Yaşananları geniş açıdan ele alıp okura anlama ve araştırma olanağı da tanıyıp satır aralarını okutmaya çalışalım.
Bölgede yaşanan olayları günlük yayın yapan basın-yayın ve oralarda yazan ya da sanal toplumsal paylaşım ortamlarında yapıldığı gibi ayrıntılar içinde boğulup yazmayı sevmiyorum. Sanal bir dünya yaratı-lı-nca zaten gündemi yakalamak oldukça zor ve sağlaması da pek kolay yapılamaz.
Onlar elbette günlük olarak yayınlarını sürdürmek için saatlerce ekranlardan yayın yapmak durumundalar.
Ben daha çok yaşananları geniş açıdan ele alıp okura ya da izleyenlere anlama ve araştırma olanağı da tanıyıp çoğu kez satır aralarını okutmaya çalışırım.
Bir yıldan beri yaşanan İsrail – Filistin – Hamas anlaşmazlığı, savaşı ya da soykırımı, ne derseniz deyin, daha öncesinde yaşanan Ukrayna – Rus savaşınının nedenlerini anlamadan bugün Suriye’de yaşananları anlayamayız.
Gerilere gitmek gerekiyor bugünü anlamak için. Çok daha gerilere gitmemek için bir tarih ya da dönemden başlamamız gerekiyor. Yoksa içinden çıkamaz, yine ayrıntılar içinde boğuluruz.
İngilitere’den sonra İkinci Dünya Savaşı sonunda evrenin jandarmalığına ve efendiliğine soyunan ABD, özellikle 50’li yıllardan itibaren dünyanın değişik ülkelerinde işbirlikçiler de bularak ‘Yeni -bir- Dünya Düzeni (YDD) yaratmaya koyuldu.
Bunu başarmak için dünyanın değişik ülkelerinde darbeler düzenledi, kan akıttı, para ve iktidar hırsı olan kişileri açık-kapalı saflarına kattı.
Konular içinde boğulmadan bugün yaşananların kökenine gelelim.
BOP.
Eşdeyişle, Büyük Ortadoğu Projesi. Yeni tanımıyla Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi.
Başlangıcı 90’lı yıllara dayanıyor. ABD’ce geçirilmeye çalışılan eyleme ilişkin dönemin başbakanı Bülent Ecevit, bu projeye karşı çıkmış ve ‘ABD’nin planı uydu bir Kürt devleti yaratmak’ demişti. (Bizim Anadolu, Şubat 1998, Sayı 50)
2001 yılında kendi yaratmış olduğu teröristlerce vurulan (ya da vurulmasına göz yumulan) 11 Eylül’deki Dünya Ticaret Merkezi’yle kendine (Bizim Anadolu, Eylül 2001, Sayı 93) ‘haklı’ bir neden bulan ABD, düğmeye bastı, planlarına karşı çıkan ve bir koalisyon hükümeti olan Bülent Ecevit Hükümeti’ni Devlet Bahçeli ve kendi partisi (Bizim Anadolu Temmuz 2002, Sayı 102) aracılığıyla düşürdü; ve Erbakan’dan ayırtılmış, daha Genel Kurul’unu bile yapmamış, Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin iktidara gelmesini sağladı. (Bizim Anadolu, Kasım 2002, Sayı 106)
Avrupa Birliği’ni de arkasına alarak (özellikle İngiltere’yi) Irak’ı türlü oyunlarla dağıtan, yerle bir eden ABD, planlamış olduğu gibi Erdoğan ve AKP’nin de yardımıyla orada kukla bir Kürt devleti kurdu.
Daha sonra ‘Arap Baharı’ düzenleriyle Arap ülkelerini dağıtan (Libya, Sudan, Somali, Irak, Mısır) ABD’ye, göz koyduğu Suriye ve oğul Esad, Rusya’nın çomak sokmasıyla direniyordu. Dolayısıyla ABD, kendisinin görevlendirmiş olduğu kişilere gereksinim duyuyordu.
İşte burada ‘görevli’ devreye giriyordu; daha önce ailece yakından görüşen, Bordum’larda birlikte tatil yapan, iki ülkenin Bakanlar Kurulunu birlikte yapan Erdoğan, Esad’a karşı teröristleri örgütleyip (Özgür Suriye Ordusu, sonra Suriye Milli Ordusu) silahlandırarak komşu ülkeye göndermesiyle iç savaşı başlattı ve Irak’tan getirmiş oldukları İŞİD ile, bir yandan korku ve bir yandan türlü vaatlerle milyonlarca Suriyeliyi Türkiye’ye püskürttü. Çünkü kendi deyişiyle Erdoğan, BOP’un Eşbaşkanlığı’nı yapıyordu ve plan tıkır tıkır işliyordu.
Elbette Esad Rusya (Putin) sayesinde koltuğunu korudu, böylece Erdoğan ve Davutoğlu’nun ‘üç ayda zalim Esed’i devireceğiz, sonra da gidip Emevi Camisi’nde namaz kılacağız’ hayali gerçekleşmedi.
Emperyalist Batı ve dolayısıyla onun orkestra şefi ABD’de oyun bitmiyordu. Bu kez ucuz bir soytarı bularak (Zelensky) faşist örgütlerle Rusya’yı kışkırtıp Ukrayna’ya müdahalesini sağladı (Sovyetlerin Afganistan konusunda olduğu gibi). Bir yere gelip Putin sıkışacaktı elbette.
Bu arada Erdoğan’ın görevi devam ediyordu; Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda kurulmakta olan yeni bir kukla Kürt devletinin temellerini (Irak’ta olduğu gibi) atıyordu; örgüt liderlerini kırmızı halıyla Ankara’da ağırlıyordu. İç siyasette ‘terör örgütüyle mücadele ediyoruz’ derken, Erdoğan, ortağı Fetö ile güç savaşına girip daha sonra devlet olanaklarıyla iktidarını sağlamlaştırınca ve muhalafetin aymazlığı ve becereksizliği ya da işbirliğiyle ‘tek adamlığını’ ilan etti, çünkü bazı eylemleri Anayasal kurumlar yüzünden yapamıyordu, daha da ileri gitmeyi istiyordu. Ancak inanılmaz yolsuzluklarla ve kendisine yapışan sülüklerle birlikte ekonomiyi baş aşağı etti ve seçimlerde yaptığı hilelere karşın kendi yandaşlarınca bile terk edildi.
Sonunda suçlayarak kovduğu Mehmet Şimşek’e, kendisine rağmen, yeniden görev vererek ekonomiyi düzeltemeye çalışan, en büyük sorunlardan birinin dünyanın hemen her yerinden gelmiş ve başta kendisinin örgütlediği Suriyeli düzensiz kaçak sığınmacılar sorununu çözmeye çalıştı. Ancak Putin aracılığıyla Esad ile görüşmeye bile razı olmuşken, Esad’ın kabul etmemesiyle boşluğa düşen Erdoğan’ın iç siyasette başka bir umarı yoktu; bir savaş ortamı yaratmak.
Erdoğan’ın en önmeli sorunu ölünceye kadar yönetimde kalmak ve yaptıklarından ötürü yargılanmamak. O nedenle yine Bahçeli aracılığıyla bazı oyunlara başlayıp Kürtlerle sopa ve havuç (Kayyum operasyonları / Öcalan hamlesi) harekâtıyla Anayasa değişikliğine gitmek istemesi; ve bunun yanında, o olmayınca Suriye’de ABD’nin de yardımıyla operasyonlara girmesi hep bu yüzden.
İşte bu nedenle ve Rusya’nın da artık Ukrayna’da sıkışmış olması, İran’ın ambargolar, Hizbullah ve İsrail – Filistin durumu nedeniyle kıpırdayamaması dolayısıyla, Beşşar Esad yönetimi bırakmak zorunda kaldı.
Ancak Erdoğan yine açığa düştü. Çünkü özellikle Batı dünyası olduğu gibi Türkiye için de bir terör örgütü olan HTŞ’ye ABD tarafından yol verilmiş ve Erdoğan’ın doğrudan elinin altındaki Suriye Milli Ordusu yaya kalmıştı. İçteki troller ve elinin altındaki basın-yayının çabalarına karşın Erdoğan yine sıkışmış durumda.
Göstermelik bazı ‘işte Suriyeliler dönüyor’ algısıyla çökmüş ekonomi altında ezilen topluma moral vermeye çalışsa da, BOP Eşbaşkanlığı’nın gereklerini yapma görevi tıkır tıkır işliyor.
Görünen o ki, bir sonraki ABD Hamlesi İran… Olgunlaştığı anda orada da ulus devlet yerle bir edilecek; budunsal, dinsel ve mezhepsel bölgeler yaratılacak. Irak zaten Kürt, Sünni ve Şii olarak üçe ayrılmış durumda. Suriye’yi de ABD aynı biçimde bölecek. Sonra da dediğim gibi İran…
Peki daha sonra sıra kime gelecek dersiniz?
Tanzimat dönemi şairlerimizden Muallim Naci‘nin atasözü olmuş bir sözü vardır: Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.*
Anımsatayım dedim.
* İnsan belleğinin eksikliği/sayrılığı unutkanlıktır.
Ömer F. Özen / Gözleyi, gözleyi… / Bizim Anadolu / 10 Aralık 2024