Bana yazmam konusunda en büyük katkıyı veren değerli büyüğüm Sayan Sami Karaören de ışıklara yürüdü ışıklar saçarak…
Sami bey; Cumhuriyet gazetesinde yazı işleri müdürü ve sonrasında da ikinci sayfasını yönetmiş makaleler redaktörü idi. Dil üstadı bir değerdi ve edebiyat üzerine yazılar yazardı. 1962’de Türk Dil Kurumu Gazetecilik ve Dil Ödülünü alan kimlik. Dil bilgisi kurallarında çok hassastı.
O, düşündüren bir değer olarak “Düşündürenlerin efendisi idi”…
Sami ağabeyle ilk tanışmam aslında 1973’te olmuş, fakat benim bundan haberim yoktu.
Kendisini tanımam 1990’nın başında oldu.
1991’e dek dek sesli düşünür, haklı olsam da düşüncelerimle insanları düşündürmez düşürür, kırardım. Ta ki sayın Sami Karaören (1924)’i tanıyıncaya dek:
1972 üniversite sınavı sonrası Aksaray Fındıkzade Ticaret Yüksek Okulu’na ön kaydımı yaptırdım. Hani Cumhurbaşkanının aynı yıl kayıt olduğunu söylediği okula. Ben 1.5 ay süresince her gün Karadenizli Güneş grupla okuldaydım; ne hikmetse Cumhurbaşkanına rastlamadım. Aslında rastlamalıydım. Neden mi? Nedeni Karadenizli her düşünce sahibi gencin bu grupla iç içe olması idi. Sonrasında bazı düşünce farklılıkları nedeniyle birkaç arkadaş gruptan ayrıldık.
Süreç içinden okuldan da ayrılınca; Samsun’a dönüp sınavlara hazırlanmaya başladım. Fen’e ağırlık vermeye başladım, çünkü Fen ortalama puanı belirleyen bölümdü. Sınavlara hazırlanmaya başladım, Fizik öğretmenimiz Vedat Korkmaz’ın arkadaşlarıyla açtığı “Arı dersanesi”’ne kurslara katılarak.
Ve sınav için ikinci kez İstanbul’daydım.
Cumhuriyet’te 17 Nisan 1973: “Üniversite kapılarında sefilleri oynadık” başlığıyla okur köşesinde yazdığım ilk yazımın, küçük bir öyküsü:
Sınavlara girmiş, Samsun’a dönüyorum. Harem’de moladayız. Aldığım gazetelerde sınavların iptal edildiğini okuyunca resmen travma geçirdim, çünkü sınavım iyi geçmişti ve o sınav iptal edilmişti, soru hısızlığı nedeniyle. Bir ay sonra tekrar sınava girdim. Sınav kötü geçince kaleme sarılıp yazımı Sami Karaören’e gönderişimin ve yaşadıklarımın protest yazısı bu ilk yazı oldu.
Doğrusu sınav yaşanmışlığım bir öyküdür, hem de düşündürücü, çünkü 490 fen puanı almış Sosyal puanımı düşürmüşüm. Olacak iş değildi; çünkü sosyal puandan çok umutluydum. Umutluydum çünkü Sosyal bir önceki sınavdan çok iyi geçmişti. Bu benim için sevindirici, sevindirici olduğu kadar düşündürücüydü de. Fen puanımın yüksek, sosyal puanımın düşük gelmesi nedeniyle ortalama puanım 272’de kalmıştı. Çok istediğim Hukuk’u değil, Mühendisliği seçmek zorunda kalmıştım. Dendi ki, ilk sınavın yanıtları gönderildi. İyi de neden tekrar sınav yapıldı!!??.. İkinci sınav sonrası bu ortalama ile ilk ön kaydımı Dil Tarih Tiyatro bölümü, ardında Ankara yüksek fen puanıyla da Dişçiliğe kaydımı yaptırmış, sonrasında da Mühendislik’te karar kıldım.
ADMMA (Gazi Üniversitesi) öğrencisiydim, artık. Akşam bölümünü seçmiştim. Zamanım çoktu, bir yandan iş arıyorum bir yandan da çevreme solu anlatmaya çalışıyordum, çünkü Samsun TİP İl Sekreteri ve GES-İŞ Başkanı babamın etkisiyle bildiğim kadar çevreme solu aktarıyordum. Fakat agresif tonda bilgi aktarırken yarısını da yere döküyordum.
Yıllar geçti, çok ortodoks bir sol savunucusu olarak, düşüncelerimi ifade etmem insanları ikna edemiyor, insanlara gına getirtiyordum, yani kırıyordum.
Ta ki değerli insan Sami Karaören’i 199O’da tanıyıncaya dek:
20 Ekim 1990 günlü Cumhuriyet’in “Tartışma” köşesinde “SHP’de iyileşme süreci” başlıklı yazım yer aldı. Ardından Oktay Akbal’ın yazmadıği günlerde “Arada bir” olarak düzenlenen köşesinde “SHP’de Çağdaş Yapılaşma” başlıklı yazım ve sonrası nice-nice yazılar… Artık sesli değil, sessiz ama sesli düşüncelerimden çok daha etkin sürecim başlamıştı.
Sami amcayla zaman-zaman telefonla görüşürdük. Yazılarımı beğenip beğenmediğini bilmiyorum, fakat şu söyledikleri ‘yazmam konusunda’ bende tetikleyici bir güç oldu: “Devirmeksizin uzun cümle kurup okunur kılma yeteneğin, bravo. Yazmayı bırakma, sadece siyaseti değil ülkeyi de gez, gör ve ayak tabanının altındaki coğrafyayı yaz, mesleğini de yaz, öyküler, hatta romanlar dene.”
O benim için Cumhuriyet gazetesinin eski yazı işleri müdürü değil, O Atatürk’ün evrensel kurtuluş felsefesine, Cumhuriyet’e ve insana sevdalı bir kimlik zengini idi. Kızını erken kaybedince hüzünlü bir zamana girdi. Her arayışımdaki o insana cesaret veren ses tonu, sevecen ve de babacan seslenişi, ille de içten teşekkürü hâlâ bir ders olarak kulaklarımda ve daima yaşayacaktır.
Aşırı hoşgörü yüklü, ışık ve sevgi saçan, dik duruşlu evrensel kimlikti. Ruhun şad yerin ışıklar sevenlerinin başı sağ olsun. Sen sadece benim için değil, insan olan herkes için hep yaşayacaksın.
Ben seyyar ve özgür solcuyum, hiç parti kapısında beklemedim, lider erkine tapınmadım; milletvekili değil, hep milletin vekili kaldım, düşüncelerimin kapısında bekleyerek…
Bu ilkeyi de Sami Karaören ve babam Nihat Çorbacıoğlu’ndan edindim.
Güle-güle hocam!..
Şevket Çorbacıoğlu / Bizim Anadolu / 15 Nisan 2022