Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu?
Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu kazandı? Bence ülke kazanmalı…..
Gitmedim ve izlemedim de. Sadece ulusal yazılı basından edindiğim izlenimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
Kılıçdaroğlu, son dakika kararı ile Yenikapı’daki ‘Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ne koşullu katılacağını söyledi. Koşullarından biri; alanda dev bir Atatürk posteri olması ve bundan daha büyük bir afiş ya da posterin yer almaması idi. Koşulunun ikincisi; protokol, konuşma süreleriyle ilgili hassasiyeti idi.
Atatürk’ün devasa posteri asıldı, fakat yanına aynı ebatta bir R.T.Erdoğan posteri ile… Konuşma sürelerindeki hassasiyeti ise hiç dikkate alınmadı…
Dikkate alınmamasının ötesinde kürsüye davet edilirken sunucu adeta ‘burada ne işin var dercesine’, “CHP Genel Başkanı sayın Kılıçdaroğlu hitap edecek…” diye anons ediverdi. Fakat R.T. Erdoğan davet edilirken, dakikalarca tanıtım nöbetiyle; Erdoğan’ın ne başkomutanlığını bıraktı, ne kahramanlığını… Kurtuluş Savaşı başkomutanı ve kahramanlığı da neymiş?! Adeta asrımızın gezegenler arası bilimkurgu kahramanı gibi anons ederek kürsüye davet etti. Aslında kürsüye davet edilen R.T.Erdoğan’ın tek adamlığı bütününde Başkanlık sistemi idi. Karanlığın Gülen yüzü Feto’nun yarattığı ve FETÖ aracılığıyla, örselenmiş Laik Demokratik Cumhuriyet’i tümden yıkarak, İslam Cumhuriyeti’ni ikame etme amaçlı darbesi adeta siyasi ranta dönüştürülen bir süreç izledik.
“Bu süreç sonunda kim kazandı?” sorusunu birileri maç skoru gibi tanımlayarak, Erdoğan’ın fark attığı şeklinde yanıtladı.
Bence; böylesi ulusal öneme sahip bir olguyu televole kültürünü besleyen eğlence merkezlerindeki magazinsel sahne organizasyonuna dönüştürmek, şımarıklıkla harmanlanmış görgüsüzlüğün dik alası idi ve devlet ciddiyetine asla bağdaşmıyordu.
Bu işletilen süreçle, her koşulda R.T.Erdoğan puanlarla şampiyonluğa koşuyor dese de, ben Kılıçdaroğlu’nun puan ve prestij erezyonuna uğradığını sanmıyorum…, Ne yani; bu sahne benim istediğim gibi düzenlenmemiş, bu arenaya ben oynayamam diyerek alanı mı terk etmeliydi? Aksine, birilerini itici kültürleri ile baş başa bırakarak, kürsüye çıktı ve konuşmasını yaptı.
Sıraladığı, demokrasi ve Laik Demokratik Cumhuriyet ve kendini gösteren askeri faşizm ve de ufukta kendini gösteren sivil dikta konusundaki endişelerini içeren koşullarını, salt başlıklarla bırakmamalı, altını doldurmalıydı. Evet haklısınız, o kadar süre verirler mi idi? Vermezlerdi, ama hazırladığın doyurucu metni (Yenikapı manifestosu deniyor*), yazılı ve görsel basına ve de halka vererek, onları Başkanlık sistemi hezeyanı ile baş başa bırakabilirdin. En azından; “Camiye, kışlaya, adliyeye siyaseti sokmayalım. Yapacağımız ilk iş camide siyaset olmayacak, adliyede siyaset olmayacak, kışlada siyaset olmayacak. Adalet arıyorsak, onları başka bir yerde aramamız lazım. Bizim soylu bir anlaşmaya ihtiyacımız var. Bizim milleti kardeş kılma gibi bir görevimiz var…” tümcesindeki özneleri olmasa da, işletilen süreci tanımlayarak özneyi işaret edebilirdin. Biliyorsun ki, paralel dışında paralelleştiren özne es geçiliyor ve sürekli aklanıyor.
En önemlisi; “Yenikapı Demokrasi ve Şehitler Mitingi” adını; “Laik Demokratik Cumhuriyet, demokrasi, özgür düşünce ve şehitlerimiz mitingi” şeklinde değiştirtebilirdin…
Gerçekten ben nöbetlerimle demokrasiyi mi bekliyorum, yoksa tek adam olmaya çalışanı mı?
İstenmeyen gazetecilerin alandan kovulduğu miting ne kadar demokrasi mitingi olur ki?
Gerçekten dayanışmaya ve birlik olmaya gereksinimiz var, çünkü; FETÖ, PKK ve Düşman sınırları ile örülü bir tehlike sarmalı içindeyiz. Bunun için birlik olma zamanı, ama tek adamlık için bu kadar da tek taraflılık olmaz ki…
Bazen kendi kendime soruyorum; “Askeri diktaya karşı Demokrasi nöbetim, ‘demokrasi amaçlarımın aracı diyenlerin kurguladığı ’ sivil dikta nöbeti mi ?” diye. Size de oluyor mu?
* 1- Camiye, kışlaya, adliyeye siyaset sokmayalım.
2- Siyasette özeleştiri yapmalıyız. Bizim soylu bir uzlaşmaya ihtiyacımız var. Geçmişi iyi tahlil etmek gerekiyor. Tarihi tekerrür ettirmemeliyiz.
3- Devletin inşasında liyakat sistemini esas almalıyız.
4- Her şartta demokrasiye sahip çıkmalıyız.
5- Milletin iradesi üzerindeki her türlü gölgeye son vermeliyiz.
6- Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip çıkmalıyız.
7- Parlamenter sistemi güçlendirmek zorundayız. 15 Temmuz akşamı TBMM dik durarak parlamentoyu terk etmedi. Kurtuluş Savaşı’nı nasıl yönettiyse bir darbeyi püskürttü.
8- Medyanın özgürlüğü.
9- Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı. FETÖ ordunu içinde yuvalandı, yargının, devletin her kademesinde yuvalandı. Biz buna daha önce F Tipi örgütlenme diyorduk. Şimdi FETÖ deniyor. Yargıyı mahkemede tecelli edeceğiz. Bir hakim Pensilvanya’dan talimatla hareket ediyorsa o hakim hakim değildir.
10- Laikliğin ne kadar önemli olduğunu gördük.
11- Demokrasinin güçlenmesine sadece bugün için değil, gelecekte de katkı vermek zorundayız. Mutlaka ama mutlaka sorgulayan bir eğitim sistemini hayata geçirmemiz gerekir.
12- FETÖ’yü biliyorsunuz artık bütün dünya biliyor. Bu örgüt geçmişte Balyoz, Ergenekon… Hiçbir günahı olmayan pek çok subayımızı hapse attılar. O dönem en çok itiraz eden bizdik. Şimdi onların tamamının kumpas olduğu ortaya çıktı. O zaman bir devlet adalet üzerinde büyür. Bir devlet adalet üzerinde devlet olur. Buradan bir çağrı yapıyorum, geçmişin mağdurlarına haklarını, itibarlarını iade edelim.
Devlet haksızlıklarla mücadele ederken hukukun dışına çıkmamalıdır. İçimizden bir kişinin bile emeği, eseri ziyan olduğunda bu tüm Türkiye’nin ortak kaybıdır. Bir kişi bile haksızlığa uğradığında bu tüm Türkiye’nin kaybıdır. Ülkemizi yeniden inşa ederken yeni mağduriyetler yaratmamalıyız. Devlet adalet üzerinde yükselmek zorundadır.
Şevket Çorbacıoğlu / Bizim Anadolu / 08 / 08 / 2016
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…