CHP’li Umut Oran kurtuluşu gösterdi
Korona sonrası için yol haritası: Atatürk’ün devletçilik anlayışı.
Tüm dünyayı giderek değiştiren, dönüştüren korona virüsünün Türkiye’deki etkilerini ve olası yıkımı önlemek için yapılması gerekenler üzerinde kafa yoran CHP’li Umut Oran, yaklaşan büyük tehlikeye dikkat çekerek iktidarı uyardı. Korona virüsünün dünya çapında bu derece büyük paniğe yol açmasının; medyanın “paniği yükseltici yayınları” ile insanların “siyaset kurumuna ve siyasetçilere” hiçbir güven beslememesinden kaynaklandığını vurgulayan Umut Oran, geleceği planlamak dışında bir yol olmadığını, öncelikle eğitim ve ekonominin planlanması gerektiğini bildirdi. Umut Oran, sadece video, oyun ve e-ticaret pazarının 3 yıl içinde 3 trilyon dolar seviyesine yükseleceğini ve gençlerin geleceğin mesleklerine yönlendirilmesi için eğitimin tamamen parasız hale getirilmesi istedi. Umut Oran, “Devlet, her bir yurttaşına insan onuruna yakışır bir gelir sağlamak için yatırımlar yapmalı, ekonomiye yön vermelidir. Atatürk’ün halkçı, devletçi ekonomi politikaları hâlâ apaydınlık bir şekilde yolumuzu aydınlatmaktadır. Korona salgınının bir süre sonra yavaşlamasını müteakip yeni bir yükseliş dalgasına dönüşmesi ya da gelecek günlerde başka salgınların ortaya çıkması olasılığı ortada ise bugüne kadar alınmayan önlemler, ortaya konmayan sağlık politikaları konusunda bir değişiklik başladı mı diye sormak gerekmektedir. Ayrıca Korona salgını günlerinde bile trol taburlarının faaliyetlerine aralıksız devam etmesi insanlık tarihine “utanç vesikası” olarak geçecektir. Bu itibarla iktidar bloğunun samimiyet testi trollere yaklaşımında gizlidir” dedi.
İktidarların aldığı her kararın bir sonucu olacağını, bilim kurulu ya da başka adları öne sürerek sorumluluktan kurtulamayacaklarını vurgulayan Umut Oran, “Yaşanan süreçte, paniğe kapılmış kitlelerin nasıl korkuyla hareket ettikleri görülmüştür. Korkunun ve paniğin aynı zamanda manipülasyon ortamı yarattığı hatırlanmalıdır. Paniği arttıran ana unsurlardan birinin de halkın siyasilere güven duymamasıdır. İktidar bloğu da muhalefet bloğu da itibar sorununu görmeli ve teknokrasiye doğru yönelimin farkına varmalıdır. Tek adamların ve onların teknokratlarının egemen olduğu bir düzen kapitalizme uygundur, ancak böyle bir durumda demokrasinin geleceği de siyasetçilerin durumu da tartışmaya açık hale gelecektir. Türk milleti geçmişte olduğu gibi yarınlarda da her şeyi başarabilecek güçtedir. Yüksek teknolojiye dayalı üretimi hedefleyen, nitelikli eğitime ve istihdama odaklanmış, planlamaya dayalı, kalkınmacı, adil bölüşümcü, kamu ve özel sektör dengesini ve dayanışmasını sağlamış bir düzen kurmayı da yine bu toprakların insanları başaracaktır. Korona sonrası için bizlere yol gösterecek olan da Atatürk’ün ‘Devletçilik’ anlayışı olacaktır” dedi.
CHP’li Umut Oran, korona sonrasında yapılması gerekenler çalışmalar için de “Korona Sonrası İçin Yol Haritası: Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı” kitapçığı yayınladı. Kişisel web sitesi umutoran.com üzerinden kitapçığı kamuoyuyla paylaşan Oran, çalışmasında ana başlıklarıyla şunları vurguladı:
SÜREKLİ KORKU POMPALANIYOR: Gözle görülmeyen, gücü ve mutasyon kabiliyeti tam olarak bilinmeyen bir “düşmana/virüse” karşı bireylerin “yıkıcı bir korkuya” kapılması normaldir ancak iktidar koltuklarında oturan siyasilerin, koca koca unvanlar taşıyan akademisyenlerin ve tarafsız bir dil kullanması gerektiği düşünülen gazetecilerin “sürekli korku pompalaması” normal değildir… Gelişmiş ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasal gerçeklikleriyle geri kalmış ülkelerin gerçekleri oldukça farklı. Örneğin ABD, dünyanın en büyük “tarım üreticilerinden” biri olarak sınırlarını kapatıp, öz kaynaklarıyla aylarca insanlarını beslemeyi planlayabilir ya da krizi en başından beri doğru anlayan ve çok yüksek sayılarda test yaparak salgının yayılımını engelleyen Kore, gerekli önlemleri alarak “üretimine ara vermeden” yoluna devam edebilir ancak Türkiye gibi “ihracat yapmak için ithalata mahkûm olan”, tarım üretimi sınırlı, hayvancılığı yetersiz ve daha kötüsü “geleceğe dair planı olmayan” bir iktidar varsa o ülkede atılacak her adım başka büyük sorunları doğurma kabiliyetinde olacaktır.
PANİĞİN ARKASINDAKİ GERÇEK: SİYASET KURUMUNUN İTİBARSIZLAŞMIŞ OLMASI
Korona virüsün dünya çapında bu derece büyük paniğe sebep olmasının bir sebebi “medyanın paniği yükseltici yayınları” ise diğer ve daha büyük sebebi insanların “siyaset kurumuna ve siyasetçilere” hiçbir güven beslememesidir. İktidar bloğu da yaşanan onca dramatik olaya rağmen “hâlâ düşman yaratmaya, herkesi hainlikle suçlamaya ve kulaklarını muhalefetin her sözüne kapatmaya” devam etmektedir. Oysa bu büyük korku ikliminden en çok zarar görenler her partiden siyasetçilerdir. İtalya’da, Fransa’da, İspanya’da, İran’da yükselen tepki dalgası hiç şüphesiz ki ilk önce mevcut siyasi partileri ve siyasetçileri vuracaktır. Belki de birkaç ay sonra korona mücadelesinde yetersiz kaldığı düşünülen bazı Avrupa ülkelerinde “toplumsal olaylar, kitlesel gösteriler” yoluyla iktidarlar düşecek, yeni ve beklenmedik yeni iktidarlar kurulacaktır. Çok muhtemeldir ki Korona sonrası dünyada Avrupa Birliği gibi projeler de yeniden değerlendirmeye tabi olacak ve AB projesi geçmişte olduğu gibi AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) benzeri, daha sınırlı bir yapıya evrilecektir.
Ancak tam tersi durumlar da yaşanacaktır. Örneğin virüsle daha ilk andan itibaren etkili şekilde mücadele eden ve “üretimi, ekonomik hayatı devam ettirmeyi başaran” Çin’de, Singapur’da, Japonya’da, Taiwan’da ve Kore’de iktidarlar hem güçlenecek hem de dünyanın diğer bölgeleri için “model” olabileceklerdir.
SİYASETÇİLERİN TAMAMEN GÖZDEN DÜŞECEĞİ BİR DÜZEN ORTAYA ÇIKABİLİR
Siyasiler açısından “itibar sorununu” kat kat arttıran bir diğer gelişme ise nasıl ve hangi kriterlere dayalı olarak, hangi demokratik süreç sonucunda seçildikleri belli olmayan “bilim kurullarının ve çeşitli alanlardaki uzmanların” artan etkisidir. Oysa hayat sadece bir “bilim adamının” uzman olduğu tek bir alandan ibaret değildir. Yurttaşlarının tamamını ya da bir kısmını ilgilendiren herhangi bir konuda alınan her kararın olumlu/olumsuz sonuçlarında “siyasi iktidarın” sorumlu olacağı unutulmamalıdır. Hayatın bir bütün olduğunu ve yurttaşları ilgilendiren her kararın aynı zamanda “siyasi tercihler” olduğu göz ardı edilerek, tüm sorumluluğu bilim insanlarına bırakmak ya da “sadece virüs tehlikesi üzerinden” yorumlar yapmak hem kitlelerin korku eşiğini iyice aşağıya çekecektir hem de derin korkulara savrulan kitleler “kolaylıkla manipüle edilebilir” hale gelmiş olacaktır. Meselenin önemini arttıran bir diğer konu “teknokrasinin” kontrolsüzce popülerleşme ve ardından yaygınlaşma olasılığıdır. Yani siyasi konularda da karar veren bir “uzmanlar/teknik elemanlar/elitler” grubunun ortaya çıkması mümkün hale gelebilecektir. Bu olasılık gerçekleşirse “en küçüğünden en büyüğüne kadar” tüm siyasetçiler de hızla gözden düşebilecek ve hatta yok olup gidebileceklerdir. Özellikle Türkiye gibi “tek adamlar” tarafından yönetilen bir ülkede, örneğin seçilmiş “tek adam” ve onun etrafında toplanmış “teknokratların” bir siyasi partiye fazlaca ihtiyacı olmayacaktır. Aynı durum tüm muhalefet partileri için de geçerlidir. Seçilmiş tek adamın “teknokratlarla” yöneteceği bir parti sistemi zaten fiili olarak kurulmuştur ve “geniş toplum kesimlerinin” seslerini duyurma, örgütlenme, sınıfsal ya da ekonomik kazanımlar elde etme ihtimali hızla ortadan kalkmıştır.
GELECEĞİ PLANLAMAK DIŞINDA BİR YOL YOK
Bu noktada ilk sorulması gereken soru şudur: “Dünya devletleri bugüne kadar ‘salgınlar’ için planlama yapmışlar mıdır?” Yaşanan kaos ve paniğe bakılırsa “serbest piyasa” kutsallaştırması arasında on yıllardır hiçbir devlet -bazı uzak Asya ülkeleri hariç- ne önleyici sağlık hizmetleri konusunda önemli adımlar atmıştır ne de küresel salgınlara karşı oyun planları oluşturmuştur. Piyasadaki “görünmez elin” her şeyi otomatik olarak yoluna sokacağını, devletin mümkün olduğu kadar küçülmesi gerektiğini tüm dünyaya vaaz eden odaklar Covid-19 salgınıyla beraber yerle bir olmuştur. O halde geçmişte yapılan yanlışlardan ders alarak hem geleceği planlamak hem de kitlelere yeniden güven vermek gerekmektedir. Mevcut iktidar bloğunun salgın karşısında “başarılı olup olmadığını” tespit etmemize yarayacak ana kriter de bu olmalıdır yani “planlama.”
EĞİTİM PLANLANIYOR MU?
Salgın neticesinde bir kez daha ortaya çıkmıştır ki teknolojinin değişim hızı, üretim ilişkilerini de meslekleri de yaşam biçimlerini de etkilemektedir. Mevcut internet altyapısının izin verdiği ölçüde “uzaktan eğitim” verebiliyor olmak kısa vadede anlamlıdır ancak salgının ortaya koyduğu “değişim zorunluluğunu anlamak ve gereğini yapmak” çok daha önemlidir. Tüm devlet kurumlarının ve üniversitelerin kendilerine sorması gereken soru şudur: Geleceğin meslekleri olarak görülen konularda gençlerin uzmanlaşması için neler yapılmaktadır? Yapay Zekâ İş Geliştirme Yöneticiliği, Yapay Zekâ Destekli Sağlık Teknisyenliği, Yazılım Geliştiriciliği, Siber Güvenlik Mühendisliği, Nesnelerin İnterneti Tasarımcılığı, Artırılmış Gerçeklik Mimarlığı, Mobil Uygulama Geliştiriciliği, 3D Yazıcı Teknisyenliği, Alternatif Enerji Tasarımcısı,… gibi yüzlerce yeni mesleğin gençlere öğretilmesi konusunda planlama faaliyetleri “devlet eliyle ve ortak akılla” hayata geçirilmiyorsa ve gençlerin yeni ufuklara yelken açması için gerekli çalışmalar şimdiden yapılmıyorsa korona salgınından hiçbir ders alınmıyor ve iktidar bloğu görevini yerine getirmiyor demektir.
Oysa eğitim konusunda Atatürk döneminden ve hemen sonrasındaki Köy Enstitülerinin “baş döndürücü” başarılarından çıkarılacak binlerce ders vardır. Bu anlamda eğitimin “ticarileştirilmesine” tamamen engel olunmalı, genç nüfusuyla övünen Türkiye Cumhuriyeti, tüm gençlerine ve üretim ilişkilerinin değişmesi sebebiyle nitelik kaybı yaşayarak çalışma yaşamının dışına düşme tehlikesi olan herkese “ücretsiz, kaliteli, bilimsel” eğitimi, ömür boyu “garanti etmelidir.”
Tüm gençliği yeni çağa hazırlamak için lise ve üniversite eğitimini tamamlamış gençler için de kısa vadede “yüksek teknolojiye dayalı” sektörlerde üretken olmalarını sağlayacak her türlü eğitimin kamu dışında özel sektör tarafından da verilmesi için gerekli “teşvik politikaları” geliştirilerek toplumun her kesiminin “nitelik sıçraması” yapması için gerekli zemin oluşturulmuş olur.
EKONOMİ PLANLANIYOR MU?
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler” diye diye, “Devlet süt mü üretir?” diye bağıra bağıra, “Paramız var ki ithalat yapıyoruz!” denile denile gelinen nokta “iflastır.” İnsanlığın tüm emeğini sömüren %1’lik nüfus dışında hiç kimse aylarca evden çıkmadan yaşayabileceği ekonomik birikime sahip değildir. Tüm geliri kesilmiş olan insanlar ilk anda birkaç parça altınını satarak, birkaç yüz dolarını bozdurarak günü kurtarabilir ya da kredi kartı gibi araçlarla borçlanabilir ancak aylarca “üretmeden tüketmek” mümkün olmayacaktır.
2002’den beri mevcut iktidar tarafından adeta bir aşağılama sebebi olarak gösterilen “Atatürk döneminin devletçi politikaları” tüm aydınlığıyla ortada durmaktadır. Çok kısa sürede, hem de son 100 yılı en büyük ekonomik krizi olarak tarihe geçen 1929 Büyük Buhranına rağmen, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni düzlüğe çıkaran politikaların benzerleri hem geçmişte hem de bugün tüm dünyada “kurtuluş reçetesi” olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ne liberaller gibi “devlet ekonomiden tamamen uzak dursun” söylevlerine itibar edilmiştir ne de “tüm üretim araçlarının devlette olması” istenmiştir ve ortaya Atatürkçü Devletçilik modeli çıkmıştır.
Bugün de 1929’ların 1930’ların büyük krizlerine benzer bir durum geçerlidir. Dünyanın dört bir yanında, devletinin yoğun desteğiyle rekabet gücünü arttıran, dev şirketlere karşı Türk özel sektörünün desteklenmesi kaçınılmaz olduğu gibi devletin ekonomiyi planlaması ve kendi kendine yeten bir ekonomi ortaya çıkarılması için gerekli tedbirlerin alınması da zorunludur.
Devlet, her bir yurttaşına insan onuruna yakışır bir gelir sağlamak için yatırımlar yapmalı, ekonomiye yön vermeli ve “tek bir kişinin bile arkada kalmasına müsaade etmemelidir.” Atatürk’ün halkçı, devletçi ekonomi politikaları hâlâ apaydınlık bir şekilde yolumuzu aydınlatmaktadır.
Atatürk’ün devletçilik anlayışına dayalı planlı ekonomi hamlesi yapmak, adil bir bölüşüm sistemi kurmak, herkesin insanca yaşayabileceği bir işe sahip olmasını sağlamak yaşamın her alanına olumlu etkiler yaparak topyekûn kalkınma sonucunu doğurabilecektir.
Benzer bir tercih Ar-Ge konusunda da ortaya konulmalıdır. Halkın vergilerini eski teknolojiyle kötü hizmet veren şirketlerin kamulaştırılmasına harcamak yerine her yaştan gencin parçası olabileceği Yapay Zekâ, Nesnelerin İnterneti, Robotik ve Drone Teknolojisi, Artırılmış Gerçeklik gibi konularda çalışma yapacak “devlet şirketleri” kurmak ve bu konuda çalışma yapacak “özel şirketlere” geniş ölçekli “teşvikler” sağlayarak “yüksek teknolojiye dayalı üretimi” arttırmak daha doğrudur.
YENİ SALGINLARA KARŞI TEDBİRLER ALINIYOR MU?
Benzer bir durum korona salgınının bir süre sonra yavaşlamasını müteakip yeni bir yükseliş dalgasına dönüşmesi ya da gelecek günlerde başka salgınların ortaya çıkması olasılığıdır. O halde soru şudur: Bugüne kadar alınmayan önlemler, ortaya konmayan sağlık politikaları konusunda bir değişiklik başlamış mıdır? Örneğin AKP iktidarının büyük bir hevesle kapattığı 1928 kuruluş tarihli Refik Saydam Hıfzıssıhha Müessesesi gibi halk sağlığı konusunda çok büyük hizmetler veren kurumlar yok edilmeye devam edecek midir, yoksa kapatma kararının “büyük bir hata olduğu kabul edilip” yeniden açılması için çalışma mı yapılacaktır? Benzer bir durum askeri hastaneler için de geçerlidir. Salgın vesilesiyle mevcut iktidar bloğu yeni bir yol ayrımındadır. Ya aklın ve bilimin anlamını kavrayacaktır ya da 18 yıldır yaptığı gibi yanlışta ısrar edecek ve Türk milletini uçurumlara sürüklemeye devam edecektir.
Bu anlamda koruyucu sağlık hizmetleri anlayışının ve teşkilatlanmasının hızla yenilenmesine ve Türk milletini yeni salgınlara karşı korumaya ihtiyaç vardır. Kuruluş yıllarında hastalıklarla kırılan Anadolu’yu çok kısa sürede “sağlıklı nesillerin” merkezi haline getiren Türkiye Cumhuriyeti, aradan geçen 100 yılın sonunda her bir yurttaşına doğumdan ölüme kadar tamamen ücretsiz sağlık hizmeti verebilecek yollar bulabilir.
KORKU VE NEFRET YAYAN “TROL” UYGULAMALARI SON BULACAK MI?
İktidar bloğunun korona virüs salgınını doğru anlayıp anlamadığının, gerekli tedbirleri alıp almadığının bir diğer göstergesi bugüne kadar uygulanan “Trol politikasıdır.” İktidara yandaş mahfiller tarafından beslenen “trol taburları” aklın alamayacağı bir “düşmanlaştırma” seviyesinde faaliyetlerine devam etmektedir. Muhalefetin tüm iyiniyetli önerilerini, yapıcı yaklaşımlarını, sorumlu tavırlarını yok sayan ve kutuplaştırıcı söylemleri her tarafa yayan “troller” artık “milli güvenlik” sorunu haline gelmiştir. Halkı kin ve düşmanlığa alenen teşvik eden troller, milli birliği ve beraberliği dinamitleyerek “milleti bölmektedir.” Korona salgını günlerinde bile trol taburlarının faaliyetlerine aralıksız devam etmesi insanlık tarihine “utanç vesikası” olarak geçecektir. Bu itibarla iktidar bloğunun samimiyet testi “trollere yaklaşımında” gizlidir. Eğer gerçekten yaşananlardan ders almış ve geleceği kurtarmak isteyen bir iktidar varsa derhal tüm trol uygulamalarına son vermeli ve kin yayan bu odakları yargı önüne çıkarmalıdır.
SONUÇ YERİNE
Bir kısa dönem tedbiri olarak ortaya konan sosyal mesafe ve izolasyon politikası uygulanırken tüm ülkeler ve tabi Türkiye’deki iktidar da geleceği planlamaya, değişen dünyayı doğru algılamaya ve ortak aklı egemen kılarak doğru hamleleri yapmaya odaklanmalıdır… Bu noktada en büyük şansımız planlı ekonomi uygulamalarının Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından geçmişte hayata geçirilmiş olmasıdır. Büyük Türk Devriminin 100.yılında Türk milletine yakışan şey, yeniden “aklı ve bilimi referans almak” ve Türk milletine bir çıkış yolu oluşturmak olacaktır.
Yaşanan süreçte, paniğe kapılmış kitlelerin nasıl korkuyla hareket ettikleri görülmüştür. Korkunun ve paniğin aynı zamanda manipülasyon ortamı yarattığı hatırlanmalıdır.
Paniği arttıran ana unsurlardan birinin de halkın siyasilere güven duymamasıdır. İktidar bloğu da muhalefet bloğu da “itibar sorununu” görmeli ve “teknokrasiye” doğru yönelimin farkına varmalıdır. Tek adamların ve onların teknokratlarının egemen olduğu bir düzen kapitalizme uygundur ancak böyle bir durumda demokrasinin geleceği de siyasetçilerin durumu da tartışmaya açık hale gelecektir… Bu itibarla iktidarların aldığı her kararın bir sonucu olacaktır. İktidar koltukları, “bilim kurulu” ya da başka adları öne sürerek sorumluluktan kurtulmaya uygun makamlar değildir. O halde Türk milleti, bir yandan salgına karşı önlemler alırken aynı anda ekonominin, sosyal yaşamın normale döndürülmesi ve geleceğin bugünden planlanması için talepte bulunmalı ve her şeyin değişeceği bu yeni döneme “aklın ve bilimin” yol göstericiliğinde yol almayı talep etmelidir.
Türk milleti geçmişte olduğu gibi yarınlarda da her şeyi başarabilecek güçtedir. Yüksek teknolojiye dayalı üretimi hedefleyen, nitelikli eğitime ve istihdama odaklanmış, planlamaya dayalı, kalkınmacı, adil bölüşümcü, kamu ve özel sektör dengesini ve dayanışmasını sağlamış bir düzen kurmayı da yine bu toprakların insanları başaracaktır.
Korona sonrası için bizlere yol gösterecek olan da Atatürk’ün “Devletçilik” anlayışı olacaktır!
Bizim Anadolu / 14 Nisan 2020
Şu haber ve yazılar da ilginizi çekebilir: