İZLENİMLER


Şeytanın Avukatı

ÖMER F. ÖZEN
omer.ozen@gmail.com

Önce sevişelim, sonra kavga ederiz.

Sonra yine sevişiriz.

8-9 Ekim tarihlerinde Kingston'da yapılan toplantıda da dile getirmeye çalıştığım gibi gazeteci hiçbir şeyi yeterli görmez, o hep şeytanın avukatlığını yapar. Bu nedenle gazeteciler pek sevilmez de... Çünkü bazı çevrelere göre onlar hep bardağın boş yanını görürler, gösterirler.

Ancak buradaki çizgi, elbette 'meramı bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek' olmalıdır.

Bizim de söylemeye çalıştığımız budur; kendimizi hep daha iyisine, daha güzeline odaklamak...

Kurulduğundan bu yana Kanada Türk Konseyi (KTK) çok güzel, anlamlı, kalıcı eylem ve etkinliklere imza atıyor. Desteğimiz de hep onlardan yana olmuştur. Tek tek ad saymayayım, birini unutursam gönlünü kırmış olurum; tüm emeği geçenlerin ellerine sağlık.

Bu yıl ilki yapılan ve devamını dilediğimiz 'Kuzey Amerika Türk Önderlik Konferansı' da çok güzel düşünülmüş, bizce, yerinde bir kararla da Kingston seçilmiş. Tahmin ettiğimiz gibi, toplantıda da dile getirilen görüş, özellikle toplumun yoğun olarak yaşadığı üç büyük kente aşağı yukarı aynı uzaklıkta, sorunsuz ulaşılabilecek bir yer olması. Ancak Kanada bir okyanustan diğerine uzanan koca bir kara parçası ve elbette ki diğer yörelerden gelecek temsilcilerin de düşünülmesi gerekiyor. Çünkü onlar hem uzaktan geliyorlar hem de böyle bir durumda ikinci bir yolculuk yapmak durumunda kalıyorlar. Bunun giderilmesi gerekiyor sanıyorum.

İkinci bir konu; çatısı altında Kanada genelinde 17 derneği barındıran bir Federasyon var.

Federasyon KTK'nin eylem ve etkinliklerini hep destekler. Ancak böylesine geniş katılımlı olması gereken ve toplumu kucaklamayı amaç edinen bir toplantı birlikte düzenlenemez miydi / düzenlenemez mi?

17 Derneğin temsilcisi olarak birlikte düzenlenmesi daha verimli olur kanısındayız.

Toplantının adı 'Kuzey Amerika Türk Önderlik Konferansı' idi. Bunu duyduğumda beklentim ABD'den yüzlerce kişi ve kuruluş temsilcisini görmek oldu.

Ama hayır; ABD'den deneyim ve görüşlerine başvurulan bazı konuklar vardı sadece.

Doğrusu benim de toplantıdaki konuklar arasında dile getirilen görüşler arasında gözlemlediğim, 'Kuzey Amerika' söyleminin oldukça büyük bir sav olduğu.

Elbette ki ABD'den görüşlerine başvurulacak konuklar, konuşmacılar çağrılabilir, deneyimlerinden yararlanılabilir.

Ancak Kanada'da kalıp yerel olarak yaşadığımız yere odaklansak daha yararlı olur kanısındayız.

Toplantının adı 'Kuzey Amerika Türk Önderlik Konferansı' idi. Alt başlığı ise 'Kanada ve ABD'de Türk Kimliğinin İyileştirilmesi'.

Ancak konular oldukça dağınıklık gösteriyordu ve birçok konuşma katılanları bıktıracak uzunluktaydı.

Herkesi aynı konu için büyük bir salona toplamak yerine Gençlik Kurultaylarında olduğu gibi işliklere (atölyelere) ayırıp değişik odalarda konuklara ilgilerine göre bilgi verilip konuşmalar yapılırsa daha uygun olur bizce. Çünkü herkes aynı konuyla ilgili olmayabilir.

Konuşmalarda dikkat edilecek yöntem de soyut değil, denenmiş ve yaşadığımız toplum içinde nasıl daha fazla etkin olabiliriz sorunu üzerinde durup daha somut bir yaklaşım gerekir…

Bora Hınçer çok haklı olarak bilinen, rahatsızlığı duyulan ama hep göz ardı edilen bir konuya parmak bastı; sorunu masaya yatırıp konuşulmasını sağladı.

Şu Fethullah Cemaati'nin 'icraatları'ndan söz etti; polis şeflerini bi yerlere davet ediyorlar, bazı bürokrat ve siyasetçilerle görüşüyorlar, toplumun duyarlı olduğu bazı konularda başka bir görünüm sergiliyorlar, toplum çıkarlarının tersine hareket ediyorlar; ama bi yandan da 'festivaller' neyim düzenliyorlar... Dernekler para bulamazken bunlar parayı nereden buluyorlar? Acaba 'festivallerde' sattıkları iki incik boncuk ve bir iki ekmek arası dönerle mi tüm bunları kotarırlar? Öyle ya, Türkiye'ye polis şefleri, bürokratlar neyim götürüp eğlendiriyorlar...

Eee, 'acaba bunlarla iletişime geçip işbirliği yapalım mı, yoksa hepten göz ardı mı edelim' temelinde bir soru sorarak ortaya bir ateş topu attı sevgili Bora Hınçer.

Kimse tutmak istemedi. İstemedi, çünkü tutulacak yanı yoktu topun.

Çeşitli görüşler atıldı ortaya. Kimileri 'göz ardı edilemez, iletişim kurulmalı' dedi (zaten bazıları dirsek temasındaydı onlarla), kimileri 'bırakın canıım, onlar da Türkiye için çalışmıyorlar mı, işte Türk bayrağı neyim altında vb…' dedi…

Ama sağduyu yendi sonunda.

Çok önemli bir ayrım vardı toplumla onlar arasında; Kanada'daki Türk toplumu üyeleri birbirlerini yakından tanır, başından beri acı tatlı günlerini birlikte geçirmişler, bir bayrak yarışı yöntemiyle dernekler kurup demokratik yoldan seçimle gelip, bir tarikata, kördüşünsel (dogmatik) bir oluşuma değil, topluma hizmet etmişler, etmekteler.

Onlarsa kapalı bir kutu. Ergun Kırlıkovalı söyledi; örneğin Afganistan'dan, şuradan buradan emirle toplanıp, 'sana şurada gereksinim var' deyip buralara gönderiliyorlar, tarikatlarının, cemaatlerinin hizmetinde görev yapıyorlar.

O nedenle, baskın olan görüş, 'enerjimizi onlarla iletişim kuralım mı, kurmayalım mı' sorununa harcamak yerine 'toplumun çıkarlarını nasıl daha iyi koruruz, nasıl çocuklarımızı geleceğe hazırlarız sorunsalına yoğunlaşsak daha iyi olur' oldu.

Aklın yolu bir!..

Haa, şu teknik sorunları da bi çözsek mi diyorum. 60'lı, 70'li bilemediniz 80'li yılların bir köy düğününde olduğu gibi, Kuzey Amerika'da, teknolojinin ortasında hâlâ ses sorununu çözememiş olmak gerçekten gülünç oluyor.

Böyle bir düzenlemede, sanırım kiralanan yerde ilk yapılması gerekenlerin başında yer alıyor. Biçok konuşmacının ne söylediği duyulmadığı ve anlaşılmadığı biçok kez dile getirildi.

Şeytanın avukatlığını yapacağım dedim ya başta...

İşte öyle…

Eylül-Ekim 2011