Ahilik nedir? Ahi kime derler? Arapçadan dilimize geçmiş bir sözcük bu ahi… Anlamı da kardaş, dost, yiğit, arkadaş.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasına yakın yıllarda ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş günlerinde önemli görevler yüklenmiş bir örgüt olarak tarihe geçmiş. Asıl örgüte ‘fütüvvet’ denilirmiş, bu örgütün başkanına da Ahi adı verilirmiş. Gel zaman git zaman örgütün adı Ahilik, bu örgütün üyeleri de birbirlerini hep kardaş bildiklerinden Ahi diye adlandırır olmuşlar. Peki nedendir ki böyle bir örgüt kurulmuş, hangi nedenler bunun kurulmasını zorunlu kılmış? Kurulmuş da neler yapmış, ne gibi olumlu eylemler başarmış, bunlara değinelim.
En iyisi Tarcalı gezgin İbni Batuta’dan okuyalım… Çünkü Arap gezgin Ahiliğin en örgütlenmiş olduğu yıllarda Anadolu’yu bir uçtan diğer bir uca gezmiş, gördüklerini yazmıştı: “Bunlar Anadolu’da yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarını giderme, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve örneklerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir.”
İbni Batuta Ahilere hayran kalmıştı. Çünkü onlar sayesinde güven içinde gezebilmiş, ağırlanmış, cebine harçlık konulmuş, at ve köle bağışlanmıştır. Anlattığına göre önemli yollar üzerinde çeşitli Ahi örgütlerinin üyeleri gelecek bir yolcuyu beklermiş. Kim erken davranır da yolcuyu kaparsa o tekkenin konuğu olur ve izzet-ikram ve hürmet görürmüş. Böylesine bir konukseverlik yaşamı varmış o dönem Anadolu’sunda…
Devlet gücünün yok olmaya başladığı 13. yüzyıl sonlarında toplumsal düzeni yürütme görevini Ahiler yüklenmişti. Fakat Ahilik bir tarikat ya da bir esnaf örgütü de değildir. Fuad Köprülü diyor ki; “14. asrın başında büyük şehirlerdeki genç ve bekâr işçiler umumiyetle bu Ahi zaviyelerine mensup oldukları için bu vaziyet birçok müdekkikleri şaşırtmış ve bu teşkilat bazı alimler tarafından bir esnaf teşkilatı, bazıları tarafından da şair, sofi teşkilatları gibi bir fütüvvet tarikatı addolunmuştur. Halbuki fütüvvet tarikatı diye bir tarikat, İslam dünyasında asla mevcut olmadığı gibi Anadolu’daki Ahiler de sadece bir esnaf teşkilatından ibaret değillerdir.”
Ahilikte tembellik en büyük suçtu. Sabahtan akşama değin alın terini sile sile, işini bile bile, işe kendini vere vere çalışırlar, kazandıklarını başkanlarına getirirlermiş. Bu gelirle yiyecek satın alınır, gelen konuklar ağırlanır, uğurlanırken de ceplerine harçlıkları konulurmuş. Çalışmasını bilen Ahiler eğlenmesini de bilirlermiş. Ayrıca sema ve ayinlerinden de geri kalmazlarmış. Özel giysiler içinde gezermiş Ahiler. Hırka, ak yünden külah, sarık ve mes, kemerlerinde upuzun bir yatağan…
Ahiler hakkında bilgimizi sağlamlaştırmak için gelin, bir de üstad Ahmet Rasim’i dinleyelim: “Ahiler Selçuklu Devleti’nin son zamanlarında ortaya çıkmış bir derviş takımıydı. Aralarında sır tutarlardı. Bunlar birbirlerine ve genellikle insanoğluna yardım etmeyi, kendilerine iş edinmişlerdi. Zaten Ahi demek kardaşım demektir. İçlerinden bazıları Selçukluların çöküşünden yararlanarak Ankara ve divan yörelerinde bazı küçük hükümetler kurmuşlardır. Karamanoğulları bunları Ankara’yı bir Cumhuriyet haline koyup kendileriyle birleşirlerse, Osmanlıları ortadan kaldıracaklarını ileri sürerek kışkırtmışlardır. Sultan I. Murad’ın Ankara olayında, Ahilerin ayaklandırdıkları boylar arasında Tatarlardan vastaklarla, Moğullardan Turgudların bulunduğu bir gerçektir.”
Evet Anadolu’da ilk Cumhuriyet’in Ahilerce ve tarihin garip bir benzerliği ile Ankara’da kurulduğunu öğreniyoruz. Geniş bir hoşgörü ve çalışma özgürlüğü vererek insancıl, barışçıl bir Cumhuriyet kurmuşlardı. İş başa düşmüştü. Artık Selçuklu Sultanlarından hayır yoktu. Ozanımız Dr. Ceyhun Atuf Kansu ustayı dinleyelim bir kez de: “Bu Ankara toprağı yemeye bal, koklamaya çiçek, eğirmeye tiftik ve yapak vermekle kalmıyor. Türk töresinin Ahilik dalı dedikleri bir yemişli çiçekli ağacını da yüzyıllar boyu besliyor ki bu ağaç kötü zamana gölge, iyi zamana dalga oluyor; yüzyıllar boyu Ankara halkı, köylüsüyle, esnafıyla, zanaatçı el emekçisiyle kötü günlere dayanıyor iyi güne güneniyor… Ahilik bir eski Oğuz töresidir ki güzel, sağlam köklerini Ankara toprağına, Kırşehir toprağına ve de Orta Asya gülü kokan Orta Anadolu toprağına atmıştır… Birliğin, dirliğin baş kardeşlik diyen Anadolu halkı da bu töreye uyup öyle yaşamış, Ahilik nerede Oğuz kalabalığı varsa orda yayılmış, Ankara’nın Oğuz gülü toprağı olduğunu anlamalı ki Ankara, Kırşehir’den sonra Ahiliğin yayıldığı, gül açıp gönül saçtığı bir toprak olmuş. Bu Ahilik işte, aşta, savaşta kardaşlık deyip varmış yönetimde, devletin direğinde de halk kardaşlığını baş yere koymuş ki ilk Anadolu Türk Cumhuriyeti, Ankara Ahi Cumhuriyeti 1290 yılında böyle kurulmuş…”
Ahiliği kim kurmuş? Ahi Evran Veli… Nerede? Selçuklu Sarayına at yetiştiren güneşli Kırşehir bozkırında… Kimmiş bu Ahi Evran Veli, nereden gelmiş? Bir Türkmen bilgesi… Horasan’dan kalkıp sökün eylemiş… Bir emek ustası… Deriyi, hayvan sırtından çıkma deriyi eğitip mest, çarık, edik yapılacak duruma sokan… Bir gönül ustası: Türkmeni birleştirip örgütleyen… Eli kalem tutar bir ulu bilge: Kuralını, ilkesini yazıp Ahiliğin, fütüvvet -namesinde toplayan…
Demek ki ilkeleri, kuralları var Ahiliğin… Hiç böylesine yaygın bir örgüt olur da kuralı, yolu yordamı olmaz mı! Olmasaydı böyle etkileri günümüze değin ulaşır mıydı? Öylesine tutarlı, öylesine sağlam kurallar… Görelim nice bir kural, yol-yordam örgütüdür adı güzel Ahilik…
Ayaşlı Esat Muhlis Paşa Ankara Ahilerinden Hacı Bayram Veli’nin müridi ve halifesi Bünyamin Veli’den inme bir Ahi idi:
Ahi dedik, önümüzü ilikledik:
– De bakalım, Ahiliğin açığı kaçtır?
– Dörttür
– Say gelsin!
– Eli, yüzü, gönlü, sofrası
– Kapalısı kaçtır
– Üçtür
– Say gelsin!
– Gözü, dili, beli
– Gözü kapalılıktan murat nedir?
– Kimsenin suçunu,ayıbını görmemektir.
– Ekmek yemekte kaç edep vardır?
– On iki
– Say gelsin!
– Oturduğu zaman sağ dizini dikip sol dizini altına ala… Lokmayı önce sağ avurduyla çiğneye… Küçük lokma çiğneye… İki elini birden yağlatmaya… Ağzından bir şey akıtmaya, yere dökmeye, ağzı dolu iken konuşmaya, kimsenin lokmasına bakmaya, başını kaşımaya, sözü kısa söyliye ve hiç gülmiye, yemeğin iyisini konuğa bıraka, yemekten sonra elini yıkaya…
– Söz söylemekte kaç edep vardır?
– Dört.
– Say gelsin!
– Sert söylemiye ki ağzından tükürük saçmaya, bir kişiyle sohbet ederken başka yere bakmaya,sen,ben demeye; siz, biz deye, elini, kolunu sallamaya…
– Yol gitmede kaç edep vardır?
– Sekiz.
– Say gelsin!
– Katı katı kasılarak yürümeye, canavarcıkları ezmiye, dört yanına bakmaya, taştan taşa hoplamıya, yoldan ayrılmaya,kimsenin ardından gözlemiye, büyüğün önüne geçmiye, biriyle giderken bekletecek işlere girişmeye…
– Bir şey satın almada kaç edep vardır?
– Üç.
– Say gelsin!
– Yumuşak söyliye, tadına az baka, aldığını geriye vermiye…
– Beyler, ağalar katına varmanın kaç edebi vardır?
– Beş.
– Say gelsin!
– Vakitsiz gitmeye, büyüklerin hepsine ayrıca ayrıca selam vere, uzak otura, çok söylemiye, öğüt vermeye…
Evet! Ahilik hoşgörüdür, güzelliktir insanı sevmedir, barışçılıktır. Avrupa Orta Çağ karanlıklarında, engizisyon mahkemelerinin hoşgörüsüzlüğü, zulmü altında inim inim inlerken Anadolu’nun güneşli bozkırlarında bir insancıl, barışçıl özgürlük gülü, Ahilik çiçeği açmıştı… Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran Çelebi, Caca Bey, Mevlana, Yunus Emre aynı çağın bilginleriydiler. Avrupa’da Hümanizmanın adı bile bilinmezken Anadolu’da bir insan sevgisi rüzgârı esiyor, Ahilik çiçek açıyordu.
Dr. Emrullah Güney / Dünden Bugüne / Bizim Anadolu / 25 Aralık 2022