Press "Enter" to skip to content

Geldik, gördük yendik! Ee, şimdi?

Vancouver Türkiye’den özellikle son 5-10 yıldır çok göç alıyor. Toplum Facebook sayfaları yeni gelen, gelmek isteyenlere yönelik soru ve cevaplarla dolu. Yeni göç eden yazarlar buraları Türkiye’dekilere anlatan yazılar yazıyor.

Burada onlarca yıldır yaşamış olanlar ise Türkiye özlemindeler ve merak ediyorlar. Onlar için burada artık daha fazla başarılacak fazla bir şey kalmamış. Gezip görmedikleri yer de kalmamış. Hayat yeknesaklaşmış. Onların kafasında Türkiye eski güzel haliyle duruyor. “Belki bir gün kesin dönerim ama, acaba nasıl olur, uyum sağlayabilir miyim, buraları özler miyim, sağlığım da çok iyi değil” düşünceleri çok kişide var. Yeni Türkiye’den gelen haberler hiç iç açıcı olmadığı için de dönmeye çekiniliyor. Çoğu kişi burada evlat, torun sahibi olduğu için bu da onları bağlayıcı bir unsur oluyor. Bu dediklerim sadece Vancouver’dekiler değil, dünyanın dört bir yanındaki expat*lar için de geçerli.

Gümüşlük’te bir narenciye bahçesi

Bu gruba kısmen ben de dahilim. Son yıllarda Türkiye’ye gidip aylarca kalıyorum. Ankara’da büyümüş olmama rağmen Gümüşlük / Muğla merkezli kalmayı tercih ediyorum. Gümüşlük hem tatil beldesi, hem de yaşayan, aktif bir köy hayatı var. Binlerce yıllık tarih üzerinde konumlanmış olmasından ötürü sit alanı olduğu için yeşilliğini, doğasını kısmen koruyabilmiş.

Eski Karakaya evleri önünde koyun sürüsü.

İzlenimlerim şöyle:

Sessizliğe, izolasyon**a ulaşmak zor. Megafonla yapılan anonslar, aşırı yüksek sesli ezanlar, selalar, uzaktan gelen köpek havlamaları, insan sesleri, bahçe kapısındaki aç kedilerin miyavlaması, bahçıvanın çim biçme sesi, vb., vb. Sessiz kalamamak bazen kafa dinlemeye mani oluyor. Bazen ise tam tersine; sesler hoşa gidiyor; kuşların cıvıltısı, bir horozun ötüşü veya geçen bir koyun sürüsünün çıngırak sesleri gibi…

İlk yıllarda Vancouver’lilerin yaptığı gibi Ipad’imi alıp bir kafeye giderim, okurum, çalışırım sanıyordum ama, oralarda genelde masaların kalabalık ve sohbet dolu olduğunu gördüm. Yani buradaki birçok kafedeki kısmi kütüphane ortamını bulmak zor.

El emeği hâlâ çok var ve ucuz. Vancouver’de bozulan bir şeyi atıp yenisini almak en iyi çözümken, orada bir çok şeyi tamire götürebiliyorsunuz.

Şiddetli yağmur yağsa elektrikler kesilebiliyor. Bazen Netflix’iniz var ama internette problem var, izleyemiyorsunuz. Bazen ikisi de var, ama elektrikler kesik. Yıllardan sonra evde mumu elektrik kesilirse diye tutuyorum, hoş bir ortam yaratmak yerine. Voltajın inip çıktığını lambanın ışığının artıp azalmasından anlayabiliyorsunuz. Sular da kesilebiliyor. “MUSKİ’den text mesaj geliyor “Filanca mevkide olan arıza nedeniyle…” diye başlayan.

Havalar soğuyup yazlıkçılar gidince Gümüşlük sahili orada yaşayanlara kalıyor. Onların çoğu sezonda sahile inmiyor.

Evler yaz için tasarlandığı için çoğu evde çamaşır kurutma makinesi yok. Bir gün çamaşır yıkayacaktım. Sağanak yağmur olduğu için balkonda kurumaz diye yıkamadım. Ertesi gün güneş açtı ama yağmurdan borular hasar görmüş, sular kesildi, yıkayamadım!

Çocukluğumdan hatırladığım ve buralarda unuttuğum “Sular geldi” ifadesi tekrar anlam kazandı.

Sitelerde yaz-kış oturanların sayısı arttı. Müteahhitler evleri hızlı ve kötü yapıyor. Sonra bir çok aksaklık oluyor. Vancouver’de yıllarca oturduğum dairelerde hiçbir problem yaşamazken, orada peş peşe, nem alan duvar, şişen veya düşen kapı, eğimi yanlış balkon, atan sigortalar, göstermeyi bırakan televizyon (Yok çatıdaki çanak yerinden oynamış, yok kablo oksitlenmiş) vb., vb ile uğraşmak zorunda kaldım. Ve bunların sonu yok, sürekli mesai…

Hiç kimse işini mükemmel yapmaya çalışmıyor. Hedeflenen “Good enough”, yani “Yeterince iyi”. Örneğin geçen yıl yapılan duvar boyasındaki hataların düzeltilmesi için gelen boyacı da “Yeterice iyi”ci çıktığı için yaptığı işi anbean kontrol etmeye çalıştım, yine de yeniden kısmen “Yeterince iyi” ile yetinmek zorunda kaldım.

Eve gelen ustalarda iş güvenlik önlemleri bu kadar.

Ustalarla dolu bir hayat kaçınılmaz. Onlar da “Geçiyordum, uğradım” felsefesiyle çalışıyor. Önceden Çarşamba saat 3’te diye anlaşmaya çalıştığınız usta, “Öyleyse Çarşamba olunca beni bi arayın, konuşalım” diyor.

Dakiklik hastasıysanız bunu hemen bırakmanız lazım.

Bahar Çınarlı Ege Denizi’nin şeffaf türkuvaz sularının tadını çıkarırken.

Benim oralarda en büyük eğlencelerimden biri kısa ya da uzun araba yolculuklarına çıkmak ve gönlümün istediği yerde durup fotoğraf çekmek, yerel halk ile konuşmak, hatta orada istediğim kadar kalmak. Bunu çoğunlukla sonbahar aylarında yapıyorum. Gümüşlük’ü ana kamp olarak kullanıyorum. Bu yolculuklarda güzel yerler ve güzel insanlara rastlıyorum. Güzel fotoğraflar ve anılar biriktiriyorum. Ülkemizin gerçekten güzel olduğunu görüyorum.

İnsanlar buraya göre çok daha sıcak ve candan. Buradakiler bizim insanların yanında robot gibi kalıyor. Hasta olduğunuzu duyan yeni komşu hemen yemek getirmeye çalışıyor.

İnsanlar özellerini başkalarına çok daha kolay ve çabuk açıyor. Yüzlerde maske pek yok. “How are you?” (Nasılsın?) soruna, ne olursa olsun “Great!” (Muhteşem) diye cevap vermiyorlar.

Bahar Çınarlı Kapadokya’da bir anı ölümsüzleştirirken.

Bunun bir uç örneğini Turgutreis’te ilk kez gittiğim bir hanım kuaförde yaşadım. Seans süresince bana ailevi problemlerini detaylarıyla anlattı ve sonra benim de özelimi benzer şekilde ona açmamı bekledi. Anladığıma göre orası sadece kuaför değil, müşterilerin içlerini döktüğü, karşılıklı dertleşildiği bir mekân. Unutmadan, Türkiye’de kuaförlerde çay, kahve ısmarlanmasını (“Oğlum git karşıdan çay getir!..”) özlediğimden “Kahve içebilir miyim?” dedim. Cevabı “Yapayım, birlikte içelim” oldu. Öyle de oldu! Bu minik sevimli dükkânı ve o candan kuaförü tabi hiç unutmadım.

Gümüşlük sahilinde bulduğu yavru kediyi sahiplenen sevimli oğlan çocuğu kedisiyle.

Dertleşmek” dedim de… Bunun İngilizce karşılığı yok. Buluşalım da dertlerimizi birbirimize anlatalım şeklinde açabileceğim bu kelime sözlükte yok, çünkü böyle bir kavram yok. Burada insanlar dertlerini gizlemek üzere programlanmış. Bizdeki bedava psikologluk yok yani. Bu nedenle yalnızlık, depresyon burada daha çok.

Barda sevgiyi bulan sokak köpeği.

Sokak hayvanları başka bir tat veriyor oralara. Zavallılar buradaki sahipli kedi köpekler gibi mağrur değil. Bir köpeğin biraz başını okşayın, sizinle birlikte aynı yöne yürümeye başlıyor. Verdiğiniz iki lokma için kediler, köpekler bolca teşekkür ediyor. Hayvanlar sosyal; insanlar nerede, onlar orada… Gece açık hava pubında bile varlar. Ortama takılıyorlar. Sağlık ocağında bekleyen hastaların arasında sarman/beyaz bir sokak kedisi de oturuyor. Kimse “Kediye alerjim var, bu ne rezillik” demiyor; zaten dese de bir şey değişmeyeceği gibi, diğerlerinden “Bu da cins” bakışları alabilir.

Büyük aşk yaşayıp neredeyse alıp Vancouver’e getirmeyi düşündüğüm yavru kedim Minnoş.

Ömrümde hiç bir zaman evcil bir hayvanım olmadı. Seyahat özgürlüğümü kaybetmemek ve hakkıyla ilgilenemeyeceğimi düşünerek edinmedim. Bu nedenle hayvanlardan uzak kaldım. Orada özellikle sokak kedileriyle epey haşır neşir oldum. Onları beslerken gözlemledim, daha çok anladım ve sevdim.

Sarman kedi sağlık ocağında sırasını bekliyor.

Bilenler bilir, bir yavru kediyle aşk yaşadık, neredeyse alıp Vancouver’e getirecektim. Bence sokak hayvanlarının varlığı çok güzel bir şey. Hayvanlarla iç içe olmak, onları sevip, onlar tarafından sevilmek ruha çok iyi geliyor. Vancouver’de geçen yıllarda okumuştum, bir kafe açacaklardı ve içinde kediler olacaktı, kedili kafe olacaktı. Oldu mu bilmem ama, Türkiye’de doğal olarak olan bir ortamı burada suni bir şekilde yaratmaya çalışıyorlardı.

Yazın Bodrum Geceleri.

Geçen yıl orada bir tanıdığım vefat etti. Mezarlıktan sonra cenaze evinde toplaşıldı. Ayrılırken fark ettim, kapının önüne bir çift ayakkabı koymuşlardı. Adetmiş, son giydiği ayakkabılar konurmuş. Birkaç saat sonra bir şey unuttuğum için geri döndüğümde pabuçların biri yoktu. “Köpekler götürmüştür” dediler. Bu bana çok sempatik geldi. Vefatın verdiği üzüntülü ortamda yüzüme minik bir gülümseme geldi.

Gümüşlük restoranlarından nefes kesici manzara.

Yüzüme gülümseme getiren başka bir olaydan da bahsedeyim: Evin önünde arabanın kapısını açıyordum. Bir kuryeye denk geldim. “Abla Non-Stop’a gidiyorsanız bu paket onlara, götürebilir misiniz?” dedi. Arabanın arkasındaki “Non-Stop” çıkartmasını görmüştü. Buna Türkiye’de yaşayanlar “Ne var?” diyebilirler, ama batı aleminde yaşayanların yüzüne gülümseme geleceğinden eminim. (Kim olduğumu, orayla ne ilintim olduğunu vb. bilmiyordu tabi). Keza kuryeye “Evde yokum, falan kebapçıya bırak” şeklinde talimatlar verildiğini de duydum. Büyük bir güven ve samimiyet ortamındayız yani!

Çomakdağ muhtarının eşi topladığı zeytin dalları ile köye dönerken.

Doktora ulaşım Kanada’dakinden çok daha kolay. Kanada’da birçok hastalık muayenehane, klinik ve hastane dışı laboratuvarlarda takip edilip tedavi edilirken, Türkiye’de hemen her problem için hastaneye gidiliyor. Hastalar acil servisi bizim “walk-in clinic”***lerde çözdüğümüz basit problemler için de kullanıyorlar. Bir yakınımın problemi için hastane, doktor gezdim ve gözlem yaptım. Ulaşım çok kolay olmakla birlikte, doktorların çoğunun kalitesi iyi değildi. Birçok önemli hataya ve ihmale tanık oldum. Buna özel Bodrum Acıbadem Hastanesi de dahil. Burada doktorlar nerede olursa olsunlar aşağı yukarı aynı standartdayken, orada bölgeden bölgeye ve doktordan doktora müthiş fark var. Başka konularda olduğu gibi, sisteme değil, ad’a güveniliyor.

Yine bir araba yolculuğu esnasında aniden önümüzden geçmeye başlayan koyun sürüsünü fotoğrafladıktan sonra bir de baktık ki bu güzel çoban çift benim sürüyü heyecanla çekmemi yüzlerinde ilgi ve gülümsemeyle izliyormuş. Muğla il sınırları içinde.

Gümüşlük’ün meşhur balık restoranlarının dekorasyonları her yıl arta arta, artık bazılarında arabesk bir zevk görülmeye başlandı. Çalışanların çoğu Güneydoğu Anadolu’dan ve deniz kültürü ile büyümemiş kişiler. Kazıklanma olasılığınız ise % 100. Bir arkadaşımla restoran seçiyorduk. Mezeler falanca liraydı. Arkadaşım “Ama dün Yalıkavak’ta falan restoranda falan kadardı” deyince adam gayet pişkin bir şekilde “İyi, biz de o fiyattan verelim” dedi. Bu yarı fiyatıydı. Halbuki “Bizim mezeler bir başka özel” falan gibi bir savunma beklerdim. Yine de denizin tam üstünde olan o restoranlar hâlâ çok çok keyifliler.

Lassos antik kenti.

Yunan adalarına tatile gitmek moda olmuş. Öyle ki, Sakız adasındaki restoranlarda Türkçe duymak şaşırtmıyor. Bazı restoranlar menülerine yemeklerin Türkçelerini de yazmışlar. Bahşiş adeti yokmuş ama Türk müşteriler sayesinde bu alışkanlık oraya da gitmeye başlamış. Vatanımızı bırakıp oraya tatile gitmek bazılarınca vatan hainliği gibi görülmesine rağmen, itiraf edeyim, porsiyonlar Türkiye’deki turistik mekânlarınkinden daha büyük, fiyatlar uygun, kazık atma yok, servis yapanlar medeni. En önemlisi, adalarda görüntü kirliliği ve çöp yok. Belediyenin dekorasyonları bile ince zevkli ve zarif. Aynı iklim, aynı coğrafya; insan biz niye böyle olduk diye üzülmekten kendini alıkoyamıyor.

Yeni Türkiye insanının birçoğunda Kanada’da alışkın olduğumuz tarzda kibarlık yok. (Bir kibarlık var da, başka türlü bir kibarlık). Burada insanları pozitif etkilemek, onlar için iyi bir şeyler yapmak, eleştirilerimizi çok dikkatli ve kırmadan yapmak, nazik olmak yüceltilirken; orada konuya, tam anlamadan, bodoslama, kalp kırıcı şekilde agresif tavırlara girmek normalleştirilmiş. “Trip atma” da olağan olmuş.

Bu sevimli smokin kedisi Limon’a gelen müşterilere eşlik ediyor.

Orada bana zaman zaman “Yurtdışında mı yaşıyorsunuz?” diye sorarlar. Türkçem çok iyi ve aksansız olmasına rağmen, sanıyorum tavırlarımdaki içtenlik, sevecenlik, pozitif (belki onlara göre saf) yaklaşım onları böyle düşündürüyor. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun!?” tarzına alışmışlar.

Tabi ki her tanıştığınız insan aynı değil. Güzel insanlarımızı seviyorum ben. Tezgâhtarından, güvenlik görevlisine kadar karşınızda robot değil, insan olduğunu hissediyorsunuz. Genelde bir probleminiz olduğunda anında çözmek için uğraşıyorlar. Empati yapıyorlar.

Telefonla yardım hatlarını arayınca burada saatlerce bir insana ulaşamazken orada kolay ulaşılıyor ve gerçekten yardımcı oluyorlar.

Kurallar diyarı Vancouver’den sonra bazı açılardan orada buradakinden çok daha özgürsünüz. Oradakilere örneğin, Vancouver’de kendi dairenizin balkonunda bile sigara içmek yasak deyince şaşırıp kalıyorlar.

Kurallara burada olduğu gibi körü körüne uymak yok. Herkes inisyatifini kullanıyor. (Bu çoğu zaman kötü olmasına rağmen, bazen de iyi.)

İlgimi çeken şeylerden biri insanların devlet veya belediyeden yardım bekleyeceğine kendi problemlerini kendilerinin çözmesi. Pratik zekâ çok gelişmiş. Trafikte olağanüstü yaratıcılık (!) var. Gümüşlük-Turgutreis yolu fazla yağmur yağınca kısmen nehir oluyor. Arabalar, dolmuşlar kendi şeridini bırakın, karşı şeritle de yetinmeyip karşı tarafın kaldırımından ilerliyor sudan kaçmak için. Ve bu çok doğal karşılanıyor. Siz de öyle yapıyorsunuz.

Havalar soğuyunca bazı restoranlar kapatırken diğerleri soba yakıyor.

İlintili olarak, bir başka yaşadığımı da anlatayım: Bodrum’dan Gümüşlük’e dönüyorduk. Hava kararmıştı. Peksimet (ya da Dereköy, tam hatırlayamadım) civarında bilmediğimiz bir nedenle yol tıkalıymış. Trafiği arka sokaklardan vermek için Peksimet köylüsü görev almış. Zifiri karanlıkta önce sadece farların aydınlattığı, zayıf, avurtları çökmüş bir ihtiyar sağa girin işareti yaptı. O yolun ilerisinde örgülü, kurdeleli saçlı iki sevimli kız çocuğu sola döndürttü. Daha ileride otuzlarında, topluca, şalvarlı bir hanım bacaklarına sarılan kafası sıfır traşlı oğluyla yön gösterdi. Onları ancak far ışığı ile ve zar zor görebiliyorduk. Kapkaranlıktı. Bizimki gibi başka arabalar ile sorgulamadan, komutlara uyarak, aralıklı ama peş peşe ilerliyorduk. Yaşadıklarımız Fellini tarzı bir film sahnesi gibiydi. Sonunda ana yola tekrar çıktık. O geceyi hiç unutmadım.

Trafikteyseniz dalmayın, her an beklenmedik bir şey olabiliyor. Biz burada uyur gezer gibi kullanıyormuşuz meğer!

Esnaf mümkün olduğunca nakit ödemeniz için ısrar ediyor. Halkımız bankacılıkta çağ atlamış. Şehirlerarası karayoldasınız, köylülerin yol kenarına dizilmiş meyve tezgâhlarından şeftali ve incir alıyorsunuz ve yanınızda nakit yok. Tezgâhtaki adam size derhal IBAN’ını veriyor. Ayaküstü cep telefonundan girip ödemeyi yapıyorsunuz. Herkes cep telefonunu yoğun bir şekilde bankacılık için kullanıyor.

Gümüşlük’e adını veren gümüşten bir sonbahar günü.

E peki biz dönelim mi?” diye mi soruyorsunuz?

Gözlemlerim belli bölgeler için, benim yaşam tarzıma ve bütçeme göre tabi ki. Başka insanlar daha iyi veya daha kötü gözlemlerle dönebilirler. Tavsiyem, tam tası-tarağı toplayıp gitmeden önce denemeler yapın; burası ile köprüleri yakmadan. Kesin dönüş yapmasanız da, en azından bir ayağınız orada olsun derim. Ne olursa olsun, büyüdüğünüz ülkeyle olan bağınız başka hiçbir yerle olamaz. Toplumların kümülatif bir belleği var. Çocukluğunuzdan hatırladığınız bir “jingle”ı diğerlerinin de aynı anda hatırlaması ve birlikte gülümsemeniz pahasız. Çocukluğunuzun, gençliğinizin şarkıları hâlâ çalıyor orada burada. Ve tabi güneşi ve çok sevdiğim Ege/Akdeniz iklimini, doğasını, bozulmamış Anadolu insanının güzelliğini unutmayalım. Pragmatik açıdan bakarsak, aynı dolarla orada alım gücünüz daha fazla ve servis endüstrisi buradakinden genelde kat kat daha iyi. Mükemmeliyetçiliği bırakıp daha kalender olabilirseniz ve ülkedeki bazı çarpıklıklardan kendinizi soyutlayabilirseniz gayet keyifli bir emeklilik hayatı olabilir.

Bahar Çınarlı bir anı daha yakalama ardında…

Bu yazıyı Şubat 2023 depreminden bir hafta önce kaleme almıştım. Bu son paragrafı ise şimdi (Mart sonu) ekliyorum. Depremle ülkedeki çarpıklıklar feci halde tokat gibi çarptı. Dileyelim yaklaşan önemli seçimlerde bu çarpıklıkları düzeltme yoluna girecek sağduyulu insanlar görev başına gelir. Toplumun büyük bir kesimi kan ağlarsa, kendimizi soyutlayıp yaşamdan keyif almak zor.

*expat: Yurttan ayrılmış, gurbetçi
**izolasyon: Yalıtılmışlık
***walk-in clinic: Özel klinik

* Bu yazı gazetemizin PDF yayını için hazırlanmıştı; araya bazı aksaklıklar girdiği için yayın uzadı. Bu nedenle daha fazla gecikmeden burada yayınlamayı uygun bulduk. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz. Bizim Anadolu

Bahar Çınarlı / Bizim Anadolu / 28 Mart 2023

    Share with your friends / Partagez avec vos amiEs / Dostlarınızla paylaşın...