Türk tangocular dünyada ses getiriyor
Dünyada Türk tangocular ses getiriyor. İkincisi geçtiğimiz günlerde düzenlenen Montreal ‘Festivalito Turco’ tam bir tango şenliğine dönüştü.
Bunları yaratanlarla tanıştık, konuştuk. İşte ‘Festivalito Turco’yu yaratan Burak Özkösem’in anlatımları:
Burak Özkösem
Adım Burak Özkösem. 1977, Ankara doğumluyum. 2002’de Şikago’ya taşındım. Montreal’e McGill Üniversitesi’nde doktora yapmak için 2010 yılında geldim. Geçen sene Deneysel Cerrahi üzerine doktoramı bitirdim.
Eşim Kristin ile burada tanıştım. Ben doksanların başından beri tango yapıyordum. Tangoya Şikago’da da devam ettim. Buraya geçince yeni bir stüdyo bulduk, eşimle güçlerimizi birleştirdik ve 2011 yılında da Sosyal Tango Kulübü’nü açmış olduk.
Şu anda gayet iyi gidiyor. Tango dans partilerimiz var. Bu yıl ikincisini düzenlemiş olduğumuz Festivalito Turco adıyla Tango Festivali’ni kurduk. İstanbul’dan çok ünlü bir çifti davet ettik. Burada dj arkadaşlarımız var; amacımız özellikle Kuzey Amerika’daki Türk tango dansçılarımızı buraya toplamak. Çünkü dünyaca ünlü çok iyi tango sanatçılarımız var. Amacımız başka arkadaşlarımızla da tanışıp toplumumuzda var olan hoşgörü ve konukseverlik geleneğimizi herkesle paylaşmak, İstanbul’u ve Türkiye’yi tanıtmak… Gitmek isteyen çok kişi var, ancak kimseyi tanımadıkları, bilmedikleri için çekingen durabiliyorlar. Mutfağıyla, müziğiyle, insanlarıyla olabilir tanımak. Bunları birleştiren de tango…
Bu arada sadece Türk değil kuşkusuz, Balkanlardan Arnavut arkadaşlarımız, Bulgar, İranlı arkadaşlarımızla da güzel bir birliktelikle bu etkinliklerimizi sürdürüyoruz.
– Tango aşkı nasıl başladı?
– Tango bir tesadüf sonucu başladı aslında. Biz salsaya başlayacaktık. Türkiye’de üniversite kampuslarında (yerleşkelerinde) Latin dans kulüpleri var. Buradaki üniversitelerde ne yazık ki pek rastlamıyoruz ama, orada bunlar çok yaygın. Dolayısıyla kim başlıyorsa tangoya Türkiye’de, üniversitede öğrenciyken başlıyor. Şimdi artık Türkiye’de birçok tango etkinliği, festivali var. Birçok tango okulu ve yüzlerce tango hocası var. Ancak 90’lı yılların sonunda, dediğim gibi üniversite öğrenci grupları içinde başladı tango olayı. Bizim bir Metin Yazır adında hocamız vardı, Almanya’da yaşıyordu; bize Amerika üzerinden geldi ve gerçek anlamda o başlattı Türkiye’de tango dansı olayını.
Ben ikinci kuşağım bu konuda. Bizden önceki hocalarımızdan öğrendik ve dallanıp budaklandı, herkes kendi okulunu açmaya başladı; bugün Kanada’dan Amerika’ya, Yeni Zelanda’ya kadar Türk tangocular dünyaya yayılmış bulunuyorlar.
– Gördüğümüz kadarıyla hem Kuzey Amerika’da hem de Avrupa’da Tük tangocular oldukça gözde olmaya başlamış; hem gösteri hem de öğretme konusunda artık belirli bir yerleri var. Bunları neye bağlıyorsunuz?
– Gerçekte bunun sırrını kimse bilmiyor. Hani biz iyiyiz de, neden böyle pek bilinmiyor. Ben bunu Akdeniz kültürüne bağlıyorum. Tango bir biçimde bizim kültürümüze girmiş durumda. Dikkat edin, hemen her bir Türk dizisinde, bir Türk filminde mutlaka tango vardır. Bugün Arjantin bile artık tangoyla pek ilgilenmiyor. Biraz da onlara acı günleri anımsatıyor. Şoförler bile bıkmış, artık tango çalmıyorlar arabalarında. Dolayısıyla gerçek anlamda kimse bilmiyor bunun sırrını. Bir yandan Akdeniz kültürü diyoruz ama, örneğin Yunanistan’a bakıyoruz. Çok iyi dansçıları var, ancak bu konuda pek de görünmüyorlar. Fransa, eh işte diyoruz. Bu arada Lübnan’da iyice gelişmeye başladı. Orada da bizim arkadaşlarımızın gözetimi altında oluyor. Mısır’da falan zaten yok. Dediğim gibi tam olarak neden Türkiye bu kadar gözde oldu bilmiyorum. Ama bizde Arabesk var. Örneğin Orhan Gencebay’ın, Emrah’ın ya da Müslüm Gürses’in şarkılarını tangoyla karşılaştırırsanız aynı olduğunu göreceksiniz.
– Bilindiği gibi tango özellikle 1800’lerin sonunda Güney Amerika’ya göç edenlerin arasında kendiliğinden doğmuş, daha sonra öğretiye dönüşmüş bir dans türü. Yeni bir dünyaya ayak basan yoksul göçmen toplulukların umutları, umutsuzlukları, dışlanmışlıklarının bir tür ezgisi midir tango, ne dersiniz?
– Evet, bildiğiniz gibi İrlandalılar falan Kuzey Amerika’ya göç ederken, işte Çinliler demiryollarında çalışmak üzere göç etmişken, İtalyan, İspanyol gibi genelde Akdeniz insanı da Güney Amerika’ya göç ediyor. Arjantin, tabii bizim ülkemizle kıyaslamaya kalkarsak çok çok yeni bir ülke. Ama örneğin Buenos Aires bir zamanlar dünyanın 7. büyük kenti ve kadın nüfus 1/8 oranında. Çünkü genelde erkekler çalışmak için gelmişler. Bu insanlar romantizm arıyorlar, yoğun bir özlem var, annelerini, babalarını, yuvalarını özlüyorlar. Bayağı bir sıkıntı var.
– Peki Türkiye’de bu dansın yoğun biçimde gözde olması yeni bir toplumsallaşma akımı olabilir mi? Bir önceki dönemde arabesk ve özgün türkü akımı koşut olarak toplum katmanlarında yerini alırken, 90’ların sonunda yeni kuşak çağdaşlaşmanın bir aracı olarak tangoya mı sarıldı acaba?
– Bildiğiniz gibi tango bir zamanlar daha çok işçi, yoksul kesimin, bıçak taşıyan insanların kirli diye tanımlanan gece kulüplerinde dans ettiği, kendini ifade etme aracı bir danstı. Daha sonra Fransa’ya, Paris’e giden bazı öğrenciler bu türü Avrupa’ya getiriyorlar. Orada başka biçimde algılanıyor ve tango artık salonlara çıkıyor. İnsanlar daha şık giyinip özenerek, bezenerek bu dansı yapmaya başlıyorlar. Daha sonra da Arjantin’e dönen öğrenciler tangoyu bu yeni biçimiyle topluma tanıtmaya başlıyorlar. Nasıl 50’lerde rock-n-roll gözde idiyse, 30’larda da tango oldukça gözdeymiş.
Tango bizim ülkemizde daha çok müzik olarak dinlenmiş uzun süre. Bu da Güney Amerika değil de Avrupa tangosu olarak izlenmiş. Tanju Okan’lar falan bu türün temsilcileri. Biz siyasal olarak da çok şey paylaşıyoruz Arjantin ile. Her on yılda bir onlarda da darbe oluyor, bizde de oluyor. 1955’te tango yasaklanıyor. Çünkü insanlar tango gecesine gidip, arka odada bir sonraki gün nerede ne protesto yapacaklarını konuşuyorlar. Askerler bunu keşfediyor ve yasaklıyor. 1985’e kadar Arjantin’de tango yasak. Turistik amaçlı olursa, örneğin gidip Japonya’da tango yapacaksan izin veriyorlar.
Türkiye’ye gelmesi de bir onbeş yıl alıyor. 1997’lerde falan Türkiye’de milonga dediğimiz tango geceleri düzenlenmeye başlıyor. Ben tango öğrenirken üç yıllık falandı.
Türkiye’de şimdi tango festivalleri yapılıyor
– Dünyanın en büyük tango festivali şimdi Türkiye’de yapılıyor. Bell Centre’ı düşünün, o kadar büyük bir salonda iki ayrı büyük orkestra ile üç bin kişilik tango festivalleri düzenleniyor. Eşref’ler geçtiğimiz günlerde yapılan tango festivali için Arjantin’den 58 kişilik tango orkestrası uçurdular. Muhteşem gösteriler, dersler düzenlediler.
– Avrupa’dan gelenler oluyor mu?
– İnanılmaz ölçüde… Otobüsler dolusu insanlar tango festivali için Türkiye’ye akın ediyor.
Bülent Karabağ
İstanbul Kartal doğumluyum. 1986 yılında Kanada’ya geldim. Grafiker/Karikatüristim. Uzun yıllar dizayn yaptım. 1995 gibi tangoya başladım. Bir ara çizgi film işinde çalışıyordum. O zamanlar Cinar diye bir firma vardı, uzun yıllar orada çalıştım. Sonra bıraktım, tangoya başladım. Bir onbeş 20 yıldır tango yapıyorum.
– Tango’ya nasıl başladınız?
– O şöyle oldu. Grafik işinde çalışırken benden daha yaşlı Arjantinli bir iş arkadaşım vardı. Gece sekizlere kadar falan çalışırdık. Bi akşam gel dedi işten sonra gidip bir yemek yiyelim; ve beni Arjantin lokantasına götürdü. Yemekten sonra baktım insanlar dans ediyor. Bir hoca eşliğinde dans ilgimi çekti. Yanımdaki arkadaşıma sordum, bunun tango dansı olduğunu söyledi. Ben de yapabilir miyim diye sordu. Neden olmasın dedi ve beni hocayla tanıştırdı.
Daha sonra hoca ben sık sık aramaya başladı. Ben çekiniyordum. Ama bir gün bu kadar ısrara dayanamadım ve gittim kendisinden ders aldım. Bir süre sonra beni beğenmiş olacak ki, bana asistanlık yapar mısın diye sordu… Ve benim böylece tango serüvenim de başlamış oldu.
– Adınızı çok duyduk, tanışma fırsatımız ancak oldu. Ne kadar kaldınız Montreal’de.
– 1986 yılından beri Montreal’deydim. Beş yıl önce Toronto’ya taşındım.
Burada Tango fabrika diye bir oluşum kurmuştum, burada çok tango festivalleri düzenledim. Daha sonra ortağımla Tango Fabrika’ya kapadık. Ben yurtdışında tango dersleri vermek amaçlı gezilerde bulundum, Hong Kong’a kadar gittim.
– Neden Toronto?
– Toronto’da hem öğrencilerim hem de arkadaşlar vardı. Beni oraya davet ettiler. Demek ki bir ihtiyaç varmış.
– Latin kültürü açısından Montreal daha uygun değil miydi?
– Bir sanatçı olarak değişiklik istiyordum. Montreal’de istediğim her şeyi yaptım gibi geldi bana. Toronto’ya açılmak istedim. Orada Ocho Fest’i (Festival Sekiz) Eylül ayında düzenliyoruz her yıl. Derslerimiz P.tesi, çarşamba ve Cuma günleri devam ediyor.
– Türklerin tango konusunda önemli bir yere gelmesini neye yoruyorsunuz?
– Evet, bizim arkadaşlar temelini çok iyi almışlar. Türkiye’de tangonun öncüsü Metin Yazır hoca oldu. Ben de başlamıştım bir ara orada. Dansı öğrenen insanlar çok genç. Genç insanlar çok daha çabuk öğrenebiliyor. Kolaylık da oluyor.
Bir de Türkiye’de önemli bir potansiyel var. Ayrıca örneğin burada hemen herkes ders verebilirken Türkiye’de sertifikan olmazsa ders veremiyorsun. Kuşkusuz sertifikası olan hocanın da iyi tango öğrettiğine güveniyorsun. Dansı iyi bildiğini bilirsiniz.
– Buradan ilerisini nasıl görüyorsunuz?
– Bundan sonrası benim için dansı daha iyi yapmak. Elbette dersler devam edecek ama, benim amacım, şu anda neredeyse tekim ama, daha ileriye taşımak ve bir gün Arjantin’de yapılan büyük yarışmalarda önemli dereceler almak.
Eşref ve Vanessa
– Hoş geldiniz. Bize kendinizi tanıtır mısınız kısaca?
– Adım Eşref Tekinalp. Giresun doğumluyum. 11 yaşımdan sonra İstanbul’a taşındık. Bir memur çocuğuyum. Annem-babam öğretmen. İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendislik Bölümü mezunuyum. Bir süre Çevre Mühendisliği mesleğini yürüttüm. Çevre Mühendisi olarak çalışırken 2002-2003 yıllarında dans etmeye başlamıştım. Bir süre sonra ders de vermeye başladım. Bu arada kendi işim beni bıraktı. Çinliler yüzünden fabrikamız iflas etti. Bazı malzemeler üretiyorduk ve Çinliler bizden çok çok ucuza yapıyordu. Dolayısıyla fabrikamız o yüzden kapanmak durumunda kaldı.
Sonra bir anda kendimi tango içinde buldum ve ona daha fazla zaman ayırmaya başladım. Bir arkadaşımla beraber tango okulu kurduk ve devam ettik.
– Tango mu sizi buldu, siz mi onu buldunuz?
– Eski eşim bir gün söz etti, Almanya’dan bir adam gelmiş, bir haftada tango öğretiyor, gidelim dedi. Ben pek istemiyordum ama onu kıramadım ve gittim. Denedim ve dansı sevdim. Bunun yanında bir arkadaş grubumuz oldu ve onların da etkisiyle tango aşkı iyice yerleşmiş oldu. Birlikte Arjantin’e gittik.
– Özellikle Türkiye’de bir tango kültürü oluşmaya başlamış ve profesyonel olarak büyük bir devinim var; festivaller düzenleniyor. Bize bunlardan söz eder misiniz?
– Şöyle bir şey var: Türkler çok iyi dans ediyor. Hatta şöyle bir görüş var; dünyada Arjantin’den sonra en iyi tango yapan ülke konumuna gelmiş durumda. Hem sayı hem de kalite olarak dünyada sesini duyurdu Türkiye.
– Peki neye bağlıyorsunuz bunu?
– Bilmiyorum, belki Arjantin’le aynı sosyo-ekonomik şartlara sahibiz, onun bir etkisi olabilir. Şu da olabilir; Türkiye’de gençlerin Avrupa, Amerika’da olduğu gibi sosyalleşme olanakları pek bulunmuyor. Burada işte gençler için tango bir araç haline geliyor. Gerçekten gençler çabuk öğreniyor ve çok iyi dans ediyorlar, bu onlar için de bir aşama oluyor.
– Bu akım yeni kuşaklar arasında ‘çağdaşlaşma’nın bir aracı olarak mı görülüyor acaba? Bunun bir etkisi olabilir mi?
– Olabilir ancak. Ama öyle bir durumda Avrupa’nın bizden çok daha iyi olması gerekirdi. Bir de çağdaşlaşmaya olan tutkumuz, Avrupa’ya oranla eksikliklerimizi duyumsamakla oldu sanırım. Bence şu da var; örneğin gençler Avrupa’da olsalardı, sosyalleşme için daha değişik seçenekleri olabilirdi. Bu olanaklar, seçenekler Türkiye’de daha az. Bu nedenle Türkiye’de daha kaliteli bir dans ortamı oluşmuş olabilir.
– Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla dışarıya açılan Türk insanı için de bu dansın neredeyse ortaya çıkmasının başından beri bir tango geleneği oluşmuş biçimde.
– Evet, Fehmi Ege’ler falan tango müziğini kitleleri tanıtan önemli bir kuşaktı. İşte 90’ların sonunda ise Türkiye’de yeni kuşak dansıyla hem tanıştı hem de daha yaygın hale getirdi. Şimdi Türkiye’de, özellikle İstanbul’da çok önemli tango dans festivalleri yapılıyor. Hatta Arjantin’dekilerden daha büyük. 1500 – 1600 kişi geliyor, Çırağan Sarayı’nda geceler oluyor.
– Avrupa’dan gelenler oluyor mu?
– 52 ayrı ülkeden insanlar geliyor. Türkiye’deki tango festivalleri çok ülke insanını bir araya topluyor. Bu ara bazı olaylar nedeniyle biraz sakin ama, Avrupa insanı bile tango öğrenmek için Türkiye’ye geliyor. Tango giysileri, tango dans ayakkabıları satın almak için Türkiye’yi tercih ediyorlar. Böyle bir sektör de oluştu. Arjantin uzak, oraya gidemiyorlar ama Türkiye kapı komşu, gelip uygun fiyata kaliteli bulabiliyorlar. Hemen her akşam mutlaka bir tango gecesi vardır. Çok iyi hocalar var. Üreticiler çok iyi şeyler ortaya çıkarıyorlar. Çok iyi bir sektör oluştu İstanbul’da.
– Bülent Karabağ’ın dediğine göre Türkiye’de herkes ders veremiyormuş, ancak sertifikası olan hocalar ders verebiliyormuş. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?
– Evet, Türkiye’de bir dans sporları federasyonu var. Buralarda çeşitli danslar yapılıyor ve yurtdışı festivallere, yarışmalara dans sanatçıları gönderiliyor. Birkaç yıldan beri bu federasyona tango da katıldı ve ‘denetim altına alalım, nitelikli dans eğitmenleri yetişsin, bunlara sertifika verelim; herkes kafasına göre ders veremesin’ denildi. Bu ilk kez Türkiye’de oluyor örneğin. Dünyada bir örneği yok. Böylece daha nitelikli tango dersi alabiliyor insanlar.
– Peki Montreal bağlantısı nasıl oldu?
– Türk tangocular sadece Türkiye’de ve Montreal’de değil. Dünyanın hemen her yerine gidiyorlar. Bu tango festivallerini düzenleyenler Türk insanı ve işlerini çok çok iyi yapıyorlar. Montreal’de Burak Özkösem arkadaşımızın düzenlemiş olduğu Festivalito Turco da bu önemli festivallerden biri. Bizi davet etti sağolsun, geliyoruz. Ama biz sadece buraya da gelmiyoruz, Beyrut’a, New York’a Yunanistan’a, Avrupa’nın çeşitli ülkelerine, Rusya’ya, Japonya’ya kadar gidip dans ediyoruz., ders veriyoruz. Ve Türk konukseverliği, ağız tadını tangoyla birleştirip yeni güzel bir karışım yapabiliyoruz. İnsanların da çok hoşuna gidiyor.
Ve akıcı bir Türkçe konuşan Vanessa ile sohbet…
– Vanessa sizi tanıyalım biraz da isterseniz. Güzel, akıcı bir Türkçe konuşuyorsunuz. Bu Türkçe aşkı nereden geldi?
– Ben ilk kez tango için Türkiye’ye gittim. Ders vermeye gittim. O zamanki partnerimle daha sonra yollarımız ayrıldı ve Türkiye’yi de sevmeyi öğrenmeye başladım. Kalmaya karar verdim. Hayatımı orada kurdum.
– Ne kadar zamandan beri Türkiye’desiniz?
– 13 sene oldu. Ben Fransa’dan, Bordeau’dan gittim. Şimdi Türkiye’de yaşıyorum.
– Tangoya nasıl başladınız?
– Çocukken annemle, babamla salon dansları yapıyorduk zaten. Bir gün annem Arjantin tangosu yapmaya karar verdi ve hepimizi götürdü. Onbir yaşındaydım ve hiç istemiyordum aslında. Ama başlamış olduk. Dans ederek daha çok sevdim. Ancak Türkiye’ye gidip orada yapılan dans seviyesini görünce daha çok sardım.
– ‘Daha çok sardım’ diyor Vanessa! Hem de güncel konuşma dilini kullanarak. Bu kadar güzel ve akıcı Türkçe nasıl oluştu? Herhangi bir ders aldınız mı?
– Hayır, herhangi bir ders almadım. Önceleri tango dersi vermek için kullandım, daha sonra da ortam içinde gelişti diyebilirim.
– Tangoyu herkes yapabilir mi? Belirli, zor diyebileceğimiz kuralları var mı?
– Bence başlarda yürümesini bilen herkes yapabilir. Daha sonra kişinin hangi seviyeye kadar çıkmak istediğine bağlı olarak, kendini daha fazla verebilir, daha değişik figürler öğrenmek için kendini zorlayabilir. Ama dediğim gibi sosyal bir etkinlik olarak herkes yapabilir.
– Biliyorsunuz Türkçe’de bir deyim vardır. ‘davulun sesi uzaktan hoş gelir, ancak içine girince oynaması zor olur’. Bu da sanırız böyle bir şey. O kadar da kolay değil dans etmek.
– Biraz dikkat etmek gerekiyor elbette. Kadınlar aşağı yukarı üç ayda öğrenebiliyorlar. Erkekler için bu daha çok zaman alıyor.
– Neden? Erkekler yoğunlaşamıyorlar mı?
– Erkeğin yapması gereken daha çok şey var. Partneriyle frekansı yakalaması, onu yönetmesi, müziği dinlemesi, alana kontrol etmesi gerekiyor vb… O nedenle erkeğin işi daha zor. Kadınlar için ilk başlarda daha kolay, onlar için de daha sonra zorlaşabiliyor.
Ömer Özen / Bizim Anadolu / Nisan 2016
Paylaşın, dostlarınızın da haberi olsun…