Anılar, Yıllar, Resimler
Hemen hemen herkesin geçmişini kurguladığı anları vardır.
Sanırım yaşımız gereği, gün be gün yitirdiğimiz değerlerle yüzleştikçe
“AH! biz böyle miydik?” diyerek geçmişten örneklerle, taçlandırır olduk sohbetlerimizi.
Ne zaman günümüz abesliklerine isyan edesim gelse, siyah beyaz sinemamda makarayı takıp, pürüzsüz duvarlarda oynatırım içinde olduğum filmi…
Göz kapaklarım perde olur.
Sahnelerim süslenir, bir mistik havada görüntüler gelir geçer.
Kimi çizik çizik, kimi buğulu, kimi silik,
Kimi sağı solu kırışmış, rengi sarıya kaçmış fotoğraflar gibi.
İşte tam karşımda duran kadın annem.
İlk iki düğmesini açtığı beyaz erkek yaka gömleğinin altına, çiçek desenli, ince kemerli, bol kesim bir etek giymiş dizinin boyunda. Resim’e bakınca çorap giyip giymediği hiç anlaşılmıyor ama hafif topuklu, sivri burunlu, bileğinden bağlı yazlık bir ayakkabı ve küçük bir el çantası ile Boğaziçi vapuruna bindiği tarih Haziran/ 1962.
Gözlerim en son bindiğim vapura açtı sahnesini.
Siyah çarşaflı bir kadın’ın hemen arkasında, adımları takip ederek, gözüne kestirdiği koltuğa doğru ilerliyor.
Üzerinde yırtık hırpani bir kot ve kendinden üç beden büyük, kırmızı kazağının sağ alt köşesi’nin dokuması özellikle kaçık, saçları kızıl ve mor dalgalı, otuzlu yaşlarda arkadaşına günün özetini geçiyor telefon kulağında.
Eylül/2017
Derin bir iç çekiyorum.
İçim kalabalıklar kadar karanlık.
Hangi tezatlığın ucundan tutup ince bir bağ kursam!
***
Ekranlar’ın çocuk kuşak programlarında, genellikle tüketim üzerine mesajlar verilirken bir çoğunda bireysel mutluluklar aşılanıyor.
Vurmalı, kırmalı, alt edici çizgi filmler ve hırsla devam eden yarışma programları da ayrı.
Ve çocuk, oyuncakları ile salonun orta yerinde oyununu kurmuş oynarken;
Siyasi liderler’in bağrış, çağrış, neredeyse kavga eder gibi ve hakarete açık konuşmalarına….
Ya da;
Aile içi şiddetin ağırlıkta olduğu bir diziye ….
O da olmadı;
Gündüz kuşağın vazgeçilmez, dedikodu programları ile akıllara zarar ücret alan televizyon yüzlerinin abuk Türkçelerine maruz kalarak oyun oynuyor.
Siz, kendinizi kaptırdığınız bu hararetli yayınları izlerken, farkında değilsiniz ama, çocuk da olan’ı, biten’i hafızasına kaydediyor.
Ve ardından o günün bir öğleden sonrası…
Gözlerimiz dolu dolu,
ağzımızda bir tutam ısırdığımız peynirli böreğin tadı, bir komşu sofrasında çay kahve içerken!
“BİZ!” diyoruz ballandırarak.
“Ahh çocukluğum!”
Meğer, ne güzel büyümüşüz, Pinokyo, Polyanna, Küçük Ev dizilerini izlerken, başucumuzda Şeker Portakalı, yüreğimizde Çocuktan Kalbe, tavırlarımıza kattığımız Adabı Muaşeret kitaplarıyla.
Göz kapaklarım perde olmuş,
Akşam çökmüş…
Bir coşku.
Sokaklarda bir bayram, fener alayı, tribünlere dönerek yürünen hipodrom geçiş töreni…
Seksek, dalya, yakan top, çinçan, topaç, pedallı bisiklet ve Uzuneşşek’ti en ağır olanı ve erkekler “ayıp olur” diye, asla oynatmazlardı bu oyunda kızları.
El ele tutuşup söylerdik şarkısını…
Bizim köyün imamı…
Alttan verir samanı…
***
Nerede benim milli bayramlarım.
Stadyumda az çevirmediğim flamalarım.
Meydanlarım…
Parklarım.
Toma kadar asabi dillere kurban verildi coşkularım…
***
Kızma birader!, horoz şekeri, leblebi tozu,
mantar tabanca, adam asmaca derken hayatımıza karışı vermişti monopoly Allahtan da, hepimiz bir tık öne geçmiştik çarpma, bölme, kesirli sayı oranlarında arsa al, arsa sat, otel dik, ev ekle, demiryolu işlet.
Memur çocuğu halimizle, paraya para dememeyi öğrenmiştik halı üzerinde mahallenin çocuklarıyla.
Şimdi düşünüyorum da, hayali ihracat da tıpkısının aynısı değil mi “Reza kardeş!!” söylesene ya!
Bak!
Bir acı gülümseme kapladı şu an yüzümü.
Hatırlıyorsun sen de.
“Az biraz hava karardı” diye, evinin kapısına kadar eşlik ettiğin kız arkadaşlarını, seni koruyup kollayan erkek arkadaşlarını, evde yalnız kalmana içi el vermeyen komşularını…
Hele o sobalar…
Yanardı köfür köfür de, nefes alınmaz olurdu. Ortalık sis, pus, kurum, duman.
1977/ Ankara…
Derken…
Baban çıkıyordur ağır ağır apartman’ın merdivenlerinden.
Üzerinde “Kiğılı yün palto”.
Başında kasket, elinde Samsonite çanta. Yolda gördüğü çocuklara, cebinde taşıdığı şekerleri dağıta dağıta.
***
Dön, dön de bir bak şimdi.
***
Sokaklar çocuklara zehir zıkkım.
Apartman boşlukları cinayete meyilli.
Arka sokaklar acımasız.
Kapı eşiği bile güvensizken kızamazsın ki…
Çocuklar ellerinde kumanda elektronik oyunlarla dünya çocuklarıyla el ele oyun kurmuş sanal meydanlarda.
Birbirlerine talimatlar vererek geçip gidiyorlar kurdukları şehirlerde, köprülerde.
Onları izlerken anlıyorsun.
Aynı anda birden çok konuya odaklanmış olduklarını. Takip ederken konuşuyor, konuşurken dinliyor, dinlerken hamleler yapıyor ve hepsini yaparken ince ince düşünüyor.
İzlerken, izlerken ateş basıyor…
Kendimi dışarı kırlık bir alana atasım geliyor.
Sahneler yenileniyor.
***
Açık hava kır gazinosunda düğün yapmak çok modaydı bu resimdeki gibi.
Sanırım burada, yedi sekiz yaşlarındaydım. Masayı paylaştığımız teyzelerin, amcaların hayali sesleri doluyor zihnime.
Keyifli sohbetler, ellerinde sigaralar, kahkahalar, şarkılar, küllükler boşaltılıyor, meşrubat dağıtılıyor, balonlar uçuyor.
Hepsi çok kibar giyinmiş. Sanırım tek fazlalık saç olsa da, olmasa da kafaya geçirilen peruk. Her gözümün önüne geldiğinde kendimi tutamadığım bir gülme gelir…
Ve tekrarlar dururum. “ya 1975 yılının peruk kafası da neyin nesiymiş arkadaş!”
Canlı müzik.
Kanun, ut, piyano…
Ve bir de salına, salına, aygın, baygın sesleriyle mekanın assolistinden şarkılar faslından sonra gelin ve damat için takı faslı…
Bir gönüllü anonsçu gazino’nun ikramı..
Alem takı faslı görsün misali.
***
Gelinin babasından beşi bir yerde…
Damadın annesinden üç bilezik…
Gelin mızmızlansa da, anne’nin terbiye ve uyarı mekanizması kaş, göz işaret duruma hakim.
…
Geçtiğimiz gün Demirören ve Kalyoncu ailelerinin Çırağan Sarayı’nda yaptıkları kendilerince “çok sade” bir düğünle dünya evine giren çocukları…
Geleceğin varisleri.
Ruhsuz ilişkiler…
Pazarlıklar…
Satılmış sevgiler…
Sözleşmeler…
Dur daha bitmedi!
“Yağmur geçirmesin” diye, güzelim sarayın dış cephesine görgüsüzce gerilmiş brandadan korumalıklar…
***
İşte o an…
Geri dönersin sinemanın kurgu duvarlarına…
Çoğu yerde sesler, şekiller kaybolur.
Sessizce kendine en yakın olana sarılır, unutmak istersin şimdiyi.
Film kopuk kopuk…
içTen
İçten Külünk / Bizim Anadolu / 05 Mayıs 2019