Çürük binaları değil, çürük bina yapanları onlar… bir boğaz yetmedi Kanal İstanbul ile ikinci Boğaz yaratıyoruz…
Çürük binaları değil, çürük bina yapanları onlar – deprem toplanma alanlarını açarak dolar toplama alanlarına dönüştürdü onlar – ne zaman kırılacağı belirsiz adeta fay katarlarıyla dolu deprem köprüsü ülkemi rant köprüsüne dönüştürdü onlar-bir boğaz yetmedi Kanal İstanbul ile ikinci Boğaz yaratıyoruz…
Depremi depremlerde tartışma; sürekli tartış ve öncesi ve sonrası kalıcı önlem geliştir, bu nedenle her deprem ve felaketin yıldönümünde 23 yıl önce hazırladığım “Deprem Manifestom”’u yayınlayacağım; belki yetkililer ilgilenir diye…
Evet; deprem öncesi ve sonrası kalıcı önlemimiz yok. Nasıl kalıcı önlem alalım ki!? Biz değil miyiz; deprem fonunu siyasi rantı için duble yollarda harcayan ve de deprem toplama alanlarını yapılaşmaya açan!!!!
“İzmir ve Ege’de 30 Ekim 2020 günü saat 14.51’de 6.9 şiddetinde büyük deprem asla son deprem değildir” demiştim; olmadığı Adapazarı’nda 6 şiddetindeki sarsıntı bunu gösterdi. Tüm isteğimiz bu son depreminin şiddetinin, yani yıkım, yaralı ve ölüm sayısının artmaması. Merkezi iki ilgili kurum farklı şiddet belirlemeleriyle evrensel tehlike depreme ne denli ciddiyetle baktıklarının göstergesi… Eeee, TÜBİTAK’ın başına hayvanat bahçesi müdürünü getirenleriz biz…
Deprem her kendini gösterdiğinde güncellemeyi bir görev biliyorum; çünkü; hazırladığım deprem manifestosunun, yetkililerin depreme olan duyarsızlığını gidermek adına günde üç kez alması gereken ilaç gibi olduğunu düşünüyorum.
Evet; bu manifestoyu her depremde yazmayı sürdüreceğim.
17 Ağustos 1999’da yaşadığımız ve 12 Kasım 1999’da devam eden yüzyılın en büyük felaketinden bu yana 14 yıl geçti. Önlemler yeterli mi? Değil tabii! Eğer kalıcı önlemlerle depremin acımasızlığını yok etmek istiyorsak, mühendislik andı ve etiğine bağlı kalma koşuluyla siyasi ve ekonomik getirimi (rant) dışlayacak, aşağıdaki önlemler sürecini evrensel bir gereklilik olarak görmemiz gerekmektedir.
Bugün TMMOB’yi siyasi ve ekonomik getirimlerine eklemlendirmek için güçsüzleştirmeye çalışan, deprem öncesi ve sonrası için kalıcı önlem geliştirmeyen ‘cepsel dönüşümcülere’ önerimdir:
Sayın okuyucu, sayın yetkili;
Sürekli depremi depremlerde, yangını yangınlarda tartışıyoruz; deprem öncesi ve sonrası kalıcı önlemlerimiz yok. En azından “Deprem Manifestosu” yaşama geçirilmeli idi.
2017’de 5’in üzerinde şiddetle sallanan Çanakkale, son olarak 6 Şubat 2017 günü 5.3 deprem şiddetiyle sarsılınca; “Çanakkale depremi Marmara depremini tetikler mi” tartışması başlatıldı. Yani depremi yine depremde tartışmaya başladık; öncesi ve sonrası önlem almadığımız için, şimdi İzmir depremi için bu süreci işleteceğiz…
Şu bir gerçek ki, hiçbir üstün teknoloji ve bilimsel bulgu ve de yönetim biçimi deprem büyüklüğünü önleyemez; ancak depremin şiddetini azaltabilir (Yıkımları ve ölümleri).
Hiç değilse Türkiye’min bu bağlamda bir “Deprem Manifestosu” olmalıydı.
İşte, hazırladığım ‘genişletilebilir’; “Deprem Manifestosu”:
“Deprem Manifestosu”’nu ilk 2000 yılında kaleme aldım. Deprem her kendini gösterdiğinde güncellemeyi bir görev biliyorum; çünkü, hazırladığım deprem manifestosunu yetkililerin depreme olan duyarsızlığını gidermek adına günde üç kez alması gereken bir ilaç gibi olduğunu düşünüyorum. Bu ilacımın, dozajı artırılabilir.
Artırılması için de ilgili bakanlığa bir yazı yazdım.
Özellikle, yazıyı sürekli merkezi ve yerel yetkililere ulaştırmaya çalıştım.
Yazı ulaşmış olacak ki, sayın Faruk Özak’ın başında olduğu ‘Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na bağlı, Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nden 18 Aralık 2006 tarih ve B.09.0.AİŞ.0.15.00.07/084 sayı ve 22213 çıkış numarasıyla, Bakan adına Genel Müdür Mustafa Taymaz imzasıyla yanıt geldi:
“İlgi yazı ekinde gönderilen makalede, deprem öncesi ve sonrası alınması gereken önlemler maddeler halinde verilerek Sayın Bakanımızın dikkatine sunulmuştur.
Yazınız ekinde bahsedilen konulardan birçoğu Bakanlığımızın çalışmaları kapsamında yer almaktadır. Çeşitli kurum, kuruluş ve şahıslardan bu tür görüşler Bakanlığımıza bağlı birimler tarafından incelenerek değerlendirilmektedir.
Bilgilerinizi rica ederim.”
Yanıt düşündürücü idi.
‘Önlemler dizgesinin’ özellikle 3, 4 ve 6. maddelerin dikkate alınmasını istemiştim.
O maddelerdeki önerilerin içeriği şöyle idi: Başta İstanbul olmak üzere, Fay alanlarındaki tüm kent yapıların güçlendirilmesini, fay alanlarındaki sıvılaşmaya uygun (ovalar) bölgelerin sanayi ve konut yapılarına kapatılmasını, Türkiye genelindeki kırsal fay alanları üzerinde var olan 2 milyona aşkın yapıların yıkılarak, yerine yılda 50 bin depreme dayanıklı prefabrik yapıların inşa edilmesiyle 30 yılda tamamlanması, Türkiye genelinde geleneksel yapı teknolojinin terk edilerek, yerine endüstriyel yapı teknolojisine geçilmesi ve bu konuda yapımcı firmalara teknoloji aktarımında kolaylıklar sağlanması…
Bana verilen yanıt anlaşılacağı gibi; hükümetin bu olguyu çok önceden dikkate aldığını, akla gereksinimleri olmadıklarını işaret eden bir sitemkâr içerikte.
Madem, yazımın ekinde bahsedilen konulardan birçoğu Bakanlığınızın çalışmaları kapsamında yer almakta idi, neden son Van depreminde sözünü ettiğim sorunlar tekrar karşımıza çıktı?
Evet; Van-Erciş depremi gösterdi ki, bana yazılanların hiçbiri doğru ve inandırıcı değilmiş. Çünkü, deprem vergisi adı altında toplanan ‘iyileştirme paraları’ başka alanlara harcanmıştı.
İnandırıcı ve doğru olmadığını gösteren en belirgin kanıt, Van deprem sonrası; “Meclis’e en geç bir ay içinde sevk edilmesini planladığımız düzenleme ile 10 yılda 5 milyon ev yenilenecek.” açıklamasıdır.
Van deprem felaketinin ardından, ‘eleştiriye açık’ bilinen duruşlar tekrar edilmeye başlandı.
Kesinlikle depremzedelere yardım içeren insanı boyutu eleştirmem, çünkü yardım olgusunun içinde olan biriyim. Benim eleştirim, deprem öncesi ve sonrası kalıcı önlemleri yıllardır yaşama geçirmeyen yetkili ve sorumluluk boyutudur.
Evet; bu manifestoyu inadına ‘o büyük felaketin yıldönümü olan 17 Ağustos’ta yazmayı sürdürdüm.
17 Ağustos 1999’da yaşadığımız ve 12 Kasım 1999’da devam eden yüzyılın en büyük felaketinden bu yana 14 yıl geçti. Önlemler yeterli mi? Değil tabii! Eğer kalıcı önlemlerle depremin acımasızlığını yok etmek istiyorsak, mühendislik andı ve etiğine bağlı kalma koşuluyla siyasi ve ekonomik getirimi (rant) dışlayacak, aşağıdaki önlemler sürecini evrensel bir gereklilik olarak görmemiz gerekmektedir.
Düşünün; kentsel dönüşümü başlatan 6306 sayılı afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun ancak 31 Mayıs 2012’de yürürlüğe girdi. Üzülerek belirteyim ki yine dönüşen bir şey yok. Yıl 2015’in 19 Ağustosu; siyasi ve ekonomik rant adına belli bölgelerde yoğunlaştırılmış ‘Kentsel Dönüşüm’ çalışmaları hâlâ riskli alanlara kaydırılmış değil. Türkiye’deki toplu konut stokunun yalnızca % 5’ini gerçekleştirebilen 13 yıllık iktidarın başarılı bir kentsel dönüşüm için üretmesi gereken yıllık 334 birimi yıkıp yeniden yapmasını bekleyebilir misiniz?! Deprem anında kullanılması gereken acil geçiş yollarını otoparka dönüştüren mantıktan ne beklenir ki!?
Bugün TMMOB’yi siyasi ve ekonomik getirimlerine eklemlendirmek için güçsüzleştirmeye çalışan, deprem öncesi ve sonrası için kalıcı önlem geliştirmeyen ‘kentsel-cepsel dönüşümcülere’ önerimdir:
1- 12 Kasım “Depremi Unutmama ve Doğal Afet Günü” ilan edilmelidir. Bu bağlamdaki etkinlikler yoğunlaştırılarak eğitimin yaygınlığı konusunda duyarlı davranılmalıdır.
2- Duyarlı ülkeler örneğinde olduğu gibi fay alanlarında arsa üretimi rasyonel mühendislik bilimi doğrultusunda işletilerek doğana (insana) ve doğaya öncelik tanıyan yapı sürecine dönüştürülmelidir.
3- Geleneksel yapı teknolojisini terk edip, özellikle tüm fay alanlarında (İng. Zon) endüstriyel yapı teknolojisiyle stabil ve seri üretim sürecine girilerek kalıcı konutlar yaygınlaştırılmalıdır.
Bu bağlamda prefabrik yapı teknolojisinden faydalanılabilir. Böylesi bir üretim süreci ile ilk etapta İzmit, Sakarya ve Yalova çevresi depremzedeler için yerleşime açılabilir. Bu özdeki deprem konutları zamanla tüm fay bölgesinde yaygınlaştırılarak, 30 yılda “yılda elli bin konut üretilerek” Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerindeki yaklaşık 2 milyon kırsal konut yenilenebilir.
Daha net söylemle;
En az monolitik (tek parça) yapılar kadar düktiliteye, yani kırılmadan kalıcı değişim geçirme yeteneğindeki deprem performansı seri üretim süreci başlatılmalıdır. Bu bağlamda, prefabrik yapı teknolojisinden faydalanılabilir. Üretilecek prefabrik konutların deprem dayanımı standartları, şartname ve yönetmeliklerle artırılabilir. Yani prefabrike betonarme sistemlerin hesap esasları ve imalat, montaj kuralları standartlara, şartname ve yönetmeliklere bağlanarak prefabrik yapıların deprem performansı yükseltilebilir
Ve böylelikle, fay hatlarındaki kırsal alanlarda yaygınlaştırılacak ‘özel deprem konutları’ üretim süreci başlatılabilir ve köy evleri bu konutlarla yenilenebilir:
Örneğin;
Türkiye nüfusu…………………………. 75 milyon
% 35’i köy diyelim……………………… 26.250.000 kişi
½’si fay hattında yaşasın………………. 13.125.000 kişi
Her evde 5 kişi yaşasın…………………. 2.625.000 adet ev
20 yılda tamamlanma hedeflense……… 131.250 adet/yıl
Bir evin maliyeti…………………………… 30.000 TL desek
2013 yılı maliyeti………………………….. 3.947.500.000 TL
Yani yılda, 131.250 adet ev üreterek 20 yılda tüm fay hatlarındaki kırsal kesim evlerini yenileyebilirsiniz. Bu süreyi 50 yıla da çıkarabilirsin, önemli olan 1 ve 2. deprem kuşağındaki kırsal evlerin yenilenmesi, yeter ki böylesi üretim Anayasa maddesi gibi işletilsin.
Hatta, Anayasaya konsun; fay hatlarındaki köy evlerinin yenilenmesi.
Bu yetki Afet İşleri Yasası’nda yapılacak değişiklikle merkezi yapının kırsal kesimindeki makine ve donanımıyla güçlü örgütü Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne aktarılabilirdi; fakat böylesi bir devasa kuruluş AKP iktidarınca kapatıldı ve Köydes adıyla siyasi ve ekonomik getiri kurumuna dönüştürüldü.
Ayrıca tüm kent yapılarında üstün yapı teknolojisi yaygınlaştırılmalı. Yapımcı inşa kuruluşlarının teknoloji transferinde kolaylıklar sağlanmalıdır. Bunun getireceği maliyet deprem yıkımlarının getireceği maliyetin çok altında kalacaktır.
4- Fay alanlarındaki tarım bölgeleri kesinlikle sanayi ve konut yapılaşmalarına kapatılmalıdır.
5- Nükleer enerji santralleri aktif fay hatlarından uzak tutulmalıdır. TÜPRAŞ yangınında yetersiz kalan bizler, olası nükleer patlama sonrası belirecek radyoaktif facia karşısında hepten çaresiz kalacağımız gerçeği gözardı edilmemelidir.
6- Günde 80 kaçak konutun inşa edildiği İstanbul varoşları masaya yatırılıp, 1998’de yürürlüğe giren Deprem Yönetmeliği’ne göre, ‘güçlendirme projeleriyle’ iyileştirmeye alınmalıdır. Ayrıca, İzmir varoşlarıyla birlikte Ankara-Demetevler, Karşıyaka çevresi ve tüm kıyı kentlerimizdeki kıyı betonlaşmaları da ivedi iyileştirme sürecine sokulmalıdır.
Özellikle İstanbul bu bağlamda adeta karantinaya alınmalıdır. Bugüne dek (12 Nisan 2014) yapılan çalışmalarda, 1999’dan önce inşa edilen yapılar dikkate alınarak ‘Deprem Risk Haritası’ çıkarılmış ve buna göre en riskli ilçe Güngören olarak saptanmıştır. Sırasıyla, Bahçelievler, Bayrampaşa, Küçükçekmece, Zeytinburnu ve Fatih ise altıncı sırada riskli bölge olarak yer almıştır. Yerel ve merkezi yönetimin bu alanlarda yoğunlaşması gerekir.
Bu sürecin işletilmesinde, ‘Kentsel Dönüşüm’ aldatmacasıyla, ekonomik rant dönüşümü boyutundaki keyfi uygulamalara izin veremezsiniz.
Bilindiği gibi yapsatçı/yapkaççı kentiçi yükleniciler, bu riskli bölgeden çok, getirisi çok olan boğaz çevresindeki bölgelerdeki apartmanlardan daireler satın alıyorlar. Amaç, satın aldığı dairesinden silindirik beton örneği (karot) aldırıyor ve ardından ‘bu bina risklidir raporuyla’ 4 katlı binalar yerine devasa binalar dikme fırsatını yakalıyor. Ve bunu ‘kentsel dönüşüm’ bütününde gerçekleştiriyor. Bunun, yani ‘Zorunlu Kentsel Dönüşümu’ rantsal dönüşüme çeviren böylesi ‘deprem riskinden soyut’ çıkarsal duruşun önün alınmalıdır.
Bunun için de, yapıların depreme karşı güçlendirme yöntemi “Retrofitting (güçlendirme, iyileştirme, onarım” uygulamasına hız kazandırmalıdır. Yıkıp yeniden yapma yerine, bu yöntemi salt konutlarda değil, sanayi, telekomünikasyon, savunma yapılarında ve ulaşım ve taşımayı engellememek adına köprülerde de yaygınlaştırılmalıdır.
7- Kalıcı deprem çekince (risk) fonu oluşturulmalıdır. Yapı malzeme faturalarının binde biri yüklenici hakedişlerinden 6 eşit taksitle tahsil etme koşuluyla ihale bedelinin yüzde 0.5’i yapsatçı yüklenicilerden iskan anında bina maliyeti üzerinden binde biri, arsa ve emlak satış/kiralamalarından binde bir ve meslek odalarında proje vize etme zorunlu hale getirildikten sonra tüm proje vizelerinden proje çizim maliyeti üzerinden yüzde (0.5) paylar fona kaynak olarak aktarılmalıdır. Kısaca, yapım sürecinde etkin olan ve “Beş M” ile formüle edebileceğimiz malzeme-müteahhit-maliyet-mühendis ve mimari yapılar, yani yapım sürecinin tüm aktörleri “fon”un kaynağı haline getirilmelidir.
8- Fay hattı üzerindeki özellikle kırsal kesim ‘kent ve köy’ yerleşimlerinde her beş aileye devlet destekli çadır bulundurma zorunluluğu getirilmelidir. Sığınma olgusuna anlık çözüm getiren bu yaklaşım yaygınlaştırılmalıdır. Bingöl’de halkın çadır için vilayete yaptığı yürüyüş, olgunun gerekliliğini vurgulamaktadır. Toplu konut ve yapsatçı firma sözleşmelerinde böylesi bir zorunluluk aranabilir.
9- 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası’nın uygulanmadığı alanlarda özerk “Proje Denetim Merkezi (Prodem)” uygulamaya konmalıdır. Prodem ilgili merkezi ve yerel yönetim ile meslek odalarının temsilcilerinden oluşturulmalıdır. İşlevi yapım sürecinin, etüt, fizibilite, planlama, proje ve uygulama aşamalarını denetlemek olmalıdır. Prodem, mühendislik birimi doğrultusundaki bu işlevlerini yerine getirebilmek için zemin ve beton laboratuarları ve benzer teknik donanımlara sahip kılınmalıdır.
Eğer 4708 Türkiye genelinde yaygınlaştırılmak isteniyor ise, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın 4708 sayılı ‘Yapı Denetim Yasası’nda değişiklik yapılması çalışmalarında benim ‘Deprem Manifestosu’ çalışmamın ve ilgili Meslek odası TMMOB’nin görüşleri dikkate alınarak hazırlanmalıdır.
Çünkü bugüne dek 19 pilot bölgede uygulanan ve başarısız olunan ‘Yapı Denetim Yasası’ tüm ülke genelinde yaygınlaştırılmak istenmektedir. Bunun için ilgili yasanın kesinlikle iyileştirilmesi gerekmektedir; ilgili üniversitelerin, yerel yönetimlerin, TMMOB’nin ve diğer ilgili meslek odalarıyla birlikte STÖ’nin katkılarıyla.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın 4708 sayılı ‘Yapı Denetim Yasası’nda değişiklik yapılması çalışmalarındaki aksayan yanların yanında TOKİ konumuna yer vermek gerekir.
TOKİ bilindiği gibi devletin değil, iktidarın korumaya aldığı konut firması. Her şeyi özelleştiren iktidar nedense bu kuruluşu özelleştirmemiş ve adeta siyasi ve ekonomik rant kuruluşuna dönüştürmüştür.
İşte 4708 sayılı yasanın iyileştirilmesinde TOKİ denen kuruluşu 4708’in dışında tutulmaktadır. Sadece o değil, yapsatçı yükleniciler ve de Büyükşehir Belediyeye ait toplu konutlar da bunun içinde.
4708 sayalı yasayı tüm ülkeye yaygınlaştırmak isteniyorsa bu yaklaşımının ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Bir diğer olgu; inşaatların uygulama ve denetim sürecinin hizmet bağlamındaki temel aktörleri olan mühendis ve mimarların ücretleri ve özlük hakları ve de bağlı oldukları meslek odalarının (TMMOB ve Bağlı Odalar) hak ve yetkileri en az sorumluluk kadar artırılmalıdır.
Düşük ücret politikaları, düşük üretimi beraberinde getiren en büyük etmendir; kesinlikle yasak edilmelidir.
Bu açıdan, özellikle kontrol mühendisleri (mimarları) ile yapı denetim kuruluşu ve denetim belgesine sahip Mühendis (Mimar) arasındaki sözleşmeler benzer olmalıdır ve bu sözleşmeler ilgili meslek odasınca hazırlanmasına 4708’de yer verilmelidir.
En önemlisi; yasada mimar ve mühendisin sorumlu olduğu metrekare iş yükünün azaltılması için yapı denetim şirketlerine verilen iş miktarı sınırlandırılmalıdır.
Eğer ülke genelinde 4708’i yaygınlaştırmak istiyorsak; Merkez ve İl Yapı Denetim Komisyonlarında TMMOB ve bağlı Odaları kesinlikle temsil edilmelidir.
Mühendis ve Mimarların eğitimi, belgelendirme, cezalandırma ve sicillerinin tutulması bağlı Odalarınca yapılmalıdır.
Yapım sürecinde mühendis ve mimarlarla birlikte sorumluluk üstlenen tüm meslek sahipleri ile tüketicilerin güvencesi olan zorunlu “Yapı Sigortası ve Mesleki Sorumluluk Sigortası” 4708’de dikkate alınmalıdır.
10- Yerel ve merkezi yapıdaki karar alma süreçlerinden dışlanan mühendis/mimar örgütlülüğünü etkin işlevlerle yetkilendirmeli. Yerel yönetim kadrolarında (belediye tüzel idare) mühendis ve mimarlara ağırlık verilmelidir. Özellikle mühendis ve mimarların belediye başkanı olmalarına öncelik tanınmalı.
Mühendis ve mimarların cumhurbaşkanı olduğu ülkemizde niçin vali olamadığının yanıtı aranmalıdır.
11- İlgili meslek odalarınca deprem sempozyumları, seminerleri, panelleri ve özel oturumlar kamuoyu katılımında yaygınlaştırılmalıdır.
12- Broşür, afiş, poster, vb. bilgilendirmelerin dağıtımı sürekli kılınmalıdır.
13- Toplum, televole ve futbol toplumu olmaktan çıkarılıp, afete karşı duyarlı kılmak için; üniversite, merkezi ve yerel yönetim ve ilgili meslek odalarınca sempozyum, seminer, paneller ve özel oturumlarla belli periyotlarda bilgilendirilmelidir. Özellikle ilköğretim okulları ve liselerde, uygulamalı, öğrencileri sıkmayacak ve ürkütmeyecek gösteri içeriğinde etkinlikler düzenlenmelidir.
Depremle ilgili fotoğraf sergileri açılmalıdır.
14- Deprem veritabanı oluşturmalıdır (Kitap, dergi, bildiriler kitabı, haritalar, web siteleri, fotoğraflar, slaytlar, filler, videolar). Bu veritabanı isteyen kesimlerin kullanımına açılmalıdır.
15- İnternet üzerinde deprem sitesi geliştirmelidir. Farklı deprem sitelerine link verilmelidir.
16- “Deprem” konulu bir ders zorunlu hale getirilmelidir. (Depremde ilkyardım, depremin oluşumu vs.).
17- Tüketiciler ev almaları, kiralamaları konularında bilinçlendirilmelidir. Özellikle yapı denetimi konusunda yapı sahipleri, yapı yaptıranlar ve tüketiciler özellikle bilgilendirilmelidirler. İlgili meslek odaları bu konularda eğitici seminerler vermelidir.
18- Amerika’daki Federal Acil Durum Yönetim Kurumu (Federal Emergency Management Agency- FEMA) gibi ülkemizde benzeri yaşama geçirilen “Deprem ve Doğal Afetler Eşgüdüm Kurumu veya, ilgili meslek odaları, merkez ve yerey yönetim ile üniversitelerin katılımıyla oluşturulacak ‘Demokratik Deprem ve Afetler Düzlemi (DAM) geliştirip yaygınlaştırılmalı ve deprem konusundaki tüm süreçler bu kurul üzerinden yürütülmelidir.
19- Deprem riski yüksek olan bölgeler ve kentler için “deprem senaryoları” hazırlanmalıdır.
20- İmar planları keyfi olarak değiştirilmemelidir. Yeni çıkarılacak planlar meslek odalarının görüşü alınarak yapılmalıdır.
21- Yetkin mühendislik kavramı, gelişmişlik ülkelerdeki düzeye getirilmelidir.
22- Demiryolu raylı sistemlere öncelik verilmelidir. Kent içi toplu konut olanakları geliştirilmeli, nüfus yoğunlukları kent merkezlerinde azaltılarak çevreye yaymalıdır. Bu bakımdan yeni gettolar değil, kent planlamasına ve politikalar özünde deprem yönetmeliğini esas alınarak banliyöler oluşturulmalıdır.
23- Kamuoyu, sağlıklı yapılaşma ve kentleşme konusunda bilinçlendirilmelidir.
24- Kaçak yapılaşmaya ve imar aflarına olanak sağlanmamalıdır.
25- Deprem riski yüksek yerlerdeki yapı stoku yeniden gözden geçirilmelidir.
26- Bayındırlık ve İskân Bakanlığı proje-müşavirlik belgelerini her yıl uzatmaktadır. Bu nedenle İMO’ya (İnş. Müh. Odası) bağlı tüm birimlerimiz (şubeler) PM uygulamalarındaki hataları saptamalı, mühendislik etiğine aykırı tutumları belirleyerek, bu işe kalkışmış kural tanımazları onur kuruluna verecek şekilde belgelemelidirler. Projesine uymayan uygulamalardan sorumlu PM’lerin adları, onardıkları veya güçlendirdikleri yapıların ada, pafta, vb. numaraları, fotoğraflarıyla genel merkeze iletilmelidir. Birimlerimizin dışında duyarlı vatandaşlarımız (mimar-mühendis) da aynı özgörevi üstlenerek yetkilileri uyarmalıdırlar. Bu duyarlılığı göstermediğimiz takdirde birkaç çıkarcı ve kendini bilmezin; Kocaeli-Düzce depremleri sonrasında olduğu gibi kamu kurum ve çalışanların ilgili meslek odaları ve onun saygın üyelerini zan altında bırakacağı bir gerçektir. Bu nedenle; fay hattını “fay”da hattına dönüştürmek isteyenlere karşı savaş açılmalı, özellikle ilgili kurumun yetkilisi olup, depremin yarattığı felaket alanlarında rant şirketi oluşturan yaklaşımlar kesinlikle cezalandırılmalıdır. Ve tüm mühendislik adına aykırı, etikdışılık aynı yaklaşımlarla yok edilmeye çalışılmalıdır.
27- İlgili meslek odaları “deprem sempozyumlarını” yıllık periyotlarla gelenek, hatta zorunluluk haline getirmelidir.
TMMOB buna öncülük etmeli. Örneğin TMMOB’ye bağlı İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO) geleneksel “Teknik Kongresi” yapı bütününde deprem ağırlıklı olarak yeniden işlevlendirilmelidir.
Bazı inşaat kuruluşlarının reklamsal çıkarsallığına özdeş sponsorluk bütünündeki sempozyumlardan kesinlikle kaçınılmalıdır. Bu nedenle odalar, mühendislik disiplini ve bilimiyle örtüşen etkinliklerin yaygınlaşmasında duyarlı davranmalıdır.
28- Depremin evrensel bir tehlike olduğunu uyaran ve güncel tutan “depremi unutma” bandı apartmanlarda, ulaşım araçlarında, mektup ve tebrik zarflarında, cep telefonlarında, yazılı ve görsel medya vb. iletişim araçlarında zorunlu kılınmalıdır.
29- Deprem öncesi ve sonrası önlemler Anayasa’ya konmalıdır. İlgili kuruluşlara kurtarma birimleri oluşturma zorunluluğu getirilmelidir.
30- İlgili kuruluşların anayasası sayılacak “deprem andı” oluşturulmalıdır.
31- Akut-Arama Kurtarma derneği ve benzer STÖ’leri gibi gönüllü kuruluşlar kesinlikle desteklenmelidir. Büyükşehir belediyelerindeki, İtfaiye Daire Başkanlığı, Akut işlevi yüklenerek “Yangın ve Doğal Afetler Başkanlığı”na dönüştürülmelidir. İlçe belediyelerde de benzer birime izin verilmelidir.
Şevket Çorbacıoğlu / Bizim Anadolu / 23 Kasım 2022