Press "Enter" to skip to content

mRNA Tanrının lütfu mu, aşıya kuşkulu bakanlar haklı mı?

Aşı konusu tartışılmaya devam ediyor ve öncesine göre insanlar olaya daha sağduyulu yaklaşmaya başladı.

Sorumlu bir yayın organı olarak öncelikli kaygımız herhangi bir biçimde kullanılmaya uğramadan toplumu sağlıklı bilgilendirmektir… Bugün Batı kaynaklı bir terimle ‘medya’ denilen basın-yayında, özellikle yaygın basın-yayında, iki yıldan beri tüm dünya olarak yaşamakta olduğumuz her türlü propaganda içinde seçenekli düşüncede olanlara pek yer verilmedi / verilmiyor. Şurada, burada cılız seslerle konuyla ilgili tıp uzmanları görüşlerini, deneyimlerini açıklamaya çaba gösteriyorlar.

Kitle iletişim araçlarındaki (bunun içine her türlü internet yayınları da giriyor) kasıtlı/kasıtsız sansürleme, adlarının başında prof, doçent ya da uzman yazan bazı kişilerin saldırgan konuşmalarını da içine kattığımızda (siyasetçileri ayrı tutuyoruz), büyük bir beyin yıkama, korkutma ya da yönlendirme olduğu gerçeğini kabul etmek durumundayız.

Dr. Fauci: Neler dediğimi anımsamıyorum…

Bu arada, ABD’de Başkan’ın Sağlık Danışmanı Dr. Anthony Fauci soruşturma üstüne soruşturma geçiriyor ve soruları ‘anımsamıyorum’ diyerek geçiştirmeye çalışıyor. Almanya’da hastanelerin acil servisleri ‘solunum yetersizliği’ yakınmasıyla gelen çocuklarla dolup taşıyor. Çocuklar iki yıl boyunca sınıflarda maskeyle öğrenim yapmak durumunda bırakılmışlardı. Çoğu kişide aşı sonrası kalp sorunları, solunum sorunları, kadınlarda adet düzensizlikleri gibi sorunlar baş göstermiş, ölümlere kadar giden olumsuzluklar yaşanmıştı/yaşanıyor. Otopsilere izin verilmiyor….

Bu nedenle, bizim yaklaşımımız, kim neye, ne kadar inanmışsa, ‘bir de böyle düşünün, olaya bir de şöyle bakın’ diyerek başka bir görüş açısı sunmaya çalışıyoruz.

Toplumsal paylaşım ortamında yayınlanan bu yazıyı bu anlayışla ilgilerinize sunuyoruz. Mantığınızı kullanarak en iyi çıkarımı yapacağınıza inanıyoruz:

“ ‘AŞI KARŞITI’ son yılların en gözde isim tamlaması oldu bilindiği gibi. Herhangi bir Kovid aşısını veya hücrealtı terapisini olmamış biri olarak aşılar hakkında eskiden ne düşündüğümü, süreçte nelerin değiştiğini ve bugün ne düşündüğümü anlatmak istiyorum. Birine yararı olur belki.

Öncelikle söyleyeyim, ben ‘aşı karşıtı’ değilim. Aşı karşıtları mutlaka var, ki salgınla birlikte gayet anlaşılır şekilde sayıları da arttı, ama ötesinde ‘aşı karşıtı’ dediğiniz birçok insan da aslında aşı karşıtı değiller. Sadece aşıya tapmıyoruz, bazılarınızdan tek farkımız bu.

Bunu okumadan önce ‘Allahsız!’ der gibi kullandığınız ‘Aşı karşıtı!’ lafını bir rafa kaldırın yani, gelin konuşalım. Çünkü aşı, özünde sadece tıbbi bir uygulamadır ve her tıbbi uygulama gibi yarar/zarar matematiğine açıktır. Bir başka deyişle açık olmalıdır, değil mi? Bilim bunu gerektirir.

Hani belki bazınız buna inanmayacak ama, aşılar hakkında konuşabiliriz gençler, bir tabu değil aşı! Bunu fark edin, sonra okuyun yazdığımı, ‘NE DEMEK AŞIYA LAF ETMEK?’ tavrından vazgeçin!

Dünyada ‘Parasetamol karşıtı’ diye bir saçmalık olmadığı gibi, ‘Aşı karşıtı’ diye de bir saçmalık olmaz. Aşıların iddiasının ne olduğuna, nasıl çalıştığına, ne işe yaradığına ve ne gibi kâr/zarar verdiğine bakarız insanlar olarak; ve de hepimiz irademizle bu konuda karar veririz.

Aşı pazarlandığı gibi bir ‘toplum sağlığı’ konusu mudur örneğin? Öyleyse ne kadar öyledir? Bunu kabul etmek veya reddetmek, ne gibi sosyal ve ekonomik sorunlar yaratır? Bunların yanıtı hazır ve kesinmiş gibi davranırsanız baştan kaybederiz. Zaten tam da bu yüzden baştan kaybettiniz salgın sürecinde.

İlk olarak en gözde aşılardan, ‘mRNA aşılarından’ bahsetmek istiyorum.

Gençler bakın, mRNA aşıları her ne kadar aşı diye adlandırılsa da aslında teknik olarak aşı bile değildir. Bunlara en iyi olasılıkla ‘kür’ diyebiliriz. Nitekim bir hücre altı terapisidir mRNA, aşı değil.

Sırf enjektörde olduğu ve hasta olmadan önce vücuda enjekte edildiği için aşı olmuyor her şey. Yoksa bu yaklaşımla eroine bile aşı diyebiliriz gerçekten. Dahası, mesela nazal (burundan uygulanan) aşılar var bilindiği gibi; solunumla alınıyor, enjektörde değil. Aşıya hiç benzemiyor ama, teknik olarak onlar aşıdır.

Bu mRNA denen şeyi ucundan da olsa bilirim 2013’ten beri. İlgim var bu konulara; arada denk gelince okurum. Kanser tedavisinde kullanılabilir mi acaba diye bir umut vardı. Genetik düzenleme, koruma ve onarım olasılığı var çünkü. Ama gerçekten henüz çok ham bir teknoloji bu.

Aşı olarak kullanımında da amaç aynı metotla vücudunuzu bir aşı fabrikasına çevirmekti. Gel gelelim işte çok deneysel bir hücrealtı terapisi bu sadece hâlâ. Hatta şöyle diyeyim: 2018’den önce de aşı olarak bir tane klinik deneyi dahi yapılmadı bunun; o kadar yeni ve belirsiz.

Böyle bir şeye aşı denir mi? Ama dediler işte. Hatta sözlüklerde ‘aşı’ sözcüğünün tanımını değiştirdiler buna aşı diyebilmek için. Gidin bakın inanmıyorsanız, son yıllarda birçok sözlükte aşı tanımı değiştirildi. Sırf buna aşı demek için yaptılar bunu. Gülünç değil mi cidden?

Neden yaptılar derseniz, sebebi şu: Evet, ‘hasta olmadan uygulandığı ve vücuda bağışıklık kazandırmayı hedeflediği’ için aşı dediler buna bir yerde. Ama inanın, ana neden bu değildi. Asıl neden daha çok insana/insanlığa ilişkindi. Bunu daha ziyade ‘aşı’ kelimesinin saygınlığından ötürü seçtiler, inanın!

Eğer bunu gerçekte olduğu gibi ‘gen terapisi’ veya ‘hücrealtı terapisi’ diye çıkarsaydılar ortaya, en ‘bilimsever’ olanınız bile vücuduna enjekte ettirmeden iki kere düşünürdü. GDO’ya o kadar kızıp GDO’yu damardan aldınız. Hatta GDO oldunuz belki de, durum o kadar trajikomik.

Ama işte dediğim gibi toplumsal algıda bir şeye aşı deyince birden Tanrı mertebesine çıkıyor ya o şey, ondan faydalandılar. Bunun üstüne bir de salgınla yaratılan korku propagandasını koy; hop, al sana mucize tedavi! Olan şey bu kadar basitti. Siz de saf gibi bunu yediniz işte.

Bana inanmıyorsanız alın Bayer’in yönetim kurulundan Stefan Oelrich’in dediğine bakın:

(Videonun altyazılı uzun biçimini bulamadım, ama tam olarak bunu dedi. ‘Cherry picking / Cımbızlama’ falan değil yani. Hatta ötesini bile dedi. İngilizcesi olan araştırsın bulsun konuşmanın tamamını.)

Oysa uyaranlar olmadı mı? Binlercesi oldu, hepsi de susturuldu, medyada fırsat verilmedi. Kimine ‘Nobel delisi’ falan dediler. PCR’ın geliştiricisini bile PCR’ı bilmemekle suçladılar; öyle delilikler yaşandı. Gerçek ortalama bir zekânın bile anlayabileceği kadar ortadaydı aslında.

50 yaş altında ~ % 0,01 CFR taşıyan hipermutasyona eğilimli bir viral ÜSYE*’ye karşı kalıcı çözüm olmayacağı ve bulaşmayı falan engellemeyeceği yüzyıllık epidemiyolojiyle sabit bilinen bir tedavi metodunun türlü propagandalarla 8 milyara dayatılmış olması tek kelimeyle delilikti.

Ama bunu yediniz. Yediğiniz yetmedi, yedirmeye çalıştınız. Şu an sizin başınıza bir şey gelince duyduklarınız iki yıl boyunca kustuklarınızın sonucu. Rüzgâr eken, fırtına biçer. Siz fırtına biçtiniz, ona rağmen yine rüzgâr duyuyorsunuz. Haddinizi bilin, susun oturun biraz artık!

Sonuçları tamamen belirsiz ve hastalığın riskiyle kıyaslandığında çok tehlikeli olan bir kürü bu hale sadece siz getirdiniz. Eğer bundan başınıza bir şey gelirse bu benim ne istediğimden tamamen bağımsız olarak, olması normal olduğu için olur. Dünyanın gerçeği bu, hoş geldiniz!

Yoksa kimseye ‘aşı olma’ demedim ben, sadece bunları söyleyip uyardım. 65 yaş üstünde risklerin gribe oranla fazla olduğunu, tercih edeceklerse de Sinovac seçmelerini söyledim. 50 yaş altında ise hiçbir uygulamaya gerek olmadığını, acil olarak normale dönülmesi gerektiğini söyledim.

Hatta öyle ki sülalemde 18 yaş üstü aşı olmayan tek kişi benim. O kadar durdurmadım kimseyi. İstediğim şey herkesin verileri anlayıp kendi kararlarını vermesiydi. Şu an ailemde iki kişi meme kanseri oldu, bir kişi de beklenmedik kalp krizinden öldü. İlgisi var mı aşılarla? Bilmem.

Ama var gibi işte; en azından onlar şüphe ediyorlar artık. Ki bunlar ana semptomlar. Daha küçük sorunlar yaşayan 4-5 kişi daha var. Kulak çınlaması, sürekli hastalanma, ağız çevresinde tekrarlayan uçuklar, adet bozuklukları vs. Tam olarak da bunlar bekleniyordu işte bu aşılardan.

Benim tüm uyardığım şey de buydu. ‘Gerekli gereksiz yapmayın şunu, bu hastalık bu kadar tehlikeli değil, sağlığınıza dikkat edin’ dedim. Hepimiz de kararlarımızın sonuçlarını yaşıyoruz nihayetinde. Yani ‘Bu süreç yanlış, bir sorun var’ dedim ben özetle, ki öyleydi…

Maske ve kapanma gibi yararından çok daha fazla olan aptalca uygulamalara son verilmesi gerektiğini, birçok insanın sağlığına dikkat etmesinin gerekli ve yeterli olduğunu, böyle delice hamlelerle toplumları kaosa sürüklemenin dönüşü olmaz, bunun sonuçları olacağını söyledim. Ne oldu sonuç?! Siz söyleyin!

Berbat bir biçimde yaşadığı için birçok insanın daha aşılardan önce bağışıklığı zayıflamıştı bile. Ee, hareket yok, güneş yok, sürekli TV’de korku pompası var, diyetler bozuk, psikolojiler bozuk, iş günden güne histeriye dönmüş, ne olacaktı ki! Bu muydu sağlıktan anladığınız?

Kusura bakmayın ama, bu kadar mı anlamıyorsunuz konuyu! Üstüne kitlesel psikozun götürüleri, hatalı protokol tedaviler, yanlış tutulan kayıtlar; olmayan ateşi kendimiz yaktık birçok konuda. Daha aşılar yokken o kadar saçmalanmıştı ki, durdurmaya çalıştıkça daha kötü oldu her şey.

3-5 deli falan değil, oldukça değişik alanlarda uzmanlar durdurmaya çalıştı. Ama birçoğunuz salgın propagandasıyla öyle korktunuz ki, sağduyulu tüm sesleri reddedip medyaya kapıldınız. Evet, 21. yüzyılda medyayı dinlediniz, aferin! Hatta öyle ki, internetin medya olduğunu bile anlamıyorsunuz.

Yaşlıları torunları üzerinden, torunları ise dedeleri ve nineleri üstünden sömürdüler aylarca. Tam olarak bir mafya gibi, insanları sevdikleri üzerinden kontrol ettiler… Bulaşmayı engelleme yalanı da burada işe yaradı. Derken, zaten bir noktaya gelindi, ne olduysa herkes korkar oldu.

O noktaya nasıl mı gelindi? Şöyle: ‘Ne olursa olsun artık, ben geçirip kurtulacağım’ sesi arttı insanlarda. Çünkü baktılar gençlerin öldüğü falan yok, yaşlıları da izole etmek (yalıtmak) daha kolay. İşte tam o anda ‘yok Long Covid, yok zort Kovid’ gibi bir şeyler uydurdular.

Arkadaşlar ‘Long Covid’ ispatlanmış bir şey değil; açıkça söylüyorum bir yalan bu! Onlarca değişken var buna neden olabilecek. ‘Post Covid’ diye bir şey vardır, evet, hastalık sonrasında 2-3 hafta tam kendinize gelemeyebilirsiniz. Ama bu her ÜSYE*’den sonra olabilir, grip dahil.

Yorgunluk devam edebilir, güçten çabuk düşebilirsiniz, öksürük devam edebilir, baş ağrıları olabilir; bunlar Long Covid değil, Post Covid’dir. Bütün çalışmalar da bunun hem şiddet, hem de görülme sıklığı olarak gripten farkı olmadığını gösteriyor. Ciddi bir şey değil yani bu!

Eğer şu anda Kovid sonrasında ağır semptomlar yaşıyorsanız da, inanın o Kovid’den değil, geçirdiğin terapiden ötürü oluyor. Aşı olmayan milyonlarca kişide ‘Long Covid’ gibi saçmalıklar yaşanmıyor çünkü. Ki yaşansa zaten akşama kadar bas bas bağırırdı sizin bilimci tayfa, öyle değil mi?

‘Hastanelerde şu kadar aşılı, bu kadar aşısız var’ diye tüm gün çetele tutanlar, arttığını kabul ettikleri kalp krizi, kanser ve harici değişkenlikler, zorluklar hakkında konuşurken hiç aşı durumundan söz etmiyorlar dikkat ederseniz. Sanki nüfusun % 100’ü aşılıymış gibi davranıyorlar.

Bunları sadece ‘Kovid kaynaklı’ diye dile getiriyorlar. Neden derseniz, ben söyleyeyim, çünkü doğrudan Kovid kaynaklı değil bu; aşı sonrası geçirilen Kovid kaynaklı. Dolayısıyla aşılıyken Kovid geçirenlerde çok sayıda sorun duyuyorum ben son zamanlarda. Umarım sizi vurmaz bu, ne diyeyim?

Neyse, salgın ve mRNA’dan çıkayım dedikçe yine oraya bağlıyorum ister istemez. Artık çıkayım ve aşılar hakkında fikrim ne kadar ve nasıl değişti ondan bahsedip kısaca bitireyim.

Aşı her benzeri gibi özünde bir tıbbi uygulamadır ve kendi kâr/zarar hesabında ele alınır. Özeti bu.

Evet, evet biliyorum modern tıp aşının zararının % 0,000001, yararının ise % 99,99999 olduğunu öğretti size hep, ama yalan bu, haberiniz olsun! Nasıl olabilir zaten böyle bir şey? Ab-ı hayat mı bu, nasıl olabilir cidden? İçme suyu bile bu kadar yararlı değil!

Ben araştırırken şunu anladım ki, aşı denen şey her şeyden önce ilaç sektörü kontrolünde ilerleyen devasa büyük bir pazardır ve bu haliyle dünya genelinde büyük bir propaganda aracıdır. Eğer ‘Diğer aşılarla koşulsuz şekilde dost musun’ diye sorarsanız, hayır, kesinlikle değilim.

Aşı karşıtı değilim, ama dostu hiç değilim. Gerekli gördüğüm aşıları olurum, sevdiklerime de yaptırırım. Ama çalışmalara bakıp tek tek elerim ve güvendiğim uzmanlara danışıp yol alırım bu saatten sonra ancak. Kızılcık şerbeti değil çünkü bu, tıbbi uygulama dediğim gibi.

Eskiden aşı konusuna ben de yumuşak ve sorgusuz bakardım, ama bu süreçte birçok şeyi gözden geçirdim ve bu konuda yanıldığımı fark ettim anlayacağınız. Daha az güveniyorum artık ve seçerken daha dikkatli olmak gerektiğine, sadece gerekli şeyleri seçmek gerektiğine kanaat getirdim.

Ki mevcut koşullarda düşük mutasyona uğrayan, aşıların etkili çalışacağı, ölümcüllüğü yüksek ve tedavisi pahalı bir hastalık olmadığı için bu işin toplum sağlığı tarafında ele alınacak hiçbir tarafı yok. Aşı bireysel bir konudur ve kişiler kendi hakları kapsamında karar vermelidir.

Toplum sağlığı zaten saçma da, gereklilik konuşulabilir. Yani aşının toplumsal ayağı ancak şudur: Eğer bir hastalığın aşısı bulaşmayı engelliyorsa, bağışıklığı 5 yıldan fazla sürüyorsa, aşısız tedavisi de uzun ve pahalıysa, hükümetler sosyal devlet anlayışı gereği bunu zorlayabilir.

Gel gelelim benim şahsi fikrim şu ki: Çocukluk aşılarından gerekli gördüklerinizi güvendiğiniz hekimlere danışarak çocuklarınıza uygulatın. Yoksa unutulmuş çok gereksiz hastalıkların dönüşünü duyabiliriz ilerleyen yıllarda. Bu hastalıklar kimseyi öldürmüyormuş gibi davranmayın!

Kızamık 1/2000 ölümcüldür. Ölümcüllüğünden de öte kalıcı hasar miktarı yüksektir. Aşılardan sonra bu oranın 1/100000 civarına düştüğünü gösteriyor veriler. Son zamanlarda hiç kızamık görmemenizin nedeni de bu; görmemenize güvenip delilik yapmayın derim. Ama bu benim fikrim tabi…

Aşıların verebileceği herhangi bir zarara karşı bu basit bir kâr/zarar hesabıyla kararınızı almanızı öneririm. Yoksa çocuğunuzda kızamık sonrası doku bozukluğu görülürse, olumsuz sonuçlarını siz ve çocuğunuz çekersiniz. Ha, aşı olunca çocuğunun başına başka bir şey gelen olursa, o da onu çeker. Ben ikinci ata oynarım bunda.

Aşı yaptırmadığı çocuğunun çok daha sağlıklı olduğuna dair ampirik ve bizzat gözlemsel çalışmalar yapan bilim insanları ve tıp alanından insanlar falan artıyor dünyada. Evet, bunu da incelemek gerek elbette. Ama dediğim gibi ben bu riski şu süreçte alacağımı sanmıyorum açıkçası.

Ben aşı miktarıyla olası aşı etkileri arasında da bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. O yüzden ABD’deki gibi 18 yaşına gelinceye kadar bir çocuğa asla 72 aşı yaptırmam. Ama çok gerekli 3-4 aşıyı da ıskalayacağımı düşünmüyorum. Kendi adıma onun zararının sorumluluğunu almaya hazırım.

Okuduklarımdan size de bunu öneririm. Buradan bir aşı düşmanlığı kampanyasına gidebilir. Bu olursa, yarın sağlık sektörü büyük sekteye uğradığında, çocuğunuzla da ayrı biçimde sınanabilirsiniz. Bana değil, dediğim gibi kesinlikle güvendiğiniz hekimlere danışın bu konuda.

Ki yaptırmayan da yaptırmasın kesinlikle, buna da katılıyorum. Ailelerin kararıdır bu; ve aileler çocuklarının iyiliğini başkalarından daha çok düşünür. Böyle bir gerekçeyle devlet kararıyla çocuğa el konulamaz. Bu bir zorunluluk değil, tartışmalı bir hale gelmiş görece bir konu.

Aşıların üretim yöntemleri, sayıları ve şablonları o kadar değişti ki özellikle son 20 yılda, sakinleşip bir şeyleri yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Yeniden incelemeye ihtiyacı olduğu gün gibi ortada. Bu anlamda da aşı olmak istemeyenlere bu hak tanınmalı kesinlikle.

Yaptırmayan yaptırmasın bakalım, 20 sene sonra tekrar inceleriz. Tarihe bakınca bu yolun bir zararı olacağı kesin gibi, ama faydasını katınca belki o yol daha iyidir. Hani bizim tüm çocuklar hastalanırken, onların çocuklarının ölmediği ve domuz gibi sağlam olduğunu görürsek, tekrar düşünürüz değer mi diye.

‘Hiçbir çocuk ölmesin’ diyerek hastalıklı çocuklar yetiştirmek mi daha doğru, yoksa 1000 çocuktan üçünü türlü hastalıklara feda edip yirmisinde doku bozukluğu yaratıp, 977’sini domuz gibi sağlam yetiştirmeyi hedeflemek mi daha doğru, tekrar bir bakarız diye düşünüyorum.

Buna göre belki aileler zamanla kendi kararlarını kendileri alacak hale gelecek, belki aşı şablonları ve üretim biçimleri değişecek, belki başka bir şey olacak. Sadece bunu bir görmemiz gereken noktaya geldik gibi. Örneğin belki sadece yüksek riskli çocukları aşılayacağız ve bunu yapmak yetecek gibi.

Örneğin yapılacak tetkiklere göre davranılırsa, o doku bozukluğuna uğrayacak ve ölecek dediğim 23 çocuktan 20’den fazlasını kurtarmak sandığımızdan daha kolay olacak. Ve 1000 çocuktan biri ölürken, yirmi ikisi aşıyla kurtulmuş, 977’si de bayağı sağlıklı olacak. Dediğim gibi, bunu denemeden bilemeyiz şimdilik.

Kesin olansa, toplum sağlığı gibi asılsız propagandalara kapılmadan ve aşıya ‘Tanrı’nın lütfu’ muamelesi yapmadan, onu olduğu haliyle, yani tıbbi bir uygulama olarak ele alıp yeni bir yol çizmemiz gerektiği. Ve en önemlisi, bu yolda insanların iradesini tanımamız gerektiği elbette…”

* ÜSYE: Üst solunum yolu enfeksiyonu; soğuk algınlığı olarak da bilinmektedir.

Kaynak: @EsatRevolutions

Bizim Anadolu’nun notu: Toplumsal paylaşım ortamında yayınlanan bu bilgilerin üzerinde çok az çalışılmış bir doktor ya da uzman görüşünün çevirisi (büyük olasılıkla ‘Gugıl transleyt’) olduğu varsayımındayız. Bilgiler önemli olduğu için olabildiğince Türkçeye göre düzeltmeye çalışarak yayınlamayı uygun bulduk.

Bizim Anadolu / Sağlığınız / 30 Kasım 2022

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...