“Beni Clay diye çağırma!”
Yazarımız Engin Aşkın Muhammed Ali’yi yazdı.
Toronto’nun tüm suskunluğunu yaşadığı sıkıntılı yıllardı. “Allahın Günü Yasası – Lords Day Act”, dayatmacı baskısıyla tüm kentsoyluları boğar gibiydi. Pazarları spor gösterilerinin, sinemanın yasak olduğu Toronto’da, parklarda mayoyla güneşlenmek de yasaya aykırıydı. Ulaşım araçlarına sarmısak yedikten sonra binenler, apartman havuzu başında bira içenler polise hesap vermek zorundaydı. Siyah camlarla kaplı içkievlerine, haremlik/selamlık uygulamasıyla kadınlar ve erkekler ayrı kapılardan girmek zorundaydılar. Kentin ortasında, tepesinde ya da gerisinde gökdelenlerin izi bile yoktu. Salaş yapılarla, çekmeye hazır kocamış evlerle çemberlenmişti kent merkezi. Şık bir lokantanın, bir gece kulübünün bile bulunmadığı bir kentti Toronto. O yıllar 1965-67 yıllarıydı. Sadece üye olunarak girilen özel dans kulüplerine Mahmutpaşa ceketi, esmer yüzü ve bıyığı olanlar giremez, o kişiler kapının eşiğinde çok nazik bir dille ‘toz ol’ yanıtı alırlardı. 300 kadar Türk’ün yaşadığı kentte Türk toplumu dernekleri şimdikilerin benzeri yapıda tutucu, devinimsiz bireylerin elindeydi. ‘Birbirine Hayranlar Kulübü’ statüsündeki dernekler, ‘aman neme lazım’ ideolojisinin omurgasız bireylerinin cirit attığı yerler olarak ünlenmişti. O yıllarda, bilince set çeken yasaklardan kurtulmaya başlayan anayurdumuzdaki gündem Kanada’ya yansımıştı ama, bizimkiler yerinde saymışlığın belirgin boşluğuyla havanda su dövmeyi, onurlu bir ödev sayıyorlardı.
Dogmaların (kördüşünü) açmazında; öğrenmeyen, bilgi edinmeyen, sevgiyi dışlamış kimlikleriyle hepsi ‘şark’ kokuyordu. Süreçlerin özü, yapısı, kavramların, sözcüklerin içeriği umurlarında bile değildi. Binlerce yıl önce Thales’in, Anaksimenes’in, Anasimandros’un ta İyonya’dan yücelttiği sorgulama geleneğini duymamışlardı bile.
O yıllar her Cuma akşamı ya New York’a ya da Montreal’e kaçardık.
Daha sonra Pierre Trudeau’nun; o benzersiz entelektüelin gelişiyle her şey değişecek, Kanada “Allahın Günü”nden, üstsüzlük özgürlüğüne aşama yapacaktı.
Bir sonyaz günü, buzullu rüzgârın kemikleri bile titrettiği bir öğle sonrası Toronto’nun batı yakasında bir otelde Muhammed Ali ile buluşmuştum. 1967 yılının en büyük spor olayında Kanadalı George Chuvalo ile dövüşmeye gelmiş olan Muhammed Ali, bana dinini değiştirip nasıl Müslüman olduğunu anlatıyordu. Amerika’da ‘Siyah Müslümanlar’ın önderi Elijah Muhammed’in ikna edici konuşmaları ünlü siyah filozof Malcom X’in etkin söyleşileri, Cassius Clay’i tüm Amerika’nın, daha sonraları tanımsızca nefret edeceği bir karara itti.
Göl kıyısındaki otelin odasında, New York Times’in spor muhabiri Robert Lypst ile çalıştırıcısı Angelo Dundee, gülümseyen yüzlerle bizi dinliyordu. Türk olduğumu öğrenir öğrenmez ekibine beni hemen otele almaları buyruğunu ileten Muhammed Ali, “yaşamımda tanıştığım ilk Türksünüz” diyerek omzuma dokunup duruyordu.
Kısaca ona Türkiye’yi özetlemeye çalıştım. Ününü çok duyduğu İstanbul’dan söz ettim ona. Çalıştırıcısı ünlü Angelo Dundee’ye döndü bir ara ve şu sözleri söyledi: “İstanbul’a gidelim; gider gitmez Topkapı Sarayı’nı gezelim.” Angelo Dundee, sevecen bir kahkaha patlattıktan sonra, “Neden olmasın, gidelim İstanbul’a. Ama sen ilk önce Kanadalı Chuvalo’nun işini bitir” diye yanıt vermişti.
Yatak başı söyleşimizin bir bölümünde, bavulundan çıkardığı aile fotoğraflarını gösterdi ve onu boks dünyasıyla tanıştıran polis memuru Fred Stoner’ı anlatmaya başladı. Gerçek boks, el ve ayaklardan hız, refleks ve yorulmazlık ister. Fred Stoner, onun yıldırım hızıyla yumruk savuran ellerini görünce, “oğlum, sana hocalık yapmak bana onur verecek” demiş, onu sevgiyle kucaklamıştı.
Muhammed Ali’nin tanıştığı ve üç saat görüştüğü tek Türk yazar ve gazeteci olduğum için epeyce kıvançlıydım. Daha sonra söze katılan Angelo Dundee, Amerika’da yazmakta olduğu anılarından bir özet yapıp bana yollayacağı sözünü verdi. Ve bu sözünü tuttu. Milliyet Gazetesi’nde dev bir spor olayı olan Muhammed Ali röportajının ardından Angelo Dundee’nin yazılarına dayanan 8 bölümlük bir dizi yayınlatmıştım. “Adamım Clay” adıyla belirlenen o dizi, Milliyet’in spor bölümü yönetmeni dost Namık Sevik’le, beni bu işe bulaştıran sevgili Abdi İpekçi’yi sözcüklerin yetersiz kaldığı bir kıvanca boğmuştu.
Torontolu boksör George Chuvalo’yu fena halde dövmesine karşın, onu mindere yıkamadı Muhammed Ali. Öteden beri mindere düşmemesiyle ünlenen George Chuvalo yenilmişti ama, onun yenilgisi saygın ve mert bir yenilgiydi. Daha sonraları, iki çocuğu ve eşi intihar eden George Chuvalo, trajik yaşamına karşın, tüm Kanada’da her yerde insancıl ve dost canlısı bir adam olarak tanındı. Kaderin bitimsiz acılarla önüne yığdığı güçlükleri sabırla göğüsledi. Stili zarif olmayan bir boksördü ama, Muhammed Ali’nin bile mindere deviremediği bir spor ikonu olarak gönlümüze taht kurdu.
2000’in Eşiğinde Eki
Engin Aşkın
Belleğimin Kuytusundan Anılar
Bizim Anadolu / 15 Aralık 1999
Engin Aşkın / Bizim Anadolu / 04 Haziran 2016
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…