Press "Enter" to skip to content

Eşlik Edin Bana -2

(Nasıl istersen öyle bitsin bu hikâyemin sonu)

 

 

 

İÇTEN KÜLÜNK

Evde ebe ile doğum yapmamak için çok direnir.

 

Nihayet gün gelir ve doğumhaneden çıkan doktor, kapının önünde bekleyen babaya müjdeyi verir.

 

“Tebrik ederim, bir oğlunuz oldu!”

 

***

Bir erkek çocuk sahibi olmanın gurur ve heyecanıyla belki ilk defa gördüğü doktora, elindeki kasketi ovuşturarak bin kere teşekkür eder ve eşinin yattığı odaya girer.

***

Tam olarak karısına ne diyeceğini bilemeyen Baba, “Geçmiş olsun!” der ve kenarda duran sandalyeye ilişir. Dakikalar sonra, hemşirenin içeri getirdiği bebeğe uzaktan bakıp duygulanır.

Bir kaç kere kucağına almaya yeltense de;

“Bir yerine bir şey yaparım” korkusuyla vaz geçer.

Derken eş, dost, akraba, komşu, sevinç ve mutlulukla odanın içine doluşmaya başlar.

Anne’nin ve bebeğin durumunun iyi olduğundan emin olan doktor, yeni aileyi evlerine taburcu eder.

Bebek artık evdedir.

Her ne kadar kalabalık bir aileye de sahip olsalar, kapılarını kapayınca evde iki kişilerken üç kişi olmuş ve yardım ekibi olarak da kayınvalide, hala, teyze, kardeş dönüşümlü olarak, birlikte yaşamaya başlamışlardır.

Bu yardım elleri o kadar çok ve sıklıkla uzanmaktadır ki, babaya herhangi bir iş düşmediği gibi bebekle de haşır neşir olmaya zaman kalmamaktadır.

***

Ve işte çok şükür, önce yedisi, sonra kırk kişi ile kırkı çıktı.

Kırk gün dediğin tam tamına bir ay on günün geçmesi demekti ki; henüz baba bebeği alıp da ne gazını çıkartmış, ne altını temizlemiş, ne de bebek üzerine kusmuştu.

Hal böyle olunca haliyle gece vardiyalarından da bihaberdi.

Zaten sevmek ve sevgi göstermek nasıl olur bilmiyordu.

Bunun için kimi suçlamalıydı? Büyüklerini mi, anasını mı, babasını mı?

Tek hatırladığı, köylünün toplandığı pazar alanında, babasının ensesine okkalı bir şamar vurup kendisini gururla esnafa tanıtma cümlesiydi:

“Aslan bu aslan, koçum benim!” 

Yani, bir erkek olarak bir bebeğe ne verebilir hiç bir fikri olmadığı için; zaten ona mı düşerdi canım, bebek bakmak; töbe estağfurullah, bu kadar kadın arasında!

Erkek dediğin eve ekmek getirirdi, işte o kadar!!

***

Yalnız bu kadınların bebek üzerinden kutlama fasılları hiç bitmiyordu.

“Diş bulguru da neyin nesiydi ama ya!!” 

Canına yetti valla.

Bütün bu zırıltılar sezon ligi son karşılaşmalara denk gelince, herkesi evden kovası bile vardı.

Neyse ki bacanak durumu idare ediyordu da, onlara geçip oturma odasında etliye, sütlüye dokunmadan, iki bira arası maçları rahat rahat izliyordu.

Çocuk bu.

Büyüdü, serpildi. Emeklerken yürüdü, yürürken, koşturdu, üstüne de davullu zurnalı en âlâsından sünnet düğünü…

Bismillah; gene o tanıdık aile meclisinde çocuğun komiklikleri konuşulurken;

Baba verdi komutu:

“Hadi ooluummm, göster pipini şu amcalara!” demesiyle;

Çocuk kimbilir kaçıncı keredir tekrarlıyorsa, hiç garipsemeden indiriverdi şortunu kahkahalarla…

Derken annesi yetişti:

“Ayıp oğlum, uyma sen bu amcalara!” 

Dedi, dedi ama;

O bakışlarından fişek gibi fırlattığı öfkeyle vurdu kocasını, oturduğu sedirlerinde boylu boyunca.

Ama gurur bu ya!

“Yer mi lan adam, o yandan çarklı bakışı Maazallah!” 

Kadın milletine arada haddini bildireceksin ki, bakalım deviriyor mu bir daha kaş, göz ulu orta!!

Misafirler gider gitmez niyet etti bir kere; hem babası da aynını yapardı kaç kere, tanık olduydu, bir fiskeden en fazla bir tutam kan çıkardı!

Allah ne verdiyse, tekme, tokat, aynen iade etti kadına, sen misin göz süzen babında!

Çocuk bu, durur mu?

Bastı yaygarayı.

Baba haykırdı…

Dedi ona ki, “Aslansın sen ya! Ağlar mı erkek çocukları!” 

Anne içine gömerek acısını,

başladı mırıldanmaya şarkısını,

“Erkekler ağlamaz sil göz yaşını,

Kaçırma gözlerini benden suçlu suçlu”

***

Anne pek çetin çıktı yalnız. Kimseleri dinlemedi. Bir güzel evlat büyüttü.

Hasret gittiği ne türlü insani davranış varsa, ne görmediyse çocuğuna öğretti.

Verdi ona tüm sevgisini, aşıladı saygıyı, iyiyi, güzeli, merhameti, doğruluğu, şefkati; oldu adam gibi.

Biliyordu. Babası içinden gizli gizli seviyordu. O yüzden hiç mi hiç gocunmadı, ne menem bir adetseydi bu!!

Ama isterdi elbet kucağına oturup bahçeden topladığı üzümleri baba elinden yemek…

Harbi bir çocuktu. Ne zaman baba sesini yükseltse, sakince karşı durup annesini korurdu.

***

Öyle, böyle derken okula gitme çağı geldi bizim oğlanın.

İlkokul, ortaokul, lise, al işte!

Aşık oldu bir güzele, serildi bütün dersler, sınavlar; haydi anlat derdini şimdi bir dinlemez babaya. Kız da ayrı terane ya!

Bir yanı diyor “açıl kıza, kurtul!”

Bir yanı diyor korkuyla, “ya varsa bir yavuklusu şu aşağı köyde!” 

İçine düştükçe kurtlar, koyar ufaktan bağrı delik bir türkü, yoldaşı olur uykusuz gecelerinde…

“Tabip sen elleme benim yaramı,

Beni bu dertlere salanı getir,

Git ara bul getir, saçlarını yol getir!”

***

Günler gecelere karışır, aşkı gittikçe kabarır.

Keser yolunu bir vakit okuldan eve geçerken, fısıldar kulağına:

“Aşığınım yanında olamasam da

Aşığınım sana dokunamasam da

Geri dönüş olmasa da 

Sonsuza dek…”

***

Okul biter veteriner olur döner doğduğu köye.

Erkek olunca bu ülkede, omuzla dur yükleri, bile bile…

Anlayacağınız, sıra gelir askerliğe. Para da yok ki, bastırasın kısa dönem bedelli ücretini tıkır tıkır devlet babanın sarayvari kasasına.

Aman canım, askerden yırtmak istemesinin tek sebebi, biliyorsun işte!!

Gönlü hâlâ bizim şu güzelde.

Off ya!! Ya, kaçırırsa vatan, bayrak, emret komutanım nizamında, geleceğinden bir parça. Hayat zindan olur maazallah.

Düşünür, taşınır.

Olacak iş değil.

Niyet eder, gene keser yolunu alaca karanlık köy yolunun sonunda…

İçi içine sığmaz, almıştır cevabını gül dudaklardan…

Yüreğinde bir türkü, yürür koşar gibi annesine haber salmaya…

“Geceyi sana yazdım, sızımı sana

Tutuldum, küsen sesine, tenine tutuldum

Çaktım ateşi sesime, ateşi tenime

Hay aydınlık sana yandım, 

Gülen yüzüne yandım

Yanarım sana”

 

Kız alı al, moru mor, koşar heyecanla, dertlenir annesine…

“Vurulmuşam bir yara

Gözü kaşı kapkara

Çok heyif açıb eşgimi

Ona söylemeye utanıram men”

Yakılır kınalar, kurulur sofralar, serilir çeyizler taaa! aşşağı köyden, yukarı köye…

Söz verir bizim oğlan anasına:

“El üstünde tutacakmış gelin kızı, hele bir de oldu mu baba, sevip, sevip mis gibi basacakmış bağrına!” 

***

Emanet eder gül gibi karısını baba ocağına, kendi de teslim olur asker ocağına.

Ne zaman bir nöbet düşse dağların yamacında, o hiç sevmediği soğuk mu soğuk tüfeği omzunda akar gider nameler yanık bağrında…

“Bir yiğit gurbete gitse,

Gör başına neler gelir

Garip dolayı andıkça

Yaş gözüne dolar gelir”

Bizim gelinin de içi bir cız eder, karnındaki bebeğini eliyle okşayıp,

Açar pencereyi, bir nefes hava çeker:

“Ben ağlarsam ağlayan gülersem gülen

Bütün dertlerime ağlayıp gönlümü bilen

Sanki gönlümü bilerek yüzüme gülen

Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen”

***

Hayali kahramanlarımın hayali hikâyeleri.

Uzar gider istersem elbet ama devamını size bırakıyorum.

Haydi durmayın eşlik edin bana!

Söyleyin nasıl isterseniz bitsin bu hikâyenin sonu da!

Bizim oğlan şehit mi olsun, gazi mi?

Yoksa bir köy kurucusunu koruyan kahraman mı?

Gelini kaçırsınlar mı, ırzına mı geçsinler?

Mutlu son mu olsun, keder mi?

Ahh! Ah! Yoksa, bizim oğlan, alıp bir yaşındaki kızını koynuna mı bassın?

***

Tüm babaların ve baba adaylarının BABALAR gününü kutluyor, çocuklarıyla ve tüm sevdikleriyle birlikte sağlıklı ve sevgi dolu diyaloglar içinde olmalarını arzu ediyor…

Aramızdan vefat ederek ayrılan, şehit düşen tüm babalara da rahmet dualarımı gönderiyorum.

 

İçTen

ictenicten@hotmail.com

 

Tüm Yazıları»

 

İçten Külünk / Bizim Anadolu / 21 Haziran 2020

Şu yazı ve haberlerle de ilgilenebilirsiniz:

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...