Sizin orada da ağustosböcekleri türküler çığırıyor mu?
Bizim burada çığırıyor. Hele ki geceleri… Ağustos’un ortasında havalar serinledi mi ne? Bu gece ağustosböcekleri yaza ağıt yakıyor, güzü çağırıyor gibi.
Montreal’de geceleri yıldızları da göremiyorsunuz. Bilmiyorum, kimsenin usuna düşüp de geceleri gökyüzüne baktığı oluyor mu? Halbuki çocukluğumuzda yaz geceleri dışarıda yatar, başımızı yastığa koyduğumuzda gökyüzündeki yıldız denizinde yiter giderdik.
Sahi nereye götürürdü yıldızlar?
Bu yazımda günlüklerden, güncelerden söz etmek istiyorum. Birçok değerli yazın insanımız değişik biçemde günlüklerini yazmışlardır. Bazıları günlüğün ne olduğunu irdeler, bazıları da günlüğüne ‘ben bu günlüğe şu tarihte başlamıştım, ama işte olmadı…’ gibisinden başlar, günlük yazmanın pek de kolay bir yazın biçemi olmadığının altını çizerler.
Ben de kaç kez yeltendim günlük yazmaya. Ama işte, olmuyor. Hele de teknik konuların içinde koşturunca…
Günlükler bir anlamda sıcağı sıcağına yazılan anılardır ya da yazarın kişisel tarihidir. Kuşkusuz anılarla günlükleri ayırmak gerek, ama birbirinden pek uzağa da düşmezler.
Ne denli öznel olursa olsun, bir gün açıp o günlükleri okuyup nereden nereye ulaştığınızı görme olasılığınız da olur. Özellikle düşünsel anlamda. Günlükler ‘sabah şu saatte kalktım, kahvaltı ettim, şu kişiyi gördüm, şu saatte yattım’ denli yazılar değildir.
Gerçekte yazı yazmak kolay değildir. Günlüklerde bir irdeleme, görüş belirtme, günün yorumu, bir olayın aktarımı olur. Bir de kullanılan bir dil vardır, sözcüklerden ince dizeler dizilir.
Bu yazı yazmak konusundan köşe yazıcılığı konusuna gelmek istiyorum.
Köşe yazısı yazmanın bir sorumluluğu vardır. Kahve lakırdısı değildir o. Bir araştırma, inceleme ürünüdür. Bir de yukarıda sözünü ettiğim gibi dili kullanma yetisi, yükümlülüğü vardır.
Eskiden herkes köşe yazısı yazmazdı. Okuduklarımıza göre özellikle otuzlu, kırklı, ellili yıllarda sadece yazın dünyasında sözü geçen, deneyimi olan, kitapları olan yazın insanları yazarmış. Bizim yetiştiğimiz dönemde de öyle herkes bir köşeye kurulup yazı yazmazdı gazetelerde.
Örneğin Cumhuriyet’te Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Memed Kemal, Uğur Mumcu, Mustafa Ekmekçioğlu, Melih Cevdet Anday’ların yazıları, her biri birer değerli yazınsal ürün ve başvuru kaynağıydı.
Özellikle 90’lardan bu yana bir köşe yazarlığı patlaması, özel televizyon ve radyo yayınlarıyla yorumcular patlaması oldu. Dahası, haber mi sunuyor, yorum mu yapıyor belli değil; hepsi birbirine karıştı. Radio Canada Televizyonu’ndan bir muhabir gelmişti benimle söyleşi yapmaya. Dili bilmediği halde açık olan Türk televizyonundaki haber izlencesine bakıp ‘şu sunucu haber veriyor sanıyorum ama, benim anladığım yorum yapıyor’ demişti. Ağzım açık kalmıştı.
Ayrıca herhangi bir konu hazırlığı, araştırma, inceleme kaygısı duymadan ağızlarına geleni söylüyorlar, kahvede konuşur gibi.
Sevgili Uğur Mumcu’nun dediği gibi, ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi’ oluyorlar. Ne okura saygıları var, ne dile, ne izleyiciye…
Her yayın gazete midir, her köşeye kurulup yazı yazan gazeteci midir?
Varın siz karar verin!..
Bu bir deneme tadında okurlarla hasbıhal yazısıydı.
Sizin orada hâlâ yaz varsa, ağustosböcekleriniz varsa, yararlanın, türkülerini dinleyin…
Gönlünüzden gün ışığınız, gecenizden ay ışığınız eksik olmasın!
Ömer F. Özen / Gözleyi, gözleyi… / Bizim Anadolu / 19 Ağustos 2024