Farabi, Şark aleminin Aristo’su (870 Farab – 950 Şam)
Muhammed Bin Muhammed Bin Tarhan Bin Uzlug El-Farabi… Batı dünyasında Alpharabius ya da Avennasar olarak bilinir.

Maveraünnehir’deki (Türkistan) Seyhun Irmağı kıyısındaki Farab kentinde 870 yılında doğdu. Türk asıllı Turhan adlı bir kale kumandanının oğluydu. Anadili Türkçeydi. Çünkü anasının adı Özlug idi. İlk öğrenimi memleketinde aldı. Acem diyarında Farsça öğrendi. Bağdat’ta Arapçayı öğrendi ve öğrenim gördü. Harran Üniversitesi’nde Hıristiyan bilginlerden, Yuhanna bin Haylan’dan felsefe ve mantık dersleri aldı. Yunan dilini öğrendi. Klasik Yunan eserlerini okudu, etkilendi. Süryanice de öğrendi. Özellikle Aritoteles’in eserlerini inceledi. Gezimci felsefe (Meşşaiyun) geleneğini benimsedi. Hamdani hükümdarı Seyfü’d-Devle Ali’nin koruması altında Halep ve Şam’da yaşadı, eserler verdi.
Aristo ilk öğretmen (Muallim-i Evvel) unvanını taşıyordu. Farabi’ye de İkinci Öğretmen, Muallim-i Sani denildi. İslam bilginleri arasında saygın bir yer kazandı. Eserlerinin sayısının 100 kadar olduğu ileri sürülmektedir.
Farabi, din, felsefe, metafizik, evrenbilim, doğa bilimleri, ahlak, astronomi, kimya, riyaziye yanında tıp ve müzikle de ilgilendi. “Kıymetli bir hekim olarak da meşhurdur. Ancak tababette tedavi ile uğraşmamıştır.” (Gövsa).
Sessiz, sakin, yalnız yaşadı. Mütevazı bir ömür sürdürdü. Halep’te Hemedanoğulları Hükümdarı büyük filozofa kol kanat germişti. Yardım ve ikramı sonsuzdu. Başka bilginler bu cömertliği kıskanmışlardır. Farabi ile sınava girince onun üstünlüğünü anlamışlar ve kendisine saygı göstererek şakirdleri arasına girmişlerdir.
Farabi giyim kuşamda seçici olmamış, Acemistan, Bağdat, Mısır, Halep, Şam’da daima Türkistan’daki ulusal giysilerini kullanmıştır. Hükümdar Filozofa yüksek bir maaş bağlamak istemişse de, çok sade yaşayan Farabi, günde 4 dirhem miktarındaki para ile geçinebileceğini ve fazlasına muhtaç olmadığını söylemiştir.
“Farabi yüksek bir bestekâr olduğu gibi, kanun dediğimiz musiki aletinin ve diğer bir saz çeşidinin de mucidi olarak tanılır” (Gövsa).
Bilimlerin tanımını, sınıflandırılmasını ve konularını içeren İhsaü’l-Ulum (Bilimlerin sayımı), el-Medinet’ül-Fazıla (Erdemli Kent), devlet yönetimi üzerine düşüncelerini içeren es-Siyasetü’l-Medeniye, erdem konusunu işlediği Tahsi’ül-Saade (Mutluluğu kazanma) Türk diline kazandırılan başlıca eserleridir.
Kitabü’l-Musiki, Avrupa’da musiki teorilerine esas teşkil etmiştir.
Felsefenin dinle ilgili bahisleri nedeniyle birçok İslam ilahiyatçısı, mutasavvıfları Farabi’yi tenkit etmişlerdir. Bunlar daha da ileri giderek hücum etmişlerdir. Örneğin büyük filozof, peygamberlerin eşyanın hakikatlerini bilmediklerini ve ancak birtakım temsiller, istiarelerle gerçeği bildirdiklerini iddia etmesi büyük tartışma konusu olmuştur.
Farabi’ye göre akılcı felsefenin ereği şudur: Varlıkları var olma özelliği bakımından bulabilmek ve varlığın ilk nedenlerine (illet-i ula) ulaşmaktı. Felsefe yoluyla bütün varlıkların bilgisine ulaşan insan böylece bir ölçüde Tanrı’ya benzemiş olurdu. Bilimin 3 kaynağı duyu, us (akl) ve düşünmeydi (nazar); fakat her türlü araştırma mantığa dayanmalıydı.
Farabi’ye göre mantığın özü olan kanıtlama (burhan), yalnızca gerçeği bulmak için bir yol değil, aynı zamanda gerçeğin kendisiydi. Gerçek bilgi ancak zorunluluk ilkesine dayalı bir kanıtlamanın ürünü olabilirdi.
Eski Yunan felsefe geleneğini İslam inanışıyla bağdaştırmaya çalışan Farabi, Plotinos’un yazılarından Porphyros’un derlediği Enneades’ten (Dokuzluk) bu amaçla özellikle yararlandı.
Farabi’ye göre bütün varlıklar, varlığının zorunlu (vacibü’l-vücud) ya da olanaklı (mümkünü’l-vücud) olması bakımından ikiye ayrılıyordu. Tanrının varlığı özünde zorunluydu; Tanrı özünü ve varlığını hiçbir varlığa ya da nedene (illet) borçlu değildi. Tanrı sonsuz yetkin olduğuna göre, bu öz ve varlık başka hiçbir varlıkla paylaşılamazdı.
Samani hükümdarı Nuh bin Saman’ın çağrısına uydu ve Buhara’ya gitti. Ünü çok artmıştı. Orada Hükümdar’ın isteği üzerine el-Talimü’s-Sani (İkinci Öğretim) adlı alanında bir ilk olan ansiklopediyi hazırladı. Bu nedenle gerçek filozoflar arasında düşünce ayrılıklarının olmaması gerekir.
İslam’da siyasal felsefenin kurucusu da Farabi’dir. Kişi yetkinliğe ulaşabilmek için gereksinim duyduğu şeylerin tümünü tek başına sağlayamaz. Kişilerden birinin eksiğini öbürü ile tamamlayan toplum sağlayabilir.
Birey toplum içinde yaşamadıkça yetkinliğe ulaşamaz. En üstün yetkinliğe ise ancak kent ortamında ulaşılabilir.
Farabi kentleri ikiye ayırır.
Erdemli kentler,
Erdemsiz kentler.
Erdemli kenti seçimle gelen aydın soylular yönetir. Erdemi ise yardımlaşma doğurur. Erdemli toplum mutluluğa erişmek için yardımlaşan toplumdur.
Erdemsiz kentte ise güçlü ile güçsüz arasında sürekli bir çatışma, çekişme, savaşım vardır. Bu çatışma güçlünün egemenliği ile sonuçlanır.
Akılcı felsefe görüşleri Aristo felsefesine dayalıdır. Aklı temel alan akıl yürütme (usavurma) yöntemini kullanarak felsefe ile İslam dinini bağdaştırmaya çalışmıştır.
Genel bir dünya devletini ve o devletin başkanının nasıl olması gerektiğini Araül’-medinet-il-fadıla adlı eserinde yazmıştır.
Akıl, edindiği bilgilerle iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırdedebilir.
İnsan için en yüksek erdem bilgidir.
Evrendeki varlıkları bilen ve bundan yaşam için doğru anlamlar çıkaran kişi Tanrı’ya ulaşmanın yolunu bulmuş demektir.
Hükümdar’ın Şam’ı alması üzerine Farabi de onunla oraya gitmiş ve Şam’da 950 yılında ölmüştür. Mezarı Babüssagir Kabristanı’ndadır.
Büyük İslam bilgin ve filozoflarından İbn Miskeveyh, İbn Sina ve İbn Rüşd Farabi’nin görüşlerini benimsemiş, eserlerini O’nun etkisiyle yazmışlardır.
Özetle, Farabi bilimin her dalında çalışmış ve gerçekten Doğu’nun Aristosu adını almaya liyakat kazanmıştır.
……………………………….
ADIVAR A.A. Farabi maddesi. İslam Ansiklopedisi. Cilt 4,451-469 ss.
ADIVAR A.A. 1969. Tarih Boyunca İlim ve Din. Remzi Kitabevi İstanbul
GÖVSA İ. A. 1940. 50 Türk Büyüğü. Yedigün Neşriyatı. İstanbul
Prof. Dr. Emrullah Güney / Bizim Anadolu / 19 Şubat 2022
Şu haber ve yazılarla da ilgilenebilirsiniz: