Press "Enter" to skip to content

Bu Son Dönemeç

Türkiye’deki seçimlere birkaç gün kala gerçekte pek yazmak istemiyordum.

Ancak tarihsel bir dönemeçte olduğumuzun ayrımında olarak; ve tarihe bir not bırakmak açısından en azından bir irdeleme yazısı yazmanın kaçınılmaz olduğunu görüyorum.

Gerçekte ikinci ve son dönemeç dememiz daha doğru olur.

Bangır bangır gelen ilk dönemeç 2002’deki 3 Kasım seçimleriydi.

O tarihten en az beş yıl öncesinde başlayan küresel bir oyunun sonucuydu 3 Kasım seçimleri.

O denli ivedilikli gereksinimleri vardı ki, küresel efendiler yeni kurdurmuş oldukları partiyi henüz genel kurulunu bile yapmadan iktidara taşımışlardı.

Ecevit zaten kendi kamplarında değildi. Diğerleriyle de artık Türkiye’yi denetim altında tutmalarının bir olanağı kalmamıştı.

O zamanki, şimdiden pek de farklı olmayan, efendilerine yaranmak için birbirleriyle yarışan basın-yayın aracılığıyla Ecevit yıpratılmış, Bahçeli’ye ‘erken seçim’ söylemi söyletilmiş ve 3 Kasım’a öyle gelinmişti.

Ecevit’in artık bir umarı yoktu, erken seçime gitmek durumundaydı; çünkü ‘oğlum’ dediği en yakınındaki kişi (Hüsamettin Özkan) Brütüs örneği ihanet etmiş; başka güvenilir bir kişiyi (İsmail Cem) oyuna getirip yanına almış ve küresel efendilerin göndermiş olduğu ‘genel vali’ (Kemal Derviş) ile birlikte partiyi bölmüştü.

AKP 3 Kasım’da bu biçimde iktidara gelmişti.

Gazetemiz Bizim Anadolu 3 Kasım seçim sonuçlarını ‘Toplu İntihar’ başlığıyla verdi.

Bizim Anadolu 3 Kasım 2002 seçim sonuçlarını ‘Toplu İntihar’ başlığıyla vermişti.

Bu onaltı yılda toplumun ne denli ayrıştırıldığını yinelemeye gerek yok.

AKP’nin Fetöcü’lerle, özellikle daha yoğun olarak 2007’den itibaren birlikte hareket etmesi de herkesin gözü önünde gerçekleşti (Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk kumpasları vb…).

Daha sonraki seçimlerin hemen hepsinin şu ya da bu biçimde hileli olduğu gerçeğini de bir yere yazalım.

Otokratlığa elhamdülillah

Otokratlığa Elhamdülillah

Ülkede yeni ve tek adamlık, Erdoğan’ın ‘Elhamdülillah’ diye teşekkür ettiği diktatörlüğe evrilen ‘otokratlık’* düzeninin kapısını açan anayasa halkoylaması sonuçlarında nasıl bir kumpasla karşı karşıya olduğumuzu gördük. YSK kendi kararlarını hiçe sayarak usulsüzlüğü onayladı ve halkoylamasını ‘evet’ oylarının kazandığını bildirdi. Muhalefet ancak bir yıl sonra ‘hayır’ oylarının % 51.4 olduğunu ortaya çıkardı.

Dolayısıyla bu yeni dönemeçte iktidar partisinin geldiğinden beri yapmış olduğu ‘betonlaştırma’nın son kertesini de üstümüze, toprağı geçtik, yine beton dökerek sonuca ulaşmaya çalışmasını göreceğiz.

Ucuz montajlar

Ucuz Montajlar…

İktidar yandaşları, kimi körlemesine, kimi bu kadar yılın hesabını vermenin korkusuyla her türlü oyunu oynamakta; kimsenin inanmayacağını bile bile -saf saf sorayım, inanan olur mu ki?- seksen bir milyonun Cumhurbaşkanı olmayı amaçlayan Muharrem İnce’yi cami içinde bisiklet sürmek, zeybek oynamak, camiye traktörle girdiği savlarını kurgulama düzeyine düşmeleri ne denli umarsız olduklarının bir göstergesi.

Camide zeybek montajı

Yandaşın bu umarsızlığını bir yana koyarsak, dikkatinizi çekmek istediğim iki konu var; biri Erdoğan’ın bu seçim kampanyalarındaki tutumu, diğeri de kuşkusuz seçmenin yaklaşımı ya da tinsel (ruhsal) durumu.

Albayrak kendi seçmenlerine hakaret etmekten çekinmedi.

Seçmenin Tutumu

Önce seçmenden başlayalım.

Yüzde kaç ne istediğini bilen, irdeleyen, soru soran, değişik açılardan bakıp neyi, kimi seçmesi gerektiğinin ayrımında olan bilinçli seçmenimiz var?

Sözde bazı bilinçli seçmenimizin arasında da konuyu kişiselleştirerek, aynı dünya görüşüne sahip olduğunuzu sandığınız kesimlerde bile ‘ben ona oy vermem, ben boykot edeceğim, benim bir oyumla ne olur ki, zaten her şeyi yapıyorlar’ vb gerekçelerle sandığa gitmeme eğilimi var.

Özellikle toplum mühendisleri de bu bilinçli kesimin sandığa gitmemesi için var güçleriyle çalışıyorlar.

Okuma özürlü olduğumuzu kabul edelim.

Çağımız görsellik çağı.

Hele bugünkü bilişim dünyasında görece olarak evrenin öte yanında gelişen olayları saniyesinde öğrenmemiz bile neyin ne olduğunu anlamaya yetmiyor.

Toplumsal paylaşım sayfalarında çok önemli iki sözcük bile yazsanız, çevrenizdekilerin haberi olmayabiliyor; ilgi çekebilmesi için ille bir görsel katmanız gerekiyor.

Toplum Mühendislerinin Algı Operasyonu

O nedenle dikkat ediyor musunuz, Facebook bile bunun ayrımına vararak, bir iki sözcüğü görselliğine vurgu yaparak yeni yöntemler oluşturuyor.

Facebook görselliğin önemini gözler önüne seriyor.

Toplum mühendisleri kişilerin eğitim düzeylerini, tinsel durumlarını, hangi sözcüklere duyarlı olduklarını, ilgi alanlarını yakın uzak çevresini izleyip, bu çıkarımlardan edinmiş olduğu bilgilerle o kesimlere yönelik algı operasyonları düzenleyebiliyorlar.

O nedenle bu yazımı kaç kişinin okuduğunu, anlaklarında bir iz bırakıp bırakmadığımı bilemeyeceğim.

Buraya kadar gelmişseniz zaten, siz ilgilisiniz; hem çevrenizle, hem de yaşamış olduğunuz evrenle…

Sizi kutluyorum. Ancak kaç kişi olduğunuzu bilmiyorum.

Ben hiç kolay yazı yazmadım; hep satır aralarını okutmak, soru sordurmak istedim.

Bazı gazeteci-yazarlar günlük yazı yazarlar. Kolay bir iş değildir.

İlgiyi üzerilerinde tutmak için ‘popülist’ olmak zorundadırlar. Kuşkusuz bilgi de vermek durumundadırlar.

Çok sevdiğimiz bazı gazeteci-yazar bile çok okunmak için olabildiğince çarpıcı ve kısa söylemlerle yazılarını derlerler.

İçlerinde çok az sayıda, irdeleyen değerli dostlar da var.

Bu dostlardan biri, bir yazısında toplumun genel kesimini büyüteç altına almış ve örneğin Erdoğan’ın kıraathane açıp ‘kek’ vereceğini söylemesi üzerine irdelemelerde bulunmuş.

Doğrudur, toplumda bir sınıf atlama dileği hep vardır.

Erdoğan’ın söz konusu sözcüğü bilinçli kullandığını, ‘kek’ sözcüğünün bazı kesimlerde sınıf atlama aracı olabileceğini, yeni bir yaşama yelken açmanın açkısı olduğunu dile getiriyor.

Hani kriz vardı?

Güçlüden yana olmak

Erdoğan’ın bu sözcüğü böylesine bilinçli kullanıp kullanmadığını bilmiyorum.

Ancak öte yandan, genelde kişioğlu ve kızları arasında hep büyükten, güçlüden yana olma, gücün bir parçası olma ve kendini daha güvende duyumsama yaklaşımı vardır. Kendisi eve ekmek götüremezken, cebinden çalınan ve milyarlarca dolara mal olan hukuksuz sarayı bile ölümüne savunabilir.

Bu kesimlerde doğrudan canı yakılmamışsa, hukuksuzluk, demokrasi yoksunluğu önemsenmez. O cebine girene bakar. O nedenle açık hava toplantılarına katılırken aldıkları 50, 100 liraya, bedava kömüre, makarnaya bakarlar…

Kararsız.

Küçümsemek anlamında söylemiyorum; toplumbilimsel olarak baktığımızda geniş kesimlerin yaklaşımının bu yönde olduğunu görebiliriz. İnsansı bir tutumdur. Televizyonlarda, birçoğu hazırlanmış senaryo olsa da, ‘Gelinim Olur musun?’, ‘İzdivaç’, ‘Seda Sayan’la…’ vb izlencelerde kişi oğlu ve kızlarının edimlerini, söylemlerini ve bunları ekran başında oturup izleyenleri göz önüne aldığınızda toplumun ne durumda olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Neden yardıma muhtacım?

70’li yıllarda yoksul kesimin umudu Sol siyasetteydi. 12 Eylül Faşizmi Sol’un üstünden silindir gibi geçti. Daha sonraki yıllarda ortamı boş bulan Siyasi İslam Sol söylemlerin yerini alıp özellikle köyleşen kentlerde bu yoksul kesimlere yaklaştı.

12 Eylül, sonrasında Özal ve sonucu da AKP oldu; Türkiye eksiklerini tamamlamaya çabalarken, bilisizlik (cahillik) örgütlü olarak iktidara taşındı.

Toplumsallığın (Sosyal Devletin) yerini iane düzeni aldı. Yoksulluk yok edileceğine, yoksula yardım düzeni büyük propagandalarla yerleştirildi.

Beni bırakın…

Erdoğan beni bırakın diyor

Toplum böyle bir duruma getirilmişken tek adamın son dönemdeki edimlerine bakalım.

Prof. Yalçın Küçük kendisiyle yapılan bir söyleşide “Erdoğan’ın yorulmuş olduğunu ve ‘artık beni bırakın’ dediğini, bunu çevresindekilerinin anlamadığı” çıkarımını yapıyor.

Bazı irdeleyici televizyon izlencelerinde de benzer yorumlara rastladım.

Eğer ardında başka oyunlar yoksa, çünkü ben hâlâ son ana kadar seçimlere bir sabotaj yapılacağı endişesini taşıyorum, gerçekten Erdoğan’da bir havlu atma yaklaşımı görüyorum ben de…

Erdoğan ‘beni bırakın’ diyor…

Yoksa belirgin olarak kendisinden önce yapılanları sahiplenmesi, tek parti dönemini bilmemesi (!) (1954 yılında doğmuş olan kendisinin tek parti döneminde (tek parti dönemi 1946’da bitti) 75 kişilik sınıflarda okuduğunu söylemesi), binlerce kişinin önünde atanamayan bir öğretmeni azarlaması vb nasıl açıklanabilir?..

Muharrem İnce küskün toplumun nabzını tutmayı başarıyor.

Muhalefet Muharrem İnce’yle bir ivme yakaladı

CHP doğru bir seçimle Muharrem İnce’yi Cumhurbaşkanı adaylığına gösterdi.

Ve yıllardır ilk kez AKP, dolayasıyla Erdoğan kendisi gündem yaratamayıp CHP ve İnce’nin kuyruğuna takıldı, onlara yanıt yetiştirmek için çırpınmaya başladı.

Toplumun suskun kalmış, küsmüş önemli bir kesimi de İnce’nin birleştirici söylemleriyle umudu yeniden yeşermiş olarak ilgi gösteriyor, iyiye doğru değişimin belirtilerini veriyor.

Muharrem İnce’nin Kadıköy açıkahava toplantısı gece yarılarına kadar sürdü…

Toplum kavgadan bıkmış

Toplum kavgadan, ayrıştırıcılıktan bıkmış durumda. Geçmiş yıllarda iktidar partisine oy vermiş kesimler de bu dilden kurtulmak, komşusuyla kucaklaşmak istiyor.

Muharrem İnce toplumun her kesimine umut aşıladı… Toplum ‘Tamam’ diyor…

Dolasıyla karamsarlığı üstümüzden atıp ne pahasına olursa olsun gidip yurttaşlık ödevimizi yapmamız ve bu kötü gidişe dur dememiz gerekiyor.

Bu dönemecin son dönemeç olduğunun bilincinde olarak ya uçuruma kendimizi atıp yok olacak ya da yar’ın diğer ucunda uzatılan eli tutup bu karabasandan kurtulacağız.

Geleceğiniz sizin elinizde, unutmayın!

Der Speigel’in kapağına Erdoğan ‘Elhamdüllah’ dedi…

* Der Spiegel Dergisi, Erdoğan’ı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile birlikte kapağa taşımış, üste Hitler’in “Ich bin das volk” (Ben halkım) sözünü koyarak altta ise “Das zeitalter der autokraten” (Otokratlar Dönemi) başlığını kullanmıştı… Otokrat : (Fr.) Siyasal erki elinde bulunduran, hükümdar. (Türkçe Sözlük)

Erdoğan’ı Takvim mi yanılttı?

Der Spiegel’in kapağa Merkel’i değil, Erdoğan’ı taşıması için “Kapak oldu” ifadesini kullanan Takvim, “Almanya’nın etkili dergisi Der Spiegel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yeni dünya düzeninin dört lideri arasında gösterdi” dedi. Erdoğan da bir açık hava toplantısında bunun iyi bir şey olduğunu düşünerek ‘Elhamdülillah!’ dedi.

o.ozen@bizimanadolu.com

Tüm Yazıları»

 

Ömer F. Özen / Gözleyi, gözleyi… / 14 Haziran 2018

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...