince bu ülkeler için bir iç geçirip “ya sabır” ve “la havle” çekmek gerekir.

Bir akademik çalışmaya rastlamadım ama bana kalırsa itmenin katsayısı, çekmenin katsayısından daha yüksektir. Komşunun tavuğu ne kadar cazip olursa olsun, insan yuvasından memnunsa neden bırakıp gitsin ki?

Giderlerse gitsinler sözünü düşünürken birden aklıma Murathan Mungan’ın bir şiiri geldi.

Kimdi giden, kimdi kalan?

Giden mi suçludur her zaman?

yalcindiker@gmail.com

Tüm Yazıları»

Yalçın Diker / Bizim Anadolu / 17 Mart 2022

Şu haber ve yazılarla da ilgilenebilirsiniz:

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...