Benden 3 yaş küçükmüş. Yazması, okuması yok. Cumhuriyetin 27. yılında doğmuş.
“Şurayı imzala!”
“İmzam yok. Yazma bilmem.”
“Kaç doğumlusun?”
“1950.”
“Öyleyse parmak bas!”
Elektrik faturası elimde, sıra bekliyorum. PTT görevlisi başıbohçalı hatuna para veriyor parmak damgasını aldıktan sonra. Sosyal yardım mı?
Benden 3 yaş küçükmüş. Yazması, okuması yok. Cumhuriyetin 27. yılında doğmuş.
Bu nasıl olur?
Belki ana-babası 1929’da açılan “Millet Mektepleri”ne devam edip yeni Türk abecesiyle okuma-yazma öğrenmiştir. Fakat 1950’li kızlarını okula göndermeyip “cahil” bırakmışlar.
Ben 1953’te ilkokula başladım. Öğretmenim Salim Oğuz Bey bize bir ay içinde yazmayı, okumayı öğretti. Babam o sırada köy eğitmenlerini denetleyen gezici başmuallim idi. Haftada bir görürdüm. Atının eğerindeki halı heybeyi indirirken beklerdim, bana ne getirdi diye. Beklediğime değerdi. Çünkü Cumhuriyet gazeteleri, çocuk dergileri verirdi bana heybeden çıkarıp. Onları okumaktan çok tad alırdım. Önümde yepyeni bir ufuk açılıyordu. Demek köyümüzün dışında bir dünya vardı, insanlar vardı; dünya büyük ve kalabalıktı.
Nisan ortalarından başlayan ılık, güneşli günlerde evimizin düz damına çıkar, dergilerimi, kitaplarımı orada okur, ev ödevlerimi orada yapardım. Bu arada çevremi seyrederdim. Komşulardan da damlarda oturup yarenlik edenler, akşam çorbasını içenler olurdu. Kitap, dergi, gazete okuyan yoktu. Taa aşağılardan Niğde şosesinde tozu dumana katan kamyonlar geçerdi. Magirus, Man, Austin, Ford, Scania Vabis marka. Otobüs az sayıdaydı. Bir gün ben de Yücel ağabeyim gibi o araçlara binip Niğde’ye gidebilecek miydim? 6 yaşındaydım, 4 km kuzeyimizdeki Nevşehir’i bile görmemiştim daha. 65 km güneydeki Niğde rüyalarımız kadar uzaktaydı. Benim ilkokula başladığım yıl, ağabeyim de Niğde Lisesi’ni bitirmiş; Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olmuştu. İlerde yargıç ya da savcı olacaktı. Daha o yaşta bu unvanlar nedir, bilmiyorduk.
Damda ders çalışırken çevreme bakardım.
Benle aynı yaşta olan komşu kızları okula gitmiyordu. Kendileri hiç de şikâyetçi değildi bu durumdan. Babalarının razı olmadığını duyuyorduk. 6, 7 yaşındaydılar ama, yeni doğan kardeşlerine bakmak zorundaydılar. Ana-baba tarlada, bahçede çalışırken onlarla kim ilgilenecekti?
Cumhuriyetin 30. yılında babaların düşüncesi değişmemişti. Kız çocuğu okuyup da ne olacaktı ki? Oğlan için gerekliydi; asker ocağında önemi anlaşılıyordu. Hesap da öğrenmeliydi. Onbaşı, çavuş olmak için ilkokul mezunu olmak gerekiyordu. Kız dediğin zaten 14, 15 yaşında gelin olur, gider. Okulda geçirilecek 5 yıl boşa harcanmış zaman demekti.
Düşünce bu idi. Cumhuriyet, demek ki, iyi anlaşılmamıştı. Anadolu rönesansı, Türk aydınlanması Nevşehir adlı kazada tam anlaşılmamıştı.
Köyümüz kaza merkezine 4 km. Bir de uzak köyleri düşünmek kâbus yaşatır insana.
Muhtarların görevi nedir? Her ailenin durumunu, çocuk sayısını en iyi onlar bilir. Nüfus Kayıt Defteri ellerinin altındadır. 6, 7 yaşına gelmiş çocukları kız-erkek ayırdetmeden okula yönlendirmek onların birincil görevidir. İlkokulun başöğretmeni ile işbirliği yapmak gerekir. Bu, devlet buyruğudur.
Yaşım 78 oldu. Bu buyruğu yerine getiren muhtar görmedim ömrümde. Hiç bir sorumlulukları da yoktur; buyruklara uymama nedeniyle suçlanmış, ceza almış bir muhtar da duymadım, görmedim.
Neden böyledir? “Komşular küser, gücenir sonra. Beni bir daha muhtar seçmezler.”
Eğitim veremediğimiz kız çocukları, pek erken yaşta, daha 14-15’inde gelin olduklarında, anne olduklarında ne yaparlar? Doğurdukları bebeleri nasıl besler, büyütürler? En küçük bir sayrılıkta neye başvururlar; üfürüğe mi, nefesi keskin hacı-hoca takımına mı?
Hemen başvurulacak hekim nerede? Sağlık ocağı mı var çevrede?
Böyle bir durumda genç (çocuk da diyebiliriz) annenin tavsiye, nasihat aldığı insan kaynanasıdır; o da okumaz yazmaz, cahildir. Bebek ölümlerinin bizde yüksek oluşu aile bireylerinin cehalet içinde olmasındandır.
Cumhuriyet’in ilanıyla köylerde ne yapılmalıydı? Osmanlıda “köy kâhyalığı” vardı. Genellikle mütegallibe ile eş anlamlıydı. Muhtarlıkla köyün, köylünün ilerlemeyeceği bilinmeliydi. Nahiye Müdürlüğü benzeri Köy Müdürlüğü kurulmalıydı. Aydın insanlar o göreve atanmalıydı. 6-7 yaşına gelmiş her kız öğrenciye zorunlu (sorunlu değil) eğitim verilmeliydi.
Geriliğimizin nedenleri anlaşılıyor.
Bir türlü ilerleyemeyişimizin nedenleri ortaya çıkıyor.
Okuma yazma bilmeyen analar, çocuklarını da eğitemezler; kuşaklar boyu o gerilik sürer gider.
…………..
Gözümün önünde, 1950 doğumlu kadının mor mürekkepli parmağı,
kâğıda bastığı “mührü”…
………………….. 21 Ağustos 2024. Ürgüp
Prof. Dr. Emrullah Güney / Dünden Bugüne / Bizim Anadolu / 04 Haziran 2024