|
Toronto
ve Montreal'de konuşan Prof. Ataöv:
"Irkçı
olmayanlar, soykırım
yapmazlar, Türkler ırkçı değildir!"
 |
| Prof.
Ataöv KTK Genel Yazmanı Lale Eskicioğlu'yla birlikte. |
ÖMER ÖZEN
Kuzey Amerika
genelinde, "Geçmişin Bir Yanıyla Nasıl Uzlaşmaya Varılır?:
Türk-Ermeni İlişkilerini de İçeren Bir Tarih İncelemesi"
başlığı altında sunumlarda bulunan Prof. Dr. Türkkaya Ataöv,
Toronto'da Kanada Türk Dernekleri Federasyonu'nun,
Montreal'de ise Bizim Anadolu ve McGill Üniversitesi
Türk Öğrenci Derneği'nin işbirliğiyle konuşmalar yaptı.
Bu çerçevede Prof. Dr. Ataöv'le konuya ilişkin özel söyleşi
yaptık. Geniş bir tarih bilincine sahip olan Prof. Dr. Ataöv
Bizim Anadolu'nun sorularına şöyle yanıt verdi:
- Sayın
Ataöv, siz ve sizin gibi bazı başka araştırmacılar, Ermenilerin
öne sürdüğü bir çok belgenin geçersiz olduğunu, dahası çoğunun sahte
olduğunu kanıtlarıyla ortaya çıkardınız. Bu çalışmalar uluslararası
kurumlarda, örgütlerde, ortamlarda nasıl görülüyor? Dikkate alınıyor
mu?
- Az alınıyor. Bazı uzmanlar onun farkındadır, dikkate alıyorlar
da, fakat yaygın olmuyor. Bunların nedeni var. Çok evvelden beri,
Türkiye'ye karşı, Türklere karşı, İslam dünyasına karşı, hatta Asya'ya,
Afrika'ya karşı, dahası Latin Amerika'ya karşı, dolayısıyla üçüncü
dünyaya karşı genelde yerleşmiş, köklü bir önyargı vardır. Bunlar
barbardır, yetkin değildir, yeteneksizdir, bizim gibi ileri değillerdir;
dahası Tanrının oğlu olarak kabul ettikleri İsa'nın dinine nail
olmamıştır gibi; ve çok gerilere giden, yanlış bilgilere dayanan
çok köklü bir birikim var. Bu birikimi yıkmak son derece zor. Özellikle
bunların içinde Türkler de, hem Anadolu'ya gelişleri, hem Avrupa'ya
geçişleri ve üç kıtada yayılışları, bunun yanında Haçlı Seferleri'ne
karşı duruşları, örneğin Kudüs'ü vermeyişleri; sonra Bizans dedikleri
imparatorlukları İstanbul'da yedi tepeye kalmıştı, bütün çevresi
Osmanlı İmparatorluğu'ydu; ama o zaman dünyanın en büyük, en güzel
en önemli tarihsel kenti İstanbul'un Türklerce alınışı; ve hâlâ
orada bulunuşları, bütün bunlar dış dünyada bir acı yaratmıştır.
Bu acı hâlâ sürüyor. Hatta hâlâ Türk aileleri Almanya'da çoluk çocuk
evlerinde yakılıyorlar. Buna karşılık, bugün içinde yaşadığımız
koşullarda, Avrupa'da da bir ırkçılık, başkalarını küçümseme kasırgası
esiyor. Yabancılara yönelik ırk ayrımcılığı, kötü muamele bunların
bir parçasıdır. Ama bu yalnız Almanya'yla sınırlı değil; bütün Avrupa'da
var. En çok bize karşı var. Ama örneğin Yahudilere karşı da devam
ediyor. Öyle ki, bazı yerlerde Yahudi kalmamış, eskiden kalan Yahudi
mezarlarını kırıyorlar. Irkçılık, ırk ayrımcılığı Batı'nın bir hastalığıdır.
Bunun içerisinde Yahudi düşmanlığı da vardır, Türk düşmanlığı da
vardır, Asya düşmanlığı falan da vardır; birbirine kenetli bir şeydir
bu.
- Peki
böyle bir önyargı, olumsuz düşünce nasıl kırılır, nasıl giderilir?
- Şimdi bütün bunlara karşı ben ya da bana benzeyen bir kaç kişi
bu ırkçı yaklaşımları nasıl kökünden temizleyebiliriz?
Bu çok zor bir
şey. Sonra kaldı ki, ırkçılık bizimle çıkmamıştır. Avrupa'da çıkmıştır.
Gelişmiş tekelci sermaye sahibi ülkelerde çıkmıştır. 1850'lerden
bu yana olan bir oluşumdur. Örneğin antik çağlara falan giderseniz,
o anlamda bir ırkçılıktan söz edemezsiniz. Örneğin Asya'da Türklerle
Çinliler bir savaş yaptıklarında ya da Osman Gazi'nin Anadolu'nun
batısına gelip Bursa çevresinde kurduğu devletleri düşünelim. Onlar
örneğin Bizanslılarla evlenmişlerdir. Osman Gazi tekfurun
kızıyla evlendi; adı Nilüfer olarak değişti, oradaki çaya
da adını verdiler. Irkçı bir anlayışa sahip olsa katiyen yapmaz.
Hitler bir Yahudi'yle evlendi mi? İnsanın aklına gelmez bu. 1913
gibi, Ermenilerin anmak istedikleri 1915 olaylarına 2 yıl kala,
Osmanlı'nın dışişleri bakanlığını yürüten Nuradungyan diye
bir Ermeniydi.
Ermeniler
Türklerle birlikte altın çağlarını yaşadı
Türklerin kültür
birikiminde toplumsal yapısında ırkçılık yoktur. Soykırım, ırkçılığın
doğal bir uzantısıdır. Irkçı olmayan soykırım yapmaz. Ama örneğin
Yahudilere karşı bir soykırım var. Türklere karşı soykırım var Balkanlarda,
Kırım'da, Kafkasya'da. Müslümanlara karşı soykırım var. Bunlar kendi
suçlarını, kendi yapmış oldukları bazı şeyleri omuzlarından kaldırıp
Türklerin omuzlarına yerleştirmeye çalışıyorlar.
Ermeni
sorunu Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler tarafından ortaya
atıldığı zaman, o sıralarda önemli bir nedeni, Rusya'da Pogromların
olması, Yahudilere karşı saldırıların olmasıdır. İttifak devletleri
(İngiltere, Fransa, Rusya; 1917'de ABD de katıldı) Birinci Dünya
Savaşı'na girişlerinin nedenini, kendilerini küçüklerin haklarını
savunan, bunu insanlık için yapan devletler gibi gösteriyorlardı.
Halbuki bu savaşın amacı dünyayı paylaşımdır. Osmanlı devleti bundan
pay almak için değil, kendini savunmak için girmek zorunda kalmıştır.
Örneğin Almanya genişlemek istiyor. Ama Türkiye'nin genişleyecek
hali yok. Bir kaç yüzyıldır olanını korumaya çalışıyor. Yüzyıllar
boyu barış içinde yan yana yaşadığımız Ermenilere karşı başından
beri ırkçı bir yaklaşımımız yoktu. Ama İngilizler örneğin, kendilerine
başkaldıran Hintlileri kanlı olarak bastırmışlardır. Fransızlar
Hindi-Çini'ndeki isyanları kanlı olarak bastırmışlardır. Magrip'teki
isyanları kanlı olarak bastırmışlardır. İspanyollar Latin Amerika'dakileri
kanlı olarak bastırmışlardır. Portekizliler aynı şeyi yaptı. Dolayısıyla,
bizim bunlara benzer hiçbir tarafımız yok. Biz 1915'te hiçbir şey
olmadı da demiyoruz. Ama öte yandan Osmanlı belgeliklerimiz, Ermenilerin
de, bazı başkalarının da neler yaptıklarını yeterince kanıtlıyor.
Örneğin 2003 yılında İngiltere'de askeri klasikler dizisinden çıkan
son derece önemli bir kitap vardır. Adı 'Birinci Dünya Savaşı
Sözlüğü'dür / The Dictionory of First War World'. O sözlüğün
içinde, 34 ve 35. sayfalarda şöyle bir yargı var: Türkler savaşın
başlangıcında henüz seferberlik hazırlıkları içindeyken, Ermeniler
Doğu Anadolu'da Ermeni ve Hıristiyan olmayan 120 bin kişiyi boğazlamakla
işe başladılar diyor. Orada 'boğazlama' kelimesini
kullanır (slaugther). İngilizce'de öldürmek eylemini
karşılayan 'to kill' de vardır. Onu kullanmıyor, daha
'hunharca öldürmek' demek olan 'boğazlama' deyimini
kullanıyor. Görüldüğü gibi İngiliz arşivleri de işin farkındadır.
Elimizde bazı Rus subaylarının, 'bu Ermenilerin yaptıklarının
artık savaş hukukunun elvermediği' biçiminde protestoları
vardır. Fransız subaylarının bile Adana ve çevresinde 'Ermenilerin
yaptıkları savaş hukukuyla ve askerlik şerefiyle bağdaşmıyor' diye
raporları vardır. Hatta bunlar Ermenilere önce üniforma, silah vermiştir,
sonra geri almak istemiştir; 'sizi savaş alanlarından geri
alıyoruz, demiryollarında çalışacaksınız' diye. Ama Ermeniler,
'biz buraya Türkleri öldürmeye geldik' diye karşı çıkmışlardır.
Bu belgeler çok açıktır. Onların komutanları Garo Pastırmacıyan
gibi, General Antranik Onanyan gibilerin yazdıkları ya da
onlar hakkında yazılan kitaplar gibi, Birinci Dünya Savaşı'yla
Ermenilerin bağlantısını inceleyen Agopyan'ın kitabı gibi, Türklere
karşı nasıl savaştıklarını uzun uzun anlatan General Gurgaryan'ın
Boston'da yayınlanan Armenian Review / Ermeni Dergisi'nin
içinde 1967'den 1970'e kadar yazdığı seri yazılarda gösterdiği gibi,
kendi söylemleri ve itirafları da vardır.
Bunlara hep
dikkatleri çekiyoruz. Ama bir Hollanda Meclisi'nde, bir Litvanya
Meclisi'nde, bir milletvekili kalkıp da. 'Ama bir ikinci görüş,
başka belgeler var' demiyor. Dediği takdirde de, gelecek
seçimi kazanamaz. Ondan korkuyorlar. Seçim kaygısı var. Dolayısıyla,
tarihte ne olduğunun saptanmasının yeri yabancı parlamentolar değildir.
Bilimin temeli,
onarıma dayanır. İnsanlar da, canlılar da başından itibaren doğrular
olarak çok az şeyleri biliyorlardı. Bunları hep keşfettiler. Yanlışlarını
düzelttiler. Koca kilise, onu izleyen başka inanç sistemleri dünyanın
düz olduğuna inanıyorlardı. Dünya bütün evrenin merkeziymiş gibi...
Bunun olmadığı ortaya çıktı. Bir ara güneşe tapıyorlardı, aya tapıyorlardı.
Bilim diye bildikleri bir çok şey yanlıştı. Hâlâ bildiğimiz bir
çok şeyin yanlış olduğunu zaman gösterecek. Onun için, ikinci bir
görüşe karşı bağırıp çağırılmaz; siz de nereden çıktınız, ikinci
bir görüş ifade edilemez gibi, efendim Fransız Meclisi bir karar
vermiştir, ikinci görüşü ifade edenlerden tazminat isteriz gibi
şeyler olamaz, anti demokratik şeylerdir. Tarihin incelenmesi, bilimsel
doğruların bulunmasının önünde duran şeylerdir.
Bütün Ermeni
kaynaklarını okurum. Yıllar önce geldiğimde New York'a, ilk yaptığım
şey Ermeni yayınlarının satıldığı yere gitmekti. Boston'da çıkan
Armenian Review dergilerinin hemen hepsini alıp Türkiye'ye
götürmüşümdür. Ve bunların hepsini okumuşumdur. Örneğin Armenian
Review'nin eski Genel Yayın Yönetmeni'nin 'Atatürk
de (soykırımı) kabul etti' yaymacasını kabul etmeyen bir
yazısı da vardır.
1984 yılında
Paris'teki davada (Paris konsolosluğunun basılması, içindekilerin
rehin alınması, bir Türk'ün öldürülmesi ve bir Türk'ün de yaralanması
nedeniyle açılmış olan dava) konuşurken, bir çeşit bilirkişi,
'yetkin tanık' olarak konuştuğum sırada, Ermenilerin avukatlarından
biri, 'Ama bunu Atatürk de kabul etmedi mi' diye bana
sordu. Ben de dedim ki, Boston'da çıkan dergide James Taşçıyan
adlı, o zamanki Genel Yayın Yönetmeni'nin yazdığı yazının başlığı
da şudur, 'Atatürk böyle bir şey dememiştir' diye.
Siz onu biliyor musunuz, dedim. 1982 yılında çıkan yazısıdır o yazı.
Komutanları Pastırmacıyan, yazdığı bir kitapta, 'Ermenilerin
silahlı katkıları sayesinde müttefikler savaşı kazandılar' der.
Eğer İngiltere'ye, Fransa'ya savaş kazandıracak kadar silahlı bir
katkınız olduysa; ve siz bu silahları Türklere karşı kullanmadınızsa,
ki kullandığınızı söylüyorsunuz açıkça, öyleyse soykırım bunun neresinde?
Dolayısıyla siz başkalarını öldürmeye kalktınız, onlara silah çektiniz,
onlar da size silah çektiler gayet tabii olarak.
Ama oraya gelinceye
kadar, şunu da söyleyin; 1461 gibi çok erken bir tarihte, Ermenileri
ayrı bir Kilise olarak tanıyan Osmanlı Türkleridir. O tarihe kadar
Hıristiyan dünyası onları bağımsız bir Kilise olarak ya da Hıristiyanlığın
içinde, onun bir parçası olarak tanımıyorlardı. İznik'te yapılan
bir toplantı vardır; bunları bir çeşit aforoz ettiler; 'bunlar
Hıristiyan bile değildir' diye... Bana sorarsanız, ufak
bir ayrıntısı vardır; Ermenilere böyle bir tavır takınılması haksız
bir şeydir.
Ama Fatih
Sultan Mehmet, 'sizin küçük bir ayrıntınız var, ama siz bizim
devletimiz içerisinde, onun yurttaşları olarak istediğiniz gibi
tapınırsınız, kiliselerinizi de kurarsınız, ondan da yetinmediniz,
yenilerini de yaparsınız. Kendi dilinizi kullanırsınız, kendi genç
kuşaklarınıza o dili öğretirsiniz, istediğiniz gibi eğitim verirsiniz,
istediğiniz yere gider kalırsınız, ulus içinde göçersiniz, istediğiniz
yere yerleşir, istediğiniz mesleğe girersiniz, ticaret yaparsınız,
hiç kimse engellemez' demiştir.
Ve Osmanlı devlet
hizmetine de girmiş, bakan olmuş, vali olmuş, kaymakam olmuş, Roma,
Brüksel, Paris gibi büyük yerlerde büyükelçi olmuş, başkonsolosluklar
yapmış durumlara geldiler. Elleri silah tutunca, bir bakıyorsunuz,
Rus devleti, Fransızlar para, silah verip Osmanlı devletine karşı
kışkırttılar. Onlara üstünlük inancı aşıladılar. İstedikleri biçimde
yetiştirdiler onları ve kullandılar. Böyle bir şey Amerika'da olsaydı,
örneğin Japonlar bunları yapmış olsaydı, demek ki felaket olacaktı.
Bunların hiçbirini yapmadıkları halde 1942'den itibaren iki yıldan
fazla, işlerinden, evlerinden alınıp tel örgüler arkasında kamplara
koyuldular. Ermenilerin yaptıklarının hiçbirini yapmadıkları halde,
hiçbiri silaha elini dokundurmadıkları halde...
-
Sayın Ataöv, bilindiği gibi konunun çok yönlü ayrıntıları var. Örneğin
savaş öncesi Osmanlı'da yaşayan Ermeni kökenli toplumun Osmanlı
arşivlerinde olsun, Fransız, İngiliz arşivlerinde olsun ya da daha
o zaman Ermeni toplumunun temsilcilerinin, Ermeni kurumlarının bildirileri,
raporları çok açık biçimde olduğu halde, bir yandan sayı önemli
değil demelerine karşın, sürekli ölenlerin sayılarını zaman içinde
300 binden 500 bine, 1 milyona, 1,5 milyona, zaman zaman da 2 milyona
çıkarıyorlar. Batılılar da bu savlarla televizyonlarda, radyolarda,
gazetelerde yayın yapıyorlar. Bunun yanında Osmanlı döneminde 'tehcir'
denilen yer değiştirmenin de başlı başına bir soykırım olduğu, yorumları
var. Bu konuda neler dersiniz?
- Ona da yanıt vereyim. Tabii ki Osmanlılar bunların silahlanmaları
karşısında ve Van'ın bazı yörelerinde yaşayan Müslümanlara saldırmaya
başladıklarında, gerek Van'ın o zamanki valisi Cevdet Bey'in,
gerekse 3. Ordu Komutanlarının raporlarıyla bu olaylardan haberdar
oldu. Bu olaylar yayılmaya başladı. Bitlis, Mamüratül Aziz (Elazığ),
Sıvas gibi yerlere ve daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bu saldırılar
yoğunlaştı. Bunları haber alan 3. 4. ve 6. Ordu Komutanlıkları raporlar
göndermeye başladı. Bunlar ufak ufak gerilla yöntemleriyle başlamıştır
ama, öyle kalmamıştır. Kendi yayınlarında da itiraf ederler; 200,
300 binlere çıkan kuvvetler toplayıp saldırmışlardır. Bize karşı
savaşıyorlardı. Ayrıca 3. 4. ve 6. Orduların geride ikmal yollarını
da kestiler. Yaralıların cephe gerisine götürülüp seyyar hastanelerde
bakılmalarını engelliyorlardı. Yiyeceğin askere ulaşmasını engelliyorlardı.
Mühimmatın gelmesini engelliyorlardı. Bunlar gibi gerçek askeri
tehdit karşısında, önce oradaki Türk halkının yerini değiştirmeyi
düşündü yönetim. Sonra Kafkasya'daki Müslümanlarla mübadele, yani
karşılıklı olarak yeni yerlere yollamayı düşündüler. Üçüncü bir
seçenek olarak da, onları daha güneye götürüp cepheden uzaklaştırmak
istediler.
Yalnız bunu
yaparken, 'acaba bunu kimse yaptı mı' diye de araştırdılar.
Bunun için bu uygulamayla ilgili bilgileri vardı. Bu bilgileri veren
de, en başta Alman Mareşali Goltz'dır. O Osmanlı ordularının
baş danışmanlarındandı. Örneğin bunu ilk yapan İngilizlerdir. 1898'le
1902 yılları arasında Güney Afrika'da Boer Savaşlarında yaptılar.
Sivil halkı alıp toplama kamplarında uzun süre tuttular. Buna hiç
gerek yoktu, çünkü Boer ordusunu, yani İngilizlerden önce gidip
oraya yerleşen Hollandalıların oluşturduğu orduyu zaten yenmişlerdi,
o iş bitmişti. Ama yine de sivil halkı toplayıp tel örgüler içinde
yıllarca yaşattılar. Bu arada, Toplama Kampları uygulaması Almanlarla,
Nazilerle, başlamamıştır. Bunları başlatan İngilizlerdir. Ayrıca
onu sürdürenlerin içerisinde Amerikalılar vardır. Amerikalılar 1898'de
Filipinlerde, Filipinlilere karşı, İngilizler gibi hunharca yaptı.
'Galiba bize karşı gelecekler bunlar' diye, Filipin köylerini
yaktılar. Tarım ürünlerini, tahılları yaktılar ki aç kalsınlar diye.
Aynı zamanda İspanyollar Küba'da 'bize karşı ayaklanacaklar'
gerekçesiyle hem de hunharca yaptılar. İspanyollar Küba'da ve Latin
Amerika'da bir işgal rejimi uyguluyorlardı. Ama Osmanlılar öyle
yapmadı. Girdikleri yerlerde kendilerine benzemeyen, dinsel yönden,
etnik yönden değişik toplumlara serbestçe yaşama hakkını verdiler.
Bu toplumlar dillerini geliştirdiler, ticaretlerini, mesleklerini,
kültürlerini geliştirdiler. Bu da yüzyıllarca aynı biçimde sürdü.
Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar, Ermeniler, Kürtleri falan hep korudular.
Tavır buydu. Bunun yerine, 'bundan böyle Türkçe konuşacaksınız,
dininizi değiştirecek Müslüman olacaksınız' demek isteseydiler,
gayet güzel de yaparlardı. Kimse de hayır diyemezdi dışarıdan. Zaten
İngilizlerin, Fransızların yaptıkları buydu. Senegal'e gittiğinizde
Fransızca konuşmak zorundasınız. Hindistan'a gittiğinizde İngilizce
konuşacaksınız. Cezayir'den Ankara'ya müsteşar kimliğiyle gelen
bir yetkili Mısır Büyükelçisiyle Fransızca konuşmaya çalışıyordu.
Ben de yanlarındaydım. Neden Arapça konuşmuyorsunuz dedim. Cezayir
temsilcisi, 'Bize Arapça öğretmediler ki' dedi.
'Ben iki yıldır yabancı bir dil öğrenir gibi Arapça öğrenmeye
çalışıyorum' dedi. Türkler böyle mi yaptı? Tersini yapsaydı,
Adriyatik'ten Çin sınırına uzanan coğrafyada Türk ve Müslüman olduğuna
inanan büyük bir Türk topluluğu olacaktı. Ama bunu yapmadı.
Bütün bunların
söylenmesi lazım. Ama işlerine gelmiyor.
- Bu arada
savaşın bitiminde tehcire uğrayanlara geri dönme izni verilmiş olduğu
biliniyor.
- Hemen bir
yıl içerisinde geri dönmeleri için karar alındı. Ve çoğu da geriye
de döndü. Ama büyük bir kısmı da geldikleri yerlerde kaldılar.
Bugünkü Ermenistan
denilen yerde toprak son derece zayıftır. Geleneksel olarak Ermeniler
Ermenistan'dan taş ihraç ederler. Hatta bazı iddiaları da vardır,
Avrupa'daki kiliseler bizim yolladığımız taşlarla yapılmıştır diye.
Önemli ölçüde doğrudur da bu. Hiç başka ihraç edecekleri şeyleri
yoktur, yetiştiremezler. Toprağın altında da bir şey yok. Örneğin
yanı başındaki Azerbaycan'da petrol var. Bunlarda bildiğimiz kadarıyla
bir damla bile yok. Yani böyle bir talihsizlikleri vardır. Evvelden
beri de yayılırlar, oraya buraya giderler. 1760'lar gibi çok erken
bir tarihte önemli bir Ermeni topluluğu gidip Hindistan'da Madras'a
yerleşmiştir. İlk Ermenice gazeteyi Madras'ta çıkardılar. Gazete
okuyabilmesi için orada önemli ölçüde kalabalık bir Ermeni topluluğu
olması gerekir. 1760'ta ne işleri vardı orada? Kimse onlara gidin
dedi mi? Hatta Amerika'ya göç etmeye başladıklarında, Osmanlı Sultanı
II. Abdülhamit göçlerini yasakladı. Bunu da özgürlüklerini kısıtlayıcı
bir hareket olarak kabul ettiler. Bazı Ermeni yayınlarında söz edilir
bunlardan. Eee, hani II. Abdülhamit onları ortadan kaldırmak
istiyordu? Kendiliklerinden gemilere binip Amerika'ya gitseler,
onun açısından daha iyi değil miydi? Böylece bir anlamda ortadan
kalkıyorlar. Hayır diyor Abdülhamit, bunlar benim yurdumun insanıdır,
bitakım işler yapıyorlar. Kimisi fırıncı ekmek pişiriyor, kimisi
kimyager bilmem nerede çalışıyor, Reji'de (Tekel) çalışıyor ya da
başka bir yerde çalışıyor vb. Gitmesinler bunlar diyor. Hatta Abdülhamit'e
karşı olan İttihat ve Terakki'ye yanaşıp sizi destekleyelim,
iktidara gelin, bizim göç etmemize izin verin dediler. Onlar da
kabul etti. Ve 1908'de II. Meşrutiyet'le birlikte Amerika'ya göç
etmeleri için izin çıktı. Geçmişten beri değişik yerlere dağılmışlardır.
Türkler Anadolu'ya geldiklerinde zaten Anadolu'nun hiçbir yerinde
çoğunlukta değillerdi. Bunu herkes biliyor. Bazı Ermeni yayınları
da kabul ediyor. Bütün arşivlerde bu rakamlar vardır. İngiliz arşivlerinde
örneğin, tabii ki bizim arşivlerimizde de..
- Peki
bütün bunlar biliniyorsa, bir kemikleşmiş önyargıya inanmış, özellikle
Batı kamuoyuna bunları nasıl anımsatmak gerekiyor?
- Bu gerçekleri
geniş uluslararası kamuoyunun kabul etmesi için çok çalışmamız daha
çok yol almamız gerekmektedir.
Ayrıca sokakta
gördüğünüz sıradan halk, kendi yaşamını kazanmanın peşindedir, ekmek
parası çıkarmaya çalışıyor. Şimdi bir ekonomik bunalımla da karşı
karşıyalar. Başka bir şey de düşünecek durumda değiller. Onların
temsilci diye parlamentolarında seçtikleri insanlar bana destek,
para nereden geliyor düşüncesi içerisinde. Onlar tarihçi, Türk-Ermeni
ilişkileri şöyleymiş, acaba aslı nedir bunun, ben öğreneyim deyip
de kütüphaneye koşan cinsten insanlar değiller. Osmanlı arşivlerini
incelemeye gelecekler bunların içinden çıkmaz. Çünkü Türkçe öğrenmek
çok zaman alacağı gibi, Osmanlıca metinleri okumak için de bir 25
yıl vermek lazım. Bunu kaç kişi yapar? Bunu yapan bi tane Fransız
parlamenteri, bi tane Amerikan Kongre üyesi var mı? Olacak mı? Hemen
yanıt vereyim; hayır!
Ama kendi arşivlerinde
de bizi destekleyen belgeler vardır. Örneğin Birinci Dünya
Savaşı'nın sonunda İngilizler 144 Osmanlı yöneticisini,
içinde sadrazam, bazı eski kabine üyeleri, valiler, generaller olan,
bazı önde gelen Osmanlı aydınlarını alıp Malta'ya sürdüklerinde,
iki yıl falan tuttular orada. Ve Osmanlı arşivlerinde, başka arşivlerinde,
başta Ermeni meselesi olmak üzere onları suçlayacak belgeler aradılar,
bulamadılar. Amerikan arşivlerine bakılması için de Amerikan hükümetine
yazmışlardır. Onlar da araştırdı. Verdikleri yanıt da şudur, onu
da be kendi yayınlarımda yayınladım. Diyorlar ki, 'bizim arşivlerimizde
bu kişileri suçlamak için bir mahkemede işinize yarayacak herhangi
bir belge yoktur'. Bu demek değildir ki, hiçbir Ermeni ailesinin
başına bir şey gelmemiştir ya da hiçbir Türk, Müslüman ailenin başına
bir şey gelmemiştir. 'Ama siz bunları belirli bir şeyle suçlamak
istiyorsanız, bu yolda size yardımcı olacak belge bizim arşivlerimizde
yok' diyor.
Ama şu Ermeni
hanımın başından geçtiğini söylediği, bir Amerikan Protestan misyonerinin
naklettiği veya birinin karısına ya da kilisesine yazdığı mektupta
dediği gibi, 'ismi bizde mahfuzdur' falan gibi ifadelerle
yazdıkları şeyler mahkemelerde hiçbir anlam taşımaz. Derler ki,
pekâla bunlar oldu. Örneğin, New York'ta bir genç bir kız bana yaklaştı
ve 'biliyor musunuz ninem neler anlatıyor?' dedi. Ben de Türkiye'de
de kaç nine neler anlatıyor, biliyor musun diye yanıt verdim. Hiçbir
şey olmadı da demiyoruz. Ama bunu kim yaptırdı? Kim başlattı? Bunları
Rus devleti, İngiliz devleti, Fransız devleti plandı. Sadece Anadolu'da
değil, Kıbrıs'ta sizleri eğittiler, oradan Süveyş Kanalı'na yolladılar.
Orada Sina yarımadasında da bize karşı çarpıştınız. Kudüs önünde
de çarpıştınız. General Allenby bunun için size teşekkür
etmedi mi? Rus Çarı II. Nikola size teşekkür etmedi mi? Kafkasya'daki
Ermeni kökenli Rus general, Çarlık orduları komutanları size teşekkür
mektupları yollamadı mı? Antranik'in, Pastırmacıyan'ın
göğüslerine madalyaları takmadılar mı? İngiliz Başbakana L.Loyd
George, Fransız Başbakanı Clémenceau 'savaş sırasında
bize yapmış olduğunuz silahlı yardımlardan ötürü çok teşekkür ediyoruz
diye mektupları yollamadı mı?
O halde nerede,
hangi soykırımı arıyorsunuz?
Mart 2009
|