Ulu Önder Atatürk sonsuzluğa göçüşünün 83. yıldönümünde anılıyor.
Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu dünyadan bedensel olarak ayrılışının 83. yılında yurtta olduğu gibi yurtdışında da saygıyla anılıyor.
Genel Yayın Yönetmenimiz Ömer F. Özen Atatürk’ü Anma Günü dolayısıyla şu konuşmayı yaptı:
Değerli dostlar,
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, 83 yıl önce bedensel olarak aramızdan ayrıldı.
O’nu özlemle anıyoruz, ancak yasla değil.
O’nu birlik ve bir dayanışma anlayışıyla anıyoruz.
O’nu her zamankinden daha çok anlamaya ve yapıtlarını, sözlerini, devrimlerini irdelemeye, bize neleri anlatmaya çalıştığının ayırdında olmaya gereksinmemiz var.
Yetiştiği ve kavga verdiği dönemin koşullarını gözümüzün önüne getirirsek, ne gibi zorluklardan geçtiğini daha iyi anlarız.
İçinde yetişmiş olduğu Osmanlı gerçekte 200 yıl önce bitmişti; uzatmaları oynuyordu.
Bunu bilen emperyalistler kendi aralarında anlaşamadıklarından biraz daha ayakta tutmaya çaba gösteriyorlardı.
Ama bu böyle gitmeyecekti.
II. Abdülhamit, Mithat Paşa ve arkadaşlarının hazırlamış olduğu ülkenin ilk anayasası Kanun-u Esasi’ye kurnazlıkla bir madde ekletti; sonra buna dayanarak Birinci Meşrutiyet Meclisi’ni kapattı ve tek adam rejimini sürdürdü.
Son dönemine girdiği belli olan Osmanlı’da, II. Abdülhamit acaba tahtımı kurtarabilir miyim düşüncesiyle ülkeyi kapatıp acımasız bir baskı (İstibdat) rejimi kurarak saltanatını devam ettirmeye çalıştı.
Tek adam olunca, kimseye hesap vermeden emperyalistlere ödünler üzerine ödünler verdi.
Girit, Kıbrıs onun zamanında elden çıktı. Ve Osmanlı en çok toprağı onun zamanında yitirdi.
Rejime karşıtlar ya zindanlarda çürütüldü ya da Fizan, Arabistan gibi ülkenin uzak köşelerine sürüldü, yaşamları söndürüldü. Kurmuş olduğu zulüm düzeninde elbette çıkarcılar da başgösterdi; jurnalcilik aldı başını gitti, kokuşmuş bir düzen hüküm sürmeye başladı.
Mustafa Kemal böyle bir düzene doğdu ve sıkıntıların en kötülerini yaşadı. Ancak hiçbir zaman umudunu yitirmedi. Umudunu yitirmediği gibi koşulları zorlayarak örgütler kurdu, yurdu kurtarmak için çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Birinci Paylaşım Savaşından başlayarak eylemli bir biçimde elde kalan yurdun her yanına koştu, büyük bir direnç gösterdi, zamanın yönetimine aralıksız uyarılar gönderdi.
Emperyalistler, Osmanlı’nın sonunu getirdiklerine inandığında ise, küllerinden doğan bir Anka kuşu gibi ülkeyi yeniden diriltti.
Kurtuluştan sonra, kuruluş gerekecekti.
İşte asıl savaş da orada başlıyordu.
Ekonomik özgürlük, hukuksal devrimler, abece değişikliğiyle ekinsel devrimler, yurttaşın bilincini yükseltmek için okur-yazarlık, toptan kalkınmanın açkısı olan Köy Enstitülerine giden yolun hazırlanışı; safsata değil, bilimsel verilere dayalı tarih öğretimi, toplumsallığı öne alan fabrikaların kuruluşu (basma, şeker fabrikaları, ayakkabı fabrikaları), toplumun hem görünüş ve hem de anlağını (zihniyetini) yükseltmek için, dil ve tarih kurumlarının çalışmaları birbiri ardına yaşama geçirilmeye başlandı.
Yitirilecek bir an bile yoktu. Ve bunların çoğu on beş yıllık bir süre diliminde gerçekleştirildi.
Dönemin yeni buluşu havacılığın önemini ilk anlayanlardan biri olan Mustafa Kemal Atatürk, bu yeni alana önem verdi; ve daha 1930’larda uçak fabrikaları, motor fabrikaları kuruldu, yurtdışına satışlar bile gerçekleşti.
Karşı devrimciler hiçbir zaman eksik olmadı.
Her fırsatta yeniliklerin önüne set çekmeye çalıştılar, O’nu öldürmeye bile yeltendiler.
O günlerde olduğu gibi bugünlerde de hâlâ onun yapıtlarını küçümseyenler, yapıtlarını ters yüz edip değersizleştirmeye çalışanlar, dün olduğu gibi bugün de, yarın da hezimete uğrayacak ve tarihin çöplüğünde yitip gideceklerdir.
İşte bu nedenle, bugün her zamankinden daha çok uyanık durmaya gereksinmemiz var. Birlik ve dayanışma içinde, bilimden uzaklaşmadan, laik Cumhuriyetimizi sonsuza dek yaşatmak için canla başla çalışmalı, kafa karışıklıklarına yenilmeden yeni kuşakları yarınlara hazırlamalıyız.
Sözlerimi ulu Ozan Nazım Hikmet’in dizeleriyle bitireyim:
“Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Teşrinlerinde,
İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :
Mayıs ortalarından
Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar…
Adana,
Antep,
Urfa,
Maraş :
düşmüş
dövüşüyordu…
Ateşi ve ihaneti gördük.
Ve kanlı bankerler pazarında
memleketi Alaman’a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için…” **
** Nâzım Hikmet Ran / Kuvayı Milliye Destanı’ndan
Ömer F. Özen / Bizim Anadolu / 10 Kasım 2021
Şu haber ve yazılarla da ilgilenebilirsiniz: