Devlet Üzerine (XXIV):
Devlet Üzerine (XXIV): Kapitalizmin K’si…
Ortaçağın sonlarından itibaren, kamu kredisi gereksinmesi, büyük Devlet’lerin oluşumu için bir zorunluluk olmaya başladı. Gerek askerî hizmetler, gerekse diplomatik ve malî hizmetler giderek büyümekte idi.
1550’lere gelindiğinde, bugünkü Almanya’nın Augsbourg ve Nüremberg kentlerinde, Tucher ve Imhof’lar gibi ‘evler’ önemli finansal güçler olmaya başlamışlardı. Öte yandan Alman bankacıları, örneğin Kleberg, Fransa’nın Lyon kentinin en önde gelen kişilerinden biri olmuştu.
Ne ki, % 50 varan faiz oranlarıyla, örneğin kent fuarları için alınan krediler, sezonluk olup, henüz ‘sürekli’ ya da ‘sürdürülebilir’ ekonomik etkinliklerden sayılmayabilirdi.
Belçika’da Anvers Borsa’sının girişinde, “Tüm ülkelerin tüccarları”, ‘birleşiniz’e benzer biçimde,… “Tüm ülkelerin tüccarlarına açıktır” yazıyordu (1531).
En önemli ‘ekonomik olgu’ ise ‘kur ve faiz haddi’nin artık borsada belirleniyor olmasıydı. Bu da ‘kamu kredileri’ açısından çok önemli bir ‘değişim’ demekti.
O nedenle, başta İtalyanlar olmak üzere, tüm kamu yöneticileri için, çok etmenli borsa hareketlerini çözümleyebilmek ancak gerçek bir ‘bilim’in kurulmasını gerektirecekti.
‘Askeriye’, ‘Tıbbiye’ ve ‘Maliye’nin en önemli ‘kurumlar’ olarak ortaya çıkmasının, Osmanlı padişahlarının ‘öngörüsü’nden değil ama, güncel yaşamın ‘dayatmaları’ndan kaynaklandığı böylece daha kolay anlaşılır olmaktadır.
‘Modern Devlet’in, ‘kurucu kurumları’ da denilebilir.
Geçerken belirtilmesinde yarar var; bu üç kurumdan hiçbiri, devletin ‘yozlaşması’na ‘Maliye’nin, aynı kökten gelen ‘finans’ın denetimine girmesi kadar katkı yapmamıştır. Şöyle de söylenebilir; ‘maliye’ gitmiş ‘devlet’ bitmiştir. İzleyen dönemlerde ise, görüleceği üzere, ‘devlet’ler ‘finans’ın denetim ve hizmetinde birer ‘araç’ konumuna düşeceklerdir.
Finans, Borsa ve Banka
XVIInci yüzyılın sonlarına doğru telegrafın keşfiyle birlikte, ticari işlemler ‘devletlerarası’ bir boyut kazansa bile, borsa, ‘yerel’ ve ‘ayrıcalıklı’ özelliğini henüz yitirmemiş olacaktı.
Ticari şirketler ise ‘tekel’ olup, o günkü dille, (des Indes- India) takısı almalarının Hindistan’la bir ilişiği bulunmuyordu. India, zaten tekel demekti. Sözgelimi, 1602’den başlayarak iki yüzyıl boyunca dünya kapitalizminin devleri arasında yeralan VOC, [Compagny Néerlandaise des Indes Orientales (Vereenigde Oost-Indische Compagnie)], Wikipédia’da yazıldığı gibi ‘Doğu Hindistan’ı değil, doğrudan ‘Doğu Tekeli’ anlamında kullanılmaktaydı.
Bu ‘ticaret tekeli’ firmaları ve o arada Devlet’lerin finans gereksinmeleri ‘banka’ların gelişmesini zorluyordu. Ne ki, bankalar henüz ‘Depo bankacılığı’ aşamasında idiler. Bununla birlikte, soylulara yakışmadığı bilindiğinden, soylular da önce tüccarlar aracılığıyla birikimklerini bankalarda değerlendirmeye başladılar.
Bu tutum, ‘değer yargısı’ ya da denildiği üzere bir ‘zihniyet’ değişimine yol açtı.
Hatta ‘kapitalist ahlâk’ yerleşmeye başladı denilebilir.
Ne var ki, üretimde, ne tam anlamıyla ‘manüfaktür’ ve ne de onunla doğrudan ilişkili olan ‘ölçek ekonomisi’nden henüz sözedilebilecek durumda değildi.
İngiltere’de 1688’den sonra gerek Royal Navy’nin gemi yapım ve tekniklerindeki atılımları ve gerekse Lloyds Coffee House’un denizaşırı sigortacılık girişimleri, kuşkusuz bir tür ‘liberalizm’ olarak değerlendirilebilir.
Ancak, bugün olduğu gibi, o dönemde de ‘tek tip’ liberalizmden çok, ülkesine göre belirli ‘renk’ ya da ‘ton’lardan sözedilebilecekti.
Ülkesine Göre Gelişim
Örneğin Portekiz ve İspanyolların, salt altın ve gümüş birikimine yönelik çabaları, Bullionisme olarak adalandırılmakta ve bu ‘değerli maden’lerin birikiminden ‘kapitalizm’e geçiş sözkonusu olmamaktadır.
Evet, bu değerli metallerin ‘değişim aracı’ olarak çok önemli işlevleri olabilirdi ama, o işlevlerden yararlanmak koşuluyla.. Çünkü, bir başlarına ne altın ne gümüş ve ne de uranyum, bir ‘değer ölçüsü’ değildirler.
Fransa’da, Devlet, hem ticaret ve hem de sanayide, ‘öncü’ rolü üstlenmişti. O nedenle de 1665-1683 döneminde ‘maliye müfettişi, Devlet ve Denizcilik Bakanı olan Jean-Baptiste Colbert’in çabaları kendi adıyla yani Kolbertizm olarak anılmaktadır.
Hollanda ve İngiltere ise, ülkelerinin zenginliğini salt ‘dış ticaret’te gören ve Kommersializm diye anılan bir yolu benimsemişlerdi.
Alman Devletçikleri ise, Devlet’in doğrudan ‘yüklenici’ olmasını isteyen ve Kameralizm diye adalandırılan bir yolla gelişmelerini sürdürmekteydiler.
Bu özellikler, şu ya da bu biçimde, ülkelerin uzun yıllar sonraki tutumlarında da gözlemlenebilmektedir.
O arada, Türkiye’de İttihat ve Terakki partisinin gorüşleriyle Kolbertizm arasında bir benzerlikten sözedilebilir. Değil mi ki, onların sloganı da, ‘Düzen ve İlerleme’ idi (Ordres et Progrès).
Sonuç olarak, kapitalizmin, kendisinden önceki ‘üretim biçimi’nden ‘kapitalist üretim biçimi’ne geçişi, ülke ve Devlet’ine göre farklılar göstermekte olup; gerek pür liberal ve gerekse pür Devletçi bir ‘üretim biçimi’nden sözetmenin olanağı yoktur, denilebilir.
Ve her Devlet, ‘kendine özgü’ bir hız ya da yavaşlıkla ‘kapitalizm yolu’nda ilerlemiş olup, günümüzde de yoluna devam etmektedir.
Burada, söylemeden geçilmeyecek bir şey varsa, o da, ‘kapitalist üretim biçimi’nin insanlık için ne en ‘adil’, ne en ‘üretken’, ne de ‘kaçınılmaz’ olduğudur.
İlk İngiliz ‘ekonomi bilim adamı’: Thomas Gresham (1519-1579)
‘Ekonomiye Giriş’ dersleri, hem basit ve hem de ‘para’, dolayısıyla ekonominin ‘özü’, ile ilgili olduğu için ‘Gresham Yasası’ ile başlatılır: Kötü para iyi parayı kovar.
O zaman biz de, henüz ‘devlet’e ilişkin bir ‘tez’ ileri sürmemişken, ‘ekonomi politik’le ilgili ilk tezimizi ileri sürebiliriz: ‘İngiliz ekonomi politiği’, başlangıcından buyana, yalan ve özellikle de ‘dolan’a dayanmaktadır.
Yukarıda sözü edilen, ‘zihniyet’ değişimi, en çok bu son alanda ‘ilerleme’ kaydetmiştir denilebilir.
Üstelik, bu savımızı kanıtlamak Gresham’ın ‘yasa’sı kadar basittir.
1° Bu yasayı Gresham’dan önce, Polonya asıllı Alman astronom Nicolas Kopernik bulmuş olmasına karşın Gresham’a maledilmiştir.
2° Gresham, bilim adamı değil baba ve amcası gibi ‘tüccar’dır.
3° Baba Richard Gresham, kral VIInci Henri’nin, yabancı tüccarlarla olan ilişkilerinde ‘pazarlık’ işlerini yürüttüğü için ‘soyluluk’ ünvanını almıştır.
4° Thomas Gresham, 24 yaşında, İngiltere’nin ilk ‘ticaret evi’ olan Mercery Company’e üye olmuştur. (1543)
5° Mercery Compagny, bugün dünyanın en büyük ‘finans’ merkezlerinden olan London City’nin ilk ve temel kuruluşudur.
6° Thomas Gresham, 1543 yılından itibaren, babasının işlerini ‘kendi adına’ yönetmek üzere, o günlerde Hollanda’ya ait olan Anvers kentin’e yerleşmiş; hem kendi adına ve hem de Kral Édouard VI ve onun üvey kız kardeşi Kraliçe Élisabeth I adına çalışmıştır.
7° 1551 yılında, Hollanda kralı adına çalışan William Dansell, İngiliz kralının ‘menkul değerleri’nin ve İngiltere Sterlini’nin olağanüstü düşmesine neden olmuş; çare için Gresham’ın görüşlerine başvurulmuştur.
8° Thomas Gresham, Sterlin’in değerini yükseltmek için, lütfen dikkat, tamamen keyfî ve o kadar haksız ama oldukça ‘ince’ (très ingénisieuse, bien qu’assez arbitraires et injustes) bir yol önermiş ve böylece ‘İngiliz Sterlin’i kurtulmuştur.
9° O gün bugündür, (2016- 1550= 466 yıl), ‘Ekonomi politik’ ve özellikle de ‘İngiliz ekonomi politiği’, ince ama tamamen keyfi ve o kadar haksız ‘uygulamalar’ın ‘bilimi’ olmuştur.
10° Her sabah televizyonlarda izlenen ve gazetelerde yinelenen, ‘Dolar indi altın kalktı’ haberleri, doğdukları günden buyana ince bir oyun olarak oynanıp, tamamen keyfî ve o kadar haksız uygulamaların ‘sürdürülebilirlilik’lerinden başkası olmamıştır.
11° Burada ileri sürülen ‘tez’lere, başta Nobel olmak üzere, Altın Portakal ve ‘Gümüş İbrik’ ödüllüler dahil, hiçbir iyi ‘ekonomi politikçi’ karşı çıkamaz; karşı çıkanların da berat ve diplomaları ‘keenlem yekûn’dür. Çünkü bugün, ‘kötü ekonomistler’ ‘iyi ekonomistleri’ kovmuş ve ‘piyasa”ya egemen olmuşlardır.
Bundan sonraki bölümlerde, kapitalizmin, başta Fransa olmak üzere, İngiltere, Almanya, Hollanda, İtalya ve Amerika’daki gelişmelerine değinecek, okuyucuyu bunaltmamak için bolca ‘tez’ ileri sürmemeye özen göstererek, özetlemeye çalışacağız.
Ve özellikle ‘kapitalizmin gelişmesi’ ile ‘devletin biçimlenişi’ arasındaki sıkı ve doğrudan ilişkiyi ortaya koymaya çalışacağız.
Anlatılanların ‘tarihsel bir öykü’ olmayıp, okuyucuların kendilerinin hem de güncel ‘Tarih’leri olduğunu göreceklerinden kuşkumuz yok.
Habip Hamza Erdem
Görüşler / Bizim Anadolu / 28 Ocak 2016
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…