Press "Enter" to skip to content

Necati Cumalı İle Bir Gün

Necati Cumalı İle Bir Gün…


Gülüyor…

Dostum, gerçekten emin misin coğrafya eğitmeni olduğuna !”

Yaşı altmışa yakın olsa da aydınlık, temiz yüzlü… Gülünce çocuksu bir güzelliğe kavuşuyor. Bunca kitap yazmış, ünü yurt sınırlarını aşmış, buna karşın engin gönüllü…

Şair, romancı, öykücü, tiyatro eseri yazarı, deneme-eleştiri yazarı…Meslek olarak da hukukçu…

Kimden söz ediyorum ?

Necati Cumalı… Ahmet var başta, pek bilen çıkmaz.

…………………………

1978… Ürgüp Belediye Başkanı Cemal Seymen (Eczacı-Hukukçu) haber göndermiş:

Emrullahcığım, Necati Cumalı Bey geldi. Seni de aramızda görmek istiyoruz. Vaktin varsa Belediye’ye kadar gelebilir misin?”

Ne demek! Vakit yoksa da yaratılır. Necati Cumalı beldemize gelmiş. Kaçırılacak fırsat mı bu?

Başkanlık odasına giriyorum. Kalabalık. Tam o anda duyuyorum.

Ay Tutulduğu Gece’yi okudum” diyor Cemal Bey.

Ben araya giriyorum.

Özür dilerim. Ukalalık olarak alma Başkan” diyorum. “O kitap konuğumuzun değil, Kemal Bilbaşar’ın romanıdır. Sanırım, Ay Büyürken Uyuyamam’ı kastettin. O da roman değil, öyküler toplamıdır.”

Konuğumuzla göz göze geliyoruz. Cemal Bey gülümsüyor. Cumalı’ya dönüyor.

Hah, işte geldi. Ürgüplü değil, ama eniştemiz. Tanıştırayım.”

Engin gönüllü yazar. Ayağa kalkıyor. Ben mahcup oluyorum. El sıkışıyoruz. Gözlerinin içi gülüyor. Oturuyoruz yan yana.

Sıcak, hoş bir ortam. Çaylar geliyor. Kahvehane ürünü değil, özel demlenmiş çay…

Efendim, Ürgüp’e hoş geldiniz” diyorum. Gülümsüyor.

Cemal Bey bir yandan kasaba insanlarıyla, onların sorunlarıyla ilgili görüşüyor, bir yandan da yazarımıza Ürgüp’ü tanıtan sözler söylüyor.

Cumalı, ilgiden mutlu. Sevildiğini anlıyor, biliyor.

Efendim” diyorum. “Benim derslerimde izlediğim bir yöntem var. Her dersin ilk 5 dakikasında şiir okurum. Sizin kitaplarınızdan seçtiğim çok sayıda şiiri de okumuşuzdur. 1971’den bu yana öğretmenim. Yıllar önce okulunu bitirmiş öğrenci, anlattığım konuları unutmuştur, ama o şiirli ders başlangıçlarını hep anımsar.”

Gülümsüyor Cumalı.

Sağolun, vaar olun” ! diyor. “Ne mutlu! Güzel bir eğitim yöntemi. Bunu bir denememde, Ürgüp’le ilgili hazırlayacağım yazımda değerlendireceğim.”

Cemal Bey duyuruyor:

Saat 13 oluyor. Hadi buyurun, acıktık. Gidip yemek yiyelim.”

Kalkıyoruz. Dışarı çıkıyoruz. Ilık bir gün. Güz renkleri. Işıklı bir ortam. Merdivenlerden inerken Cumalı, durup Ürgüp’e, Temenni Tepe’ye bakıyor. Başkan, O’nun baktığı yerlerin adını söylüyor.

Bir fırının arkasında boşluğa masalar, sandalyeler koymuşlar. Lüks bir yer değil. Belki de konuğumuz böyle bir yeri yeğlediğini söylemiştir.

Önce Cumalı’ya nasıl pide istediği soruldu. “Peynirli” dedi. Bekledik. Biz de aynısından istedik. Konuğumuz kemerli tavana bakıyordu. İnceleyici bir özenle… Geldi pidelerimiz. Sormadan çay da getirdiler. Keyifle, tad alarak yedik yemeğimizi, içtik çayımızı.

Çıkarken, bir de baktık hesabı ödemek istiyor Cumalı.

Aman Üstadım, siz konuğumuzsunuz” dedi Başkan.

Müsaade edin, garsona bahşiş bırakayım” dedi.

Cemal Bey ona itiraz etmedi.

Çıktık. Yavaş yavaş, ılık güneşten keyif alarak yürüyoruz. Giderken öğretmen İzzet’le karşılaştık. Tanıyacakmış gibi dikkatli dikkatli baktı. Kuşkuluydu. Kulağına söyledim. Şaşırdı, sevindi.

Efendim, Başaklar Gebe şiir kitabınızı alıp okumuştum Kırşehir Öğretmen Okulu’nda öğrenciyken” dedi.

Teşekkür ederim, beni mutlu kıldınız” dedi Cumalı.

…………………….

Cemal Bey yanına geldi konuğumuzun. Gayet içten, gülümseyerek koluna girdi.

Gelmişken Ürgüp’e, sadece burayla yetinmek olmaz. Arzu eder misiniz efendim, hep birlikte Kızılırmak kıyılarına gidelim.”

Cumalı olumlu yanıt verdi. Yavaş yavaş yürüdük. Belediye önüne vardık. Turistler çekilmişti. Çarşı yaz aylarındaki canlılığından uzaktı. Turistik anı eşyası, antika (!) satan dükkânlar kapalı… Taa önümüzdeki mayısa değin açılmayacaklar.

Cemal Bey’in özel otomobiline bindik.

Bakın işte, bu güzel. Belediye’nin resmi plakalı otosuyla değil, Başkan’ın kendi arabasıyla yolculuk ediyoruz” dedi Cumalı.

……………………

Kızılırmak ben seni nerde gördüm, bilir misin?

Bir de Avanos’ta gördüm bir yaz günü,

Aralayıp sazlarını kendimi attım sulara,

Serinledi yüreğim,

Avanos destileri gibi.”

Okudum. Duygulandı. Baktım, gözleri ıslak…

Sağol” dedi. “Rahmetli güzel yazmış. O, Türk şiirinin reisicumhuruydu. Bir daha öyle şair, öyle kalemi kıvrak yazar gelmez bu ülkeye.”

Dr. Ceyhun Atuf Kansu’dan sonra Avanos’a gelen ikinci şairsiniz” dedim.

Abdullah Rıza Ergüven de var” dedi.

Biliyordu, demek izliyordu.

O buralı” dedim. “İsveç soğuğunda hep sıcak Avanos’u, ısınmış ırmak kıyısı kumlarını özler. Şiirlerinde hep çocukluğunun geçtiği yöreyi dillendirir.”

Belleğinde bir şiiri var mı?” dedi. Cemal Bey ilgiyle bizi dinliyordu.

Bahar demeden,

Çiçeğe durur kiraz ağaçları,

Erkekler yabana gider,

Halı dokur kadınları,

Bağrı yanık Avanos’un.

Ben onları Ağbel’den aşağı,

Kap yüklü eşeklerle yabana giderken gördüm,

Yazın sıcağında, kışın karında,

Avanos – Kayseri yolunda bir gün

Dudaklarında yanık türküler

Kızılırmağa karşı…

Ve bir gün Karakaya’da

Dizlerine değin çamura batmış

Bir dilim ekmek uğruna

Ömür çürütmüş, saç ağartmış

Yazı yaban demeden.

Ergüven sağolsun. Sen de sağol, güzel okudun. Belleğin güçlü” dedi gülümseyerek…

Kızılırmak kıyısında bir yere oturduk. Cumalı dalgın, akan kızılımsı, bulanık sulara bakıyordu. Belki içinden şiir yazıyordu.

Kızılırmak şimdi ismiyle müsemma” dedi Cemal Bey. “Adı gibi kızıl… Fakat Kayseri ilinde baraj yapılıyor. Yemliha, halkın verdiği adla Yamula. O zaman taa Sıvas yöresinden getirdiği killi toprak baraj havzasında çökelecek; Avanos’tan geçerken dupduru akacak.”

Çaylar geldi. Bir yudum alıyordu Cumalı, gözlerini kapıyor, yüzünü gökyüzüne çeviriyor, güz güneşinin son ışınlarından yararlanmak istiyordu. Bitirince çayı, tazelendi, yenisi geldi.

Cemal Bey,

Böyle olmayacak” dedi. Çayevine doğru seslendi. “Oğlum, buraya şöyle güzel bir semaver hazırlayın!”

Sevgili Üstadım” dedi Cemal Bey, “Hukukçusunuz. Şimdi artık meslektaşız. Aynı Fakülte’de öğrenim gördük. Yıllardır kitaplarınız çıkıyor. Edebiyatın tüm dallarıyla ilgili eserler verdiniz. Birçok kitabınız yeni baskılarla okura ulaşıyor. Pek çoğu İbraniceye, Rus diline çevrildi. Bazı romanlarınız filme de çekildi. Susuz Yaz, Tütün Zamanı, Zeliş, Boş Beşik gibi. Dila Hanım da bizim beldemizde, bu yörede çekildi. Geçiminizde kitaplarınızdan sağladığınız gelir doyurucu mu?”

Cumalı derin derin iç geçirdi.

Ah Sevgili Başkanım, öyle bir noktaya temas ettiniz ki, benim için bu soruya yanıt vermek acıdır, ıstıraplıdır. Öğretmen kitlemizi öğrenci sayısıyla düşünelim. İlk, orta, lise, üniversite. Avrupa’nın bir çok ülkesinin nüfusundan daha fazladır. Yayınevi sahipleri derler ki, efendim kitap okunmuyor. Bir kitaba şu kadar milyon para bağlıyoruz. 1000 tane basılan kitap 5 yılda bitmiyor. Bu, inandırıcı değil. Güya para kazanmıyorlarmış. Peki, o zaman Frankfurt’tan Tokyo’ya, bilmem şuradan buraya kitap fuarlarına nasıl, hangi paralarla gidebiliyorsunuz? Yalan söylüyorlar. Yazarlara kendilerini mağdur gösteriyorlar. Aman bize çok yüklenmeyin, biz kazanmıyoruz ki, size verelim, demek istiyorlar. Ben bu konuda çok kırgınım, öfkeliyim. Hukukçuluğum olmasa yaşam kalitem son derece düşük olurdu. Ne yazık ki yazar-yayınevi ilişkileri, diyalogu bu ülkede iyi yürümüyor.”

Konuğumuz üzgündü.

Semaver geldi. Cemal Bey bardaklara tavşan kanı çayları doldurdu. İçtik. Kızılırmak kıyılarının ılık güneşinden yararlandık, mutlu olduk.

Bana döndü:

Okulunuzda edebi ürünlere ilgi var mı? Örneğin benim kitaplarımı okuyan, bir dergiye sürdürümcü olan?”

Var” dedim. “Edebiyat, Türkçe eğitmenleri içinde okuma sevgisi, alışkanlığı olan var. Fakat, geçim kaygusu ağır basıyor. Günde bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okuyan az. Köy Enstitüsü çıkışlı, sonradan eğitim enstitülerini bitirerek orta öğretim okullarında görev yapanlar daha düzenli okuyorlar. Sizi tanıyan, şiirinizi öğrencilerine benimseten öğretmenlerimiz de var.”

Belli belirsiz beni sınadığını anlamıştım. Şiir, öykü, roman, oyun, deneme, inceleme, şiir çeviri kitaplarının adlarını, içeriklerini saydıkça hayreti artıyor, gözleri ışıldayarak gülüyordu.

Üstadım” dedim. “Siz o küçük oylumlu, içi dolu dolu Muzaffer Tayyip Uslu kitabını hazırlamamış olsaydınız, o garip şair çoktan unutulmuştu.”

Daldı, baktım, gözleri buğulu… Sonra çıktı o durgunluktan, belli ki, üzünçlü havayı dağıtmak istiyor…

Yahu, bunları benim hakkımda yüksek lisans, doktora tezi hazırlayan akademisyenler bilmez. Doğduğum yer Florina’yı İzmir’in Urla, Foça gibi ilçesi sananlara da rastladım. Nasıl belleğinde tutuyorsun kitaplarımın adlarını, yayınevlerini, yayın yıllarını?”

Sonra durdu, gülümsemeden, ciddi ciddi yüzüme baktı.

Dostum” dedi. “Gerçekten emin misin coğrafya eğitmeni olduğuna!”

Cemal Bey’e döndü:

Sevgili Başkan, bu Güney’i iyi değerlendirmelisin. Sana güveniyorum” dedi.

Cemal Seymen gülümsedi, olumladı O’nun sözünü.

…………….

Düşündükçe üzülürüm.

Neden bu geziye, bir ses kayıt aygıtı alıp da katılmadım?

Konuğumuzun neden resimlerini çekmedim?

10 Ocak 2001 günü sonsuzluğa yürüyen, Türk edebiyatının eşsiz, benzersiz şairini, Florinalı Cumalı’yı saygıyla anıyorum.

Sevgili Belediye Başkanımız Cemal Seymen de 2 yıl önce dünyasını değiştirdi… Onu da saygıyla anıyorum.

………………

22 . 02. 2022

emrullahguney@gmail.com

Önceki yazıları»

Prof. Dr. Emrullah Güney / Bizim Anadolu / 22 Nisan 2022

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...