10 Kasım
Çeşitli apartman boşluklarında kurduğumuz evciliklerden, sokak arası oyunlardan, arkadaş peşinde köşe kapmaca, saklambaç, yakan top, dalya derken…
Çeşitli apartman boşluklarında kurduğumuz evciliklerden, sokak arası oyunlardan, arkadaş peşinde köşe kapmaca, saklambaç, yakan top, dalya derken…
Okul yollarında yürüme yaşım gelip çatmıştı.
Anaokulu serüvenimin ilk gününde beni en çok;
Ne sınıf, ne sınıfın dekorları, ne sıralar, ne de renkli minderlerden yapılan oturma köşesi ile hayallerimizin konuştuğu kukla köşesi etkilemişti.
Beni en çok,
Öğretmenim’in omuzlarına dalga dalga inen ipeksi saçları büyülemiş ve akşam olup da babam’ın,
“Ee anlat bakalım sınıfını sevdin mi?”
Sorusunu da “Öğretmenim’in saçlarını daha çok sevdim.” diyerek cevaplamış ve anneme de iki arada tembihlemiştim.
“Okul çıkışı beni almaya gelirken artık saçlarını tepesinde topuz yapmayacak, öğretmenim gibi, dalga dalga omuzlarına bırakacaktı…”
Sınıfa alıştığım sonraki günler, öğretmenimin kitap okumasına hayran kalmış ve okumayı çözdükten sonra satırlarımın iç sesi olmaya bir süre devam etmişti.
Ertesi yıl,
Teğmen Kalmaz İlkokulu’nun birinci sınıfı’nın ilk gününde, ana girişteki geniş beş basamaklı merdivenleri çıkıp, boylu boyunca iki kanatlı açılan cam kapıları omuzumla itip, okul’un koridoruna adım attığımda, daha önce orada olmayan ve o yıl duvara asılan en az kapı kadar büyük Atatürk’ün takım elbiseli boydan resmi beni karşılamıştı.
Derin, kararlı ve bir o kadar da dik duruşu sanki insanı hizaya getirir gibiydi ve hatırlıyorum, karşısında bir kaç dakika sessiz ve hareketsiz öylece kalmıştım.
Resmin altında el yazısı ile;
“EY YÜKSELEN YENİ NESİL, GELECEK SİZİN ESERİNİZ OLACAKTIR!” Yazıyordu.
Günlerimiz müfredat’ın seyrinde sakin sakin ilerlerken sınıfımıza Ankara dışından konuşkan, hareketli muzur bir arkadaşımız gelmiş ve sınıf huzurumuz neredeyse kaçmıştı.
Her ders kendisini uyarmaktan yorulan öğretmenimiz de tek çare olarak Kenan’a on dakika sınıf kapısı önünde dikilme cezası vermiş, on dakika sonunda da içeri çağırmamı benden istemişti…
Ama Kenan kapı önünde değil, heybeti ile duvarımızı kaplayan, Atatürk’ün ayaklarının tam dibindeydi.
Beni görür görmez çabuk ve aceleci hareketlerle önlüğünün yakasını boynuna göre ayarlayıp başını hafifçe geriye itip, Atatürk’ün derin bakışlı mavi gözlerine bakmaya çalışarak usulca, “SÖZ” diye mırıldanıp, koşarak benden önce sınıfa girmiş ve beş yıl boyunca değişmeyen arkadaşlarla, değiştirdiğim sıralarda bu Kenan’ın son aldığı ceza olmuştu.
İlkokul’un son 10 Kasım etkinliğinde Kenan ezbere okuduğu şiirinin ardından, her zaman yaptığı gibi konuşamadan duramamış ve bütün okula itiraf etmişti…
“Ben” dedi, “şu resmin altında, Atatürk’e öğretmenimi üzmeyeceğime ve çalışkan bir öğrenci olacağıma SÖZ verdim. Sözümde duracağım.”
Kenan teşekkür belgesi alarak bitirmişti söz verdiği ilkokulu ve bu süre içinde de çok tanık olmuştuk boyunun ancak yettiği “O RUGAN AYAKKABILARA” kapanarak için için ağladığını…
Çocukluk işte, nereden bilelim, bitirdiği yıl duymuştuk babasız olduğunu.
*
Biz onu baba bildik.
Görmeden sevdik.
Görmeden inandık.
Görmeden onu ve gurur duyduk.
Ve her geçen gün daha çok özleyerek, şükran ve minnet duyarak gözyaşı döker olduk.
*
Benim seninle ilgili anılarım hep çocukluğum.
Oturduğumuz evin önündeki kaldırım taşlarında ellerimde bayraklarım hevesle beklediğim Fener alaylarım…
Stadyumlardaki 19 Mayıslarım…
Hipodromlardaki 23 Nisanlarım…
Resmi geçit törenleriyle 29 Ekimlerim…
En hüzünlüsü her yıl hayalimdeki Aslanlı Yol’da, babam ve annemin elinden tutarak peşine takıldığım bir sürü amca ve teyzelerle yürüyerek huzuruna geldiğimiz…
Herkes her şey yazdı adına açılan hatıra defterine, ben de yazmak isterdim bugüne kadar yazılmamış bir cümle;
“ATAM,
Seni huzur içinde uyutmadık ne olur affet, affet sen bizi…”
İçTen
İçten Külünk / Bizim Anadolu / 10 Kasım 2019