Press "Enter" to skip to content

Umutlar Kar Altındadır

Umutlar Kar Altındadır

 

Size de olur mu bilmem; hani oturur bir pencere kıyısında, dışarıda incecikten yağan kara bakarken kendi içinizde bir yolculuğa çıkmak gibi…

Hani, yanı başınızda kıvrılmış kedinizin başını okşarken, çocuklarınızı; o sizin kanınızdan olanı olmayanı, yakın uzak, ama sorumluluğunu duyduğunuz çocuklarınızın büyüyüp ayakları üzerine duruşunu izlemek gibi…

Başkalarına kendinizi anlatmak, günlük yaşamın içinde birilerini kandırmaya çalışmak yerine, kendi içinizde yanlışlarınızı itiraf etmek gibi…

Çiğliğinizi görüp de, başkaları için değil, Yunus Emre örneği pişmeye çalışmanın onurunu yaşamak gibi…

Afrika’da bir lokma yiyecek, bi yudum su yoksunluğundan kırılanları, evrenin başka bölgelerinde tam bir saflıkla özgürlük ardında, sadece daha iyi bir gelecek arayan, ama bitakım güçlerin oyununa piyon, kukla olanları iki saatlik bir filmde izler gibi…

Sonra, sonra, komşunun ne tür acılar içinde kıvrandığını bilememek, umursamanın usuna bile gelmemesi gibi…

Böyle, önü sonu olmayan bir evrene bir biçimde düşmüş olmanın nedenselliği içinde kıvranırken, önemli olanın varacağın yerin değil, oraya varmak için verdiğin onurlu kavganın seni kişioğlu ya da kızı yaptığının ayrımına varmak gibi…

Yaşamak soluk almak mı, yoksa o aldığın solukla neyi ne için yaptığını ve o yaptıklarının kim için olduğunu sorgulamak mı?

Evrendeki her olayın görece olduğunun ayrımına varmanın acısını içinizde duydunuz mu?

Ben ben miyim, siz orada mısınız, siz misiniz? Neye göre sizsiniz, siz kimsiniz?

Bunları kim hangi felsefeye göre yorumlayacak; görecelik mi, varoluşçuluk mu, yapısalcılık mı?

Seçin seçebildiğinizce… Sonuçta bir varsınız, bir yoksunuz.

Kazancı Bedih’in yorumladığı gazel geliyor usuma:
“Cihana sığmamışken bir mezara sığdı İskender
Varıp baksan o da şimdi kırk bin pareye dönmüştür”

Diyeceğim; sorular bol, kendinden, çevresinden, toplumundan, evrenden, çağından sorumlu olanlara…

Yeter ki, namusluca, onurluca o soruları sormak, sorabilmek ve ne yaptığının ayrımına varabilmek…

Onunla yetinmemek; gerekeni gerektiği gibi yine onurluca yerine getirmek…

Kendimize öylesine duvarlar örüyoruz ki; benliğimizi o duvarlara tutsak kılarken, o duvarların içinde olduğumuzu bile bilememek başlı başına bir acı değil midir?

Hani yine o ulu ozanın dediği gibi; “derya içredirler, deryayı bilmezler…”

Gregoryen takvimine göre bir dönüşümün içinde olduğumuz bugünlerde ben bunları düşündüm.

Günlük siyasetin içine girmeden, kendi yaptığımın sorumluluğuyla geleceğe, her türlü olumsuzluğa karşın, umutla baktığımı,
“babamdan ileri, çocuğumdan geri” olduğumun bilincinde olarak…

Uzakta yakında, evrenin değişik yerlerinde onurlu devinimlerini sürdüren, böyle bir Bizim Anadolu’yu var eden tüm dostlara yirmi birinci yılımızda selam olsun!
“Kar altındadır
Örtülü tüm umutlar
Sevinçler kar altındadır
Yeşil baharı bekler
Çiçekler kar altındadır
Hayvanlar uykuda
Filizler dinlencede
Günceler kar altındadır
Başkaldırısıyla ısınır gönlüm
Asi çam kar altındadır
Yüreğim yol bulur bahara
Akar da akar
Kar altındadır”

 

 

Tüm Yazıları»

Ömer Özen / Bizim Anadolu / Ocak-Şubat 2015

 

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...